Geçenlerde bir yakınım ile beraber, İngiltere’de yaşadığımız bölge civarındaki bir devlet ortaokulunun “tanıtım gününe” katıldık. Eylül ve Ekim aylarında, ortaokullarda, genelde sonraki dönem için aday öğrencilerin, okulları tanıması için bu tanıtım günleri (Open Days) oluyormuş. Yani, genelde beşinci sınıfa giden 9-10 yaş grubundaki çocuklar velileri ile bu tanıtımlara katılıyorlar. Altıncı sınıf ilkokulun son sınıfı, yedinci sınıfa, 11-12 yaşında yeni okulda başlıyorlar ve genelde üniversiteye kadar devam ediyorlar. (Basitleştirerek anlattım, gerçek durum daha karmaşık)
Devlet ortaokulunun tanıtım günü neden oluyor? Zaten civarda oturan öğrenciler, ilkokulu bitirince mecburen bu okula gidecek, bu işte bir gariplik yok mu? Açıkçası bu konu benim de tuhafıma gitti. Özel okul olsa anlaşılır bir durum. Ne kadar iyi reklam yaparsa, okul kendini iyi pazarlarsa o kadar çok talep alacak ve fiyatlarını da ona göre ayarlayacak. Peki devlet okulu neden civar muhitteki ailelere okullarının çok iyi bir seçenek olduğunu anlatmaya çalışıyor?
Bu sorunun tam cevabını bulamadım, ancak bazı tahminler yürüteceğim. İngiltere’de devlet okulları başta olmak üzere tüm okul tipleri hakkında detaylı istatistikler tutuluyor. Okulların ne seviyede başarılı olduğu, ailelerin okulları ne seviyede tavsiye ettiği, mezunların ne seviye okullara girdiği vs. Okullara yapılan denetimler sonucu okulların başarısı sınıflandırılıyor. Tüm bu bilgiler de halka açık. İsteyen Ofsted in web sitesinden istediği okullar ile ilgili istatistiklere, denetim raporlarına ulaşıyor. Okulların öğrenci kabul bölgeleri ve istatistiklerini emlak verileri ile birleştiren paralı uygulamalar da var. (“locrating” gibi). Böylece yeni bir bölgeye taşınacak aile, ilgilendiği evin hangi okulların kapsama alanında olduğunu görebiliyor.
Normal şartlarda İngiltere’de herhangi bir yerleşim bölgesinde oturan bir aile 2 veya 3 civarı ortaokulun kapsama alanında oluyor. Bu okulların bir kısmı sınav ile (İlkokul altıyı bitirdikten sonraki genel sınav) öğrenci alıyor, çoğu ise sınavsız alıyor. Genelde kötü okula talep düşük olduğundan kontenjan doldurmak için kapsama alanını artırıyorlar. Bazen tüm şehri kapsıyor alan. İyi okulda ise tam tersi oluyor. Okul tercih sıralamanızı yapıyorsunuz ve bu değerlendirme sonucunda çocuk bir okula yerleştiriliyor. Okullar için birinci tercih olmak elbette ilave bir prestij ve kalite unsuru. Kaç öğrenci o okula birinci tercihi olarak girmiş yayınlanıyor. Ayrıca ilgili başöğretmen okulu hangi seviyeden almış, hangi seviyeye çıkarmış gibi konular da elbette başöğretmenlerin kariyeri için önemli. (Kötü okul tanımını göreceli kullandım, aslında kötü okul hemen hiç yok, ancak bir kısım okul çok iyi)
Ziyaret ettiğimiz devlet okulu, sınavsız öğrenci alan ücretsiz bir okuldu. Yatılı bölümü de vardı. Yatılı bölümü, dünyanın her yerinden öğrenci alabiliyor ve ücretli. Yani okulda yatılı yabancı öğrenciler ve normal öğrenciler beraber eğitim alıyorlar.
