Hadi bir girişim yapalım

Çetin Ünsalan Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Sloganlar ülkesi Türkiyem’in işsizliğe bulduğu çaredir girişimcilik. Aslında o coğrafyadaki girişimci ruh, bir ülkenin iş yapma kabiliyeti ve heyecanını sergileyen önemli göstergelerden biridir.

Fakat bunu gerçeklerden uzaklaştırıp, ‘herkes dükkân açsın’ kıvamına getirdiğinizde işin tadı kaçıyor. Gani Müjde bile ne diyordu: Gülmeyi bilmeyen dükkân açmasın. Aslında mizahın keskin zekâsıyla işlenmiş bu cümle, Türkiye’de bir çok çarpıklığı da ortaya döküyordu.

Ekonomide balonlar üstüne kurulmuş, kalkınma eksik bir büyümeyi yıllarca politika haline getirince istihdam yaratamayan yönetimler, çareyi girişimciliği özendirmekte buldular. Sonuçta da periyodik açılan / kapanan işyeri sayılarını açıklarken, kapananları yok sayıp, açılanlarla övünme metodu alışkanlık haline geldi.

İşyeri açmanın kolay, kapatmanın ise işkence haline dönüştüğü ülkede ise fotoğrafın bu tarafı görmezlikten gelindi. Neticede de Türkiye potansiyelini yönetmeyen bu haliyle girişimci ruhu törpüleyen ve girişimci öğüten bir hal aldı.

Zaman zaman bakan düzeyinde bile ‘iş aramak yerine iş kur’ mesajının açıktan verildiğine şahit olduk. Herkese bir garaj hikâyesi anlatıldı ve başarının sırrının garajda mümkün olduğu mesajı verildi. Dikkatinizi çekerim ‘google’ 7 milyarda bir başarı. Aynı sistemi Amerikalı’dan önce keşfeden ama destekçi bulamadığı için dünya çapında benzer işlere imza atamayan Türk gençlerinin varlığı da cabası.

Türkiye’de risk sermayesinin gerçekten hayat bulmadığı, melek yatırımcıların yaygınlaşmadığı, bankaların projelere değil, tapulara kredi verdiği, devletin de bir işletmeyi yok etmek adına elinden ne gelirse yaptığı bir ortamda zaten girişimci yetişemez.

Hadi bir girişim yapalım. Müthiş bir projemiz olsun ve sermaye arayışına girelim. Önce bu konuda finans sağlayacak kimse bulamazsınız. Son çare olarak bankaya başvurursunuz. Projenizin yüzüne bakmadan, teminat sorarlar. Kimsenin aklına projeye ortak olmak gelmez.

Tapuları dizip krediyi kaptığınızı düşünelim. İşyerini açtınız, kısa süre sonra Maliye ‘ben buradayım’ demeye başlar. Bir projenin oturması mucizevi bir iş ise en az 2 yıl. Ama devlet sizden bu süre içinde zarar lafı duymak istemez.

Giderlerinizin birçoğunu verginizden düşemezsiniz. Çalıştırdığınız personele ödediğiniz paranın yarısı kadar prim ve vergi gideriniz olur. Sonuçta hepsini dürüstçe ödeyerek İTO raporlarına göre 3 yılın sonunda batarsınız ve proje de yok olur.

Elbette bu durum mucizevi bir fikriniz varsa geçerli. Daha sıradan, bilinen bir iş yapmaya kalkışın. Örneğin bakkal dükkânı açacaksınız. Hangi bölgede, neye göre açacağınızın bir kriteri, o sektörle ilgili bir planlama var mı? Yok...

O nedenle de insanlar ‘burada işler iyi diyerek’ girişimci olur, sonra kendisiyle birlikte o mahalledekileri de batırarak, bir sürü de borç takıp, piyasada ödemeler zincirini kırarak piyasadan çekilir. Oysa bir ülkede herkesin girişimci olması gerekmiyor. O ruha sahip profesyoneller de, mükellef olanlar kadar önemlidir.

Fakat bizde ‘saldım çayıra, Mevlâm kayıra’ düzeni olduğu için, her isteyen, arzu ettiği bölgede, bilinçsizce sektöre giriş yapabilir. Sonra da batan işletmeler gerçeği yaşarız.

Yani sistem baştan, girişimci olanı batırmak üzerine kurgulandıysa ortada bir anormallik var demektir. Peki tüm bunları kurgulamadan insanlara neden girişimci olmayı öneriyorsunuz?

Bırakın gerçekten niyeti olanlar, planlı bir şekilde iş yeri açsın, iktidarlar da onları soymak değil, yaşatmak üzerine bir tavır sergilesin de, o işletmeler ayakta kalıp, istihdama katkı sağlasın.

Ama yok; planlama, bilim gibi kriterler bizi bozar. Neden? Çünkü burası sloganlar ülkesi.

Çetin Ünsalan

Tüm yazılarını göster