Türkiye tekrar kısmi kapanmaya adım attı. İşin sağlık boyutu açısından aslında uzmanlar tarafından talep edilen tam kapanma. Fakat muhtemelen onun için verilecek para yok. Bu nedenle de kısmi kapanma diye tarif edip, sadece taleplerin dile geldiği bir yaklaşım sergileniyor.
Şimdi yine en az bir ay boyunca kafelerden spor salonlarına kadar her yer kapalı olacak. Yemek işiyle uğraşanlar ise, asla çare olmayan ama hiç olmazsa tadında devam ettirilen paket servislere mahkum ediliyor.
Tekrar altını çiziyorum bunların pandemi sürecinde virüsle mücadele için ihtiyaç olduğunu, hatta daha fazlasının net bir tavırla ortaya konulması gerektiğini biliyoruz. Fakat biraz da eli vicdana koymak gerekiyor.
Bir açıklama yapılıyor; hiç kimsenin memnun olmadığı ve yeterli görmediği bir takım ödemelerle teklif edilen kredilere dayanak sağlanıp, şimdi yeniden fedakarlık isteniyor. Bir de bu dünyada işi başarıyla götüren ülke olduğumuz söylenerek paylaşılıyor.
Peki bunun karşılığında çalışanlardan işverenlere, bilhassa küçük esnafa yönelik bir destek var mı? Yok. Herhangi bir yükümlülüğünü silme söz konusu mu? Değil... Bir konuşma yapacaksınız gençlerden kadınlara, gazilerden emeklilere kadar herkesten bahsedip sözle gönül okşamaya çalışacaksınız, ama fedakarlık istediğiniz insanlara hem bir şey vermeyip, hem de vermiş gibi davranacaksınız.
Yetmiyor bir de sözün arasına bir türlü hesabı verilemeyen milyarlarca doları da sıkıştırıp, onun sorgulanmasının da kötü niyetli bir yaklaşım olduğunu ima edeceksiniz. Şimdi yönetenlere sormak gerekiyor: Sizce de bu işin tadı kaçmadı mı?
İşsizlik kol geziyor, istihdam arttırmaktan bahsediliyor. Üreten hem içte hem dışta sıkıntı yaşıyor; üretim maliyetlerine yetişemiyor; ne kadar güzel ürettiğine dem vuruluyor. Esnaf ayakta kalamıyor; ‘biraz idare edin’ deniliyor.
Emeklisi, işsizi, çalışanı, genci kimse memnun değil; onların hayatlarından ne kadar memnun oldukları söylenip, bir de zaten bu sorunu yaşayan insanların buna inanması isteniyor. Peki tüm bunlar ne için yapıyoruz?
Pandemiyle mücadele için kısıtlama. Hatta bu konuda o kadar kararlı bir tutup sergileniyormuş gibi bir eda var ki her türlü organizasyon, toplantı da yasaklanıyor. Yetmedi mecbur haller dışında şehirlerarası ulaşım da men ediliyor.
Peki o zaman sormazlar mı? Kongrelerde 81 ilde gruplar halinde toplanıp, sonra da o insanları Ankara’ya getirip, lebalep toplantılarla övünüp, sonra da muhtemelen virüsü patlatan etken olarak ülkenin dört bir yanına geri göndermenin mantığı ne?
Yani köşede kafeteryadan, lokantadan istenen fedakarlık var; işverenden dişini sıkmasını istemek mümkün, çalışandan ses çıkarmamasını istemek hak ama söz konusu olan örnek olması gerekenlerse her şey serbest. Sadece isteyip, hiçbir şey vermeyenler için Türkçe’de güzel bir benzetme vardır. Durum tam da o: Nalıncı keseri gibi kendine yontmak.