Yunan Parlamentosu, İzmir’de denize dökülmelerinin 92’nci yıldönümünde, 9 Eylül 2014 günü Türkiye’ye olan açık düşmanlığını tescilleyen yeni bir karar aldı. Pontus Rumları ve Yahudileri de kapsayan kararda, Yunanistan’da sözde Ermeni Soykırımını reddedenlere cezai yaptırımların uygulanması öngörülüyor. Özel kişilere 3 yıla kadar hapis ve 30 bin avro para cezası, tüzel kişiliklere ise hükümet yardımlarından mahrumiyet ve 100 bin avro para cezası verilmesi kararı alındı. Karar 52 lehte, 42 aleyhte ve 3 çekimser oyla alındı. Böylece Yunanistan, Avrupa’da İsviçre ve Slovakya’dan sonra, insanlığın büyük mücadeleler sonucu elde ettiği düşünce özgürlüğüne saldıran ve bunu yasalaştıran üçüncü ülke oldu.
Avrupalıların uydurma tarih yazıcılığı ile neredeyse zorla demokrasi elbisesi giydirdikleri bu ülke, aslında bir ölçüde demokrasinin beşiği gibi içi boş lafların geçersizliğini de bu kararı ile ispat etti. 18’nci yüzyılda gelişen Avrupa merkezcilik ve ırkçılık, 19’uncu yüzyılın başlarında sömürgeciliğin alt yapısını hazırlamak için kendi kültürel tarihini, her yönü ile çarpıttığı ve çoğunlukla uydurduğu Helen medeniyeti ile birleştirdi. 1800’lü yılların başlarından ititbaren neredeyse tüm Avrupa Osmanlı’ya karşı birleşerek Yunan Devletini kurdu. O gün bugündür Yunan kültürünün kaynağını tartışmak, bilim dışı ilan edildi. Helence, hokus pokus ile Hint-Avrupa dili oldu. Tıpkı bugün, düşünceleri suç kapsamına aldıkları gibi.
Bizim sitenin günlerdir tanıtımını yaptığı Martin Bernal’ın “Kara Atena” adlı kitabında bütün bunlar belgelere dayalı olarak, çarpıcı bir şekilde sergilenir. Batı, Avrupa, Avrupalı ve Amerika’daki kopyaları dün neyse bugün de odur! Her türlü göz boyayıcı söylemlerine karşın, hayatın içinde dikkate aldıkları tek değer çıkarlarıdır. Bir taraftan, “Voltair, Kant, Victor Hugo, Montaigne, Jean Jaques Rousseau” diyerek bize medeniyet ve demokrasi dersi (!) verirken, diğer taraftan tarih ve düşünce özgürlüğüne giren bir alanda, yine demokratik (!) olarak ceza yasaları çıkarırlar. Sivilleri de hedef alacak şekilde, zaten teslim olmak üzere olan bir ülkeye art arda atom bombaları atarlar, sonra da hiç sıkılmadan ülkeler hakkında muhasebeci defteri gibi insan hakları-demokrasi defterleri tutarlar.
Bu nedenle, ciddi devletler her türlü meseleye soyut kavramları bir kenara bırakarak jeopolitik gözlükle bakarlar. Süslü laflara karınları toktur.
Bizde ise durum biraz garip! Bizlere Sokrates’i, Platon’u, Aristo’yu ballandıra ballandıra anlatırken, Yunanistan’ın, kurulduğu 1929 yılından bu yana topraklarını ve deniz sahasını, Osmanlı Devleti ve Türkiye aleyhine en az 5 misli genişlettiğini söylemezler. Yunanistan’ın bu zararsız (!) soykırım uydurma girişimini saklamak için ellerinden geleni yaparken, bu ülkenin hemen her alanda Türkiye’nin hayati çıkarlarını hedef alan girişimlerini görmezden gelirler. Türk basını, Yunanistan’ın sözde soykırım yasağını Türk halkından saklamak için neredeyse körebe oynamaya başlayacaktı!