Saat 17.30’da ziyarete gelmiş yaklaşık 100 kişi spor salonunda buluştular. Başöğretmen tanıtım konuşması yaptı. “İstatistiklerden bahsetmeyeceğim, web sitesinde bulabilirsiniz” dedi (çok parlak değil okulun istatistikleri, parlak olsa muhtemelen bahsederdi). Birkaç öğrenci konuşturuldu, yatılı kısım başkanı konuşturuldu. Her 10-12 ziyaretçiye bir öğrenci atandı ve öğrenciler kendi gruplarına okulu gezdirmeye ve tanıtmaya başladılar. Başöğretmen ziyaret sırasında öğrencilerin normal hallerini görebileceğimizi, özel bir hazırlık yapılmadığını söyledi. (Elbette yalan, öğretmeninden öğrencisine gayet profesyonel hazırlık yapılmış, herkes rolünü oynuyor).
Bizim gruba 15-16 yaşlarında Hong Kong’lu bir kız öğrenci denk geldi. Kız yatılı öğrenciymiş, bize okulun bölümlerini gösterdi. “Burası erkek yatılı binası, burası kız yatılı binası, burası resepsiyon binası, burası sanat odası, burası bilgisayar odası, burası laboratuvar, burası müzik odası, bunlar sınıflar” vs. vs... Her bölümde de rolünü oynayan öğrenciler, öğretmenler.
Labotuarlarda, ziyaret eden 10 yaşındaki çocukların ilgisini çekecek deneyler hazırlanmış... Her deneyin başına bir öğrenci veya öğretmen konmuş ve çocuklar ile deney yapıyorlar. Bir masada, bir hayvan kadavrası, öğrenciler kadavranın ciğerini pompaya bağlayıp şişiriyorlar (muhtemelen domuz). Ziyaretçiler plastik eldiven giyerek kadavra üzerinde inceleme yapabiliyor. Başka bir masada hava sürtünmesi ile ilgili bir yay deneyi, başka masada limon ile lamba yakma deneyi, diğer masada buhar gücü ile plastik bardakların devrildiği bir deney. Yani fizik, kimya ve biyoloji konuları ile ziyaretçi ilkokul çocukları ilgi çekici ve kontrollü bir ortamda buluşturuluyor ve etkileşime sokuluyor.
Bilgisayar odasında bilgisayar öğretmeni hazırlık yapmış, gelen çocuklara ve velilerine kodlama ile ilgili yol haritasını anlatıyor. Çocuklar ilkokulda scratch isimli ilkokul öğrencilerine yönelik görsel ağırlıklı kodlama programını öğreniyorlar. Ortaokulda bu program değişiyor ve metin tabanlı bir kodlama dili öğretiliyor. Lise döneminde ise Pyton dili ile programlamaya geçiliyor. Böylece Üniversite öncesinde öğrencilerin hemen tamamı ileri seviye ve bugün için akademi ve iş dünyasında en geçerli programlama dilini öğrenmiş oluyorlar.
Sanat odasında çocukların ilgisini çekebilecek resim ağırlıklı görseller hazırlanmış. Öğretmen çocukları 3D gözlük ile karşıladı. 3D gözlüğü takıp havada sanatsal bir şeyler oluşturdu ve çocuklara 3D gözlüğü sırayla taktı.
Okulun yan taraftaki okul ile ortak kullandığı bazı spor tesisleri, kütüphane vs. varmış onları göremedik çünkü laboratuvarda çocuklar çok oyalandılar.
Muhtemelen buna benzer uygulamalar Çin, Japonya vs. diğer gelişmiş ülke okullarında da mevcuttur. Türkiye’deki orta öğretim sistemi için de bu örnekten yola çıkarak belki devreye alınabilecek birkaç iyileştirme noktası bulabiliriz. Neler olabilir?
1) İlköğretim sonrasında, tüm ortaöğretim kurumlarının sonraki sene kabul edeceği öğrenciler için halka açık ziyaret günleri devreye alınabilir ve hem öğrenciler hem öğretmenler bu günler için hazırlık yapabilir. Bu etkinlikler çocukları akademik anlamda motive ediyor.
2) Okulların akademik, sportif, sanatsal, veli ve öğretmen geri bildirimleri ve müfettiş raporlarının halka açık platformda yayınlanması sağlanabilir.
3) Okulların bir önceki senelerde hangi mesafedeki muhitlerden öğrenci aldığı ile ilgili bilgiler yayınlanabilir. Locrating benzeri sistemler ile bu veriler emlak platformları ile birleştirilebilir.
4) İlk ve ortaöğretimde kullanılan kodlama öğrenme yazılımların Türkçe destekli muadilleri geliştirilerek devreye alınabilir. (Sanıyorum bu yazılımlar ücretsiz ve belki de direk devreye alınabilir. Pyton ise olduğu gibi Lise de öğretilmeli)
5) Türkiye inşaat sektörüne son yıllarda hem kamu hem özel şirketler üzerinden yüksek seviyede yatırım yaptı ve yatırımlar ekonomik durgunluk ile beraber yavaşladı. Okulların genişletilmesi programı bu kapsamda inşaat sektörümüz için doğru bir yatırım alanı olabilir. Bireysel konutların aksine okullara yapılacak inşaat yatırımları hem ekonomiyi büyütür hem eğitim sistemini güçlendirir. Bu bağlamda okul çevresindeki arazilerin kamulaştırılarak okul sahalarının genişletilmesi ve spor salonları, kütüphane, idari bina, açık spor alanları, müzik odaları, laboratuvarlar, konferans odaları vs. oluşturulabilir. Okulların hem alan olarak hem imkân olarak güçlendirilmesi ilgili yerleşim bölgelerindeki sosyal ve ekonomik hayatı da geliştirecektir. Tüm okulların en az 15-20 dönüm yeşil alanının bulunması sağlanmalı.
6) İlkokullarda bilgisayar odaları kurulmalıdır çünkü yazma, sayılar, çarpım tablosu, okuma vs. iyi, hızlı ve eğlenceli öğrenmek için birçok bilgisayar üzerinden kullanılması tavsiye edilen programlar gelişmiştir. Bu programların Türkçeye uyarlanıp okul müfredatına alınması faydalı olacaktır. Bu programlar sayesinde çocuklar belirli konuları tam olarak öğrenmeden ilerleyemiyorlar. Bir nevi öğrenim sisteminin sigortası. Okulun tüm sınıf için bilgisayar odası kurma imkanı yoksa dahi en azından 5-6 bilgisayar alınıp gruplar halinde çocuklara kullandırılmalıdır. Ülkemizde ilkokul bitiren gençlerimizin birçoğunun matematik testlerinde ortaya çıkan durumları kötüdür. Peki eğitim sistemimiz nasıl buna izin veriyor? Belli ki sistemde büyük hatalar mevcut.
7) Türkiye’nin 90 milyon nüfusu, 70 bin okulu, 20 milyon öğrencisi, 1 milyon öğretmeni var. Bu ölçekteki bir yapıya “masraf merkezi” gözüyle değil, “fırsat merkezi” gözüyle bakmamız gerekir. Elbette bu kadar çok okulun laboratuvar, spor, sanat, sınıf ekipmanlarını yerli üretmezsek, dışarıdan alırsak yurtdışına servet transfer ederiz ve yoksulluk oluşur. Oysa bu ölçek, bizim ilgili fabrikaları oluşturmamız için gerekli ölçek ekonomisini sağlıyor. Okulların modern eğitim sisteminde ihtiyaç duyacağı yüzlerce kalem malın fabrikasını kurmalıyız. Müşteri derdimiz yok zaten okullar alıcı. Ayrıca ihracat imkânı var. Evet belki Çin gibi yılda milyonlarca üretmeyeceğiz, birkaç on bin üreteceğiz ancak bu modelin ekonomik olması mümkün. Müzik enstrümanları, spor ekipmanları, laboratuvar ve sınıf ekipmanları için ilgili üretim tesislerini bu kapsamda kurmalıyız ve on binlerce ilave istihdam yaratmalıyız. Refah ve zenginlik tam olarak bu şekilde oluşur. Kaynakların iyi kullanılmasına örnek olur bu yatırımlar. (Çünkü müşteri riski yok). Bu yatırımları hayata geçirebilecek birçok ekonomik model mevcut, hükümetin bir tanesini seçmesi gerekli.
8) Okullarımızda sanat, spor, bilgisayar odaları, laboratuvarlar vs. yaygınlaştırmak demek ilgili uzmanlıklarda on binlerce eğitimci yetiştirmek ve istihdam etmek demektir. Bu da ülkenin sanat, spor ve bilim alanında yeterliliğinin artması ve uzmanlıkların ülke çapında yaygınlaşması gibi önemli faydalar oluşturacaktır. Ayrıca genel işsizlik oranını azaltır, eğitimde kaliteyi artırır.
9) “Raspberry Pi” isimli mini bilgisayarlar var. Ucuz ve fonksiyonel. Bunlar dünyanın en çok satan mini bilgisayarları. Selçuk Bayraktar da geçtiğimiz sene Raspberry benzeri mini bilgisayar setlerini “Deneyap Kartı” olarak üreteceklerini ve dağıtacaklarını açıklamıştı. Bu proje en az dron üretimi kadar önemlidir ve desteklenmelidir çünkü bu mini bilgisayarlar ile hem okul laboratuvarlarında hem evlerde gençler kodlama ve robotik konularında kendilerini geliştirebilirler. Projenin Raspberry seviyesinde bir ölçeğe getirilmesi için gerekli kurumların desteği ile yerli üretim, dağıtım ve eğitim yatırımları yapılmalıdır. Okullarda bu deneyap kartları ile proje geliştirmek için gerekli çalışma atölyeleri kurulmalıdır. En düşük maliyet ile en çok genci teknoloji geliştirme sürecine sokmak ve yarının iş alanlarına hazırlamak bu yatırım ile mümkündür. Bu yatırımın sonraki safhası, yine bu bilgisayarın yeni modellerinde kullanılacak yerli mikroçip ve uyumlu komponentlerinin üretimidir. Türkiye’nin 90 milyonluk nüfusu ve nüfusun yaş dağılımı özelliği, bu yatırım için yeterli büyüklükte pazarı oluşturmakta ve üretim ölçeğini desteklemektedir.
Vurgulamak istediğim nokta şudur: Bu işlerin bir kısmını çok kolay ve hızlı şekilde devreye alabiliriz. Misal, bedava olan scratch programlamasını çocuklara öğretme işini hemen herkes yapabilir, kısa bir eğitim yeterli. Pyton geliştirme öğretmeni ise 6 aylık bir program ile yetiştirilebilir çünkü çok pratik ve en hızı öğrenilen programlama dili. Zaten amaç öğrencilere temeli vermek sonrası çocuğun ilgisine bağlı sınırsız bir yolculuk.
Çocukların temel konuları iyi öğrenmeden ilerleyememesini yazılımlar ile test etmek çok kolay. Artık bu devirde, beşinci sınıfta olup çarpım tablosunu, dört işlemi, yüzdeleri, kesirleri, ölçü çevrimlerini, akıcı şekilde okumayı, okuduğunu tam olarak anlamayı, kendini akıcı bir Türkçe ile ifade etmeyi başaramayan öğrencinin olması, eğitim sisteminin büyük ayıbıdır. Yerel öğretmenlerin seviyesi çok yetersiz olsa dahi uzaktan eğitim sistemleri ve etkileşimli yazılımlar ile bu eksikler kapatılabilir.