Kimse aldırmıyor ve en küçük bir üzüntü bile duymuyor ama Türkiye tüm dünyanın gıpta ettiği, liyakate dayalı askeri terfi sistemini önemli ölçüde sulandırdı. Tüm siyasi mülâhazalardan uzak bu terfi sistemi, askeri açıdan düşmanlarımıza karşı çok önemli bir insan gücü üstünlüğümüzdü. ABD’li ve Avrupalı onlarca askerden, bu yönümüzle ilgili övgü dolu sözler duymuştum. Çünkü siyaset ve askeri liyakat dışındaki