Yunanistan, Türkiye’ye karşı değişmez politikası olan “Salam Stratejisini” uygulamaktan asla vazgeçmez.Türkiye’ye yönelik milli hedeflerini parçalara ayırır. Ana gövde hedef alınmaz, küçük bir parça seçilir,her parça için bir zaman dilimi belirlenir,parça güzelce kesilerek yutulur. Bir parça mideye oturmadan diğerine geçilmez!Eğer bir direnç oluşmuşsa, taktik olarak geri çekilerek oyalama muharebeleri verilir, direnç noktaları yıpratma kampanyaları ile yumuşatılır, karşı atakla o dilim de afiyetle mideye indirilir.
Türkiye’nin, askeri ve ekonomik olarak güçlü olduğu dönemlerde, geri çekilerek barış ve dostluk kavramları, kamuoyu kampanyaları ile öne çıkarılır, Türkiye’nin sıkıntıya düştüğü durumlarda ise arkaya Batılı emperyalist devletler alınarak, sert ve düşmanca politikalar izlenir.
Yunan Devleti’nin çok iyi bildiği bir başka husus da, “Türkiye’nin Avrupa serüveninin bu ülke yararına sonuçlar doğuracağı” gerçeğidir. Bu nedenle, bu konuda karşıt görüşleri olan Güney Kıbrıslı Rum yetkililer,zaman zaman Atina’ya davet edilerek sertçe azarlanır!
Bütün bunlar ortada iken, şu konuları çok merak ediyorum. 2010 yılından itibaren Atina’da Türk-Yunan sorunları konusunda gizli ikili görüşmeler yapıldığını Yunan basınından öğrenmiştik. Türk gazeteleri Yunan basınını kaynak göstererek haberler yapmıştı. Acaba bu görüşmelerde Genelkurmay’dan bir temsilci var mıydı? Bir neticeye ulaşılabildi mi? Ege’yi bir barış ve dostluk denizi yapacak ve tarihi bir adım atacaktık! Acaba Yunan tarafının kabul ettiği, çok küçük de olsa Bir Türk önerisi var mı?
Her seviyedeki Yunan yetkili mikrofon gördü mü, nerede olursa olsun, ülkemizde bile, Türkiye ile tartışma konusu olan alanlarda bangır bangır bağırıyor, meydan okuyor! Türkiye’yi saldırganlıkla suçluyor, “Doğu’dan gelen tehdit, işgalci Türk askeri” diyor. Diyor da diyor! Ama bu arada, “gri bölgeler” dedikleri egemenliği tartışmalı adalara askeriyle siviliyle yerleşmekten de vazgeçmiyor!
Kıbrıs, Ege sorunları, gayrı askeri statüdeki adaların silahlandırılması, egemenliği ortada kalan ada ve adacıklar, karasuları, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, hava sahası, arama kurtarma bölgeleri, hatta FIR denilen sivil uçakların uçuş malumat bölgeleri bile aramızda sorun. Trakya Türkleri, Fener Patrikhanesi, Pontus meselelerini de eklersek liste uzayıp gider!Saymaya devam edersem kitaplara sığmaz!Konuyu dağıtmak istemiyorum. Fırsat olursa bu sorunların özünü parça parça, ayrı ayrı yazılara konu olacak şekilde ele alırız.
Ancak şunu söylemek istiyorum. Deve kuşu gibi kafamızı kuma gömerek, Yunanistan’ın sinsi girişimlerini saklayarak, bir yere varamayız. Gerçekler acıdır, eninde sonunda canımızı acıtır. Yunanistan ile ilgili her soruna, barış, dostluk, iyi niyet vesaire gibi soyut kavramları bir kenara bırakarak, somut çıkarlarımızı gözeten jeopolitik gözlükle bakmalıyız. Bir ilave yaparak yazıya nokta koyalım: “Yunanistan ile aramızda olan her sorun, aynı zamanda Batı ile aramızdaki olan bir sorundur!”
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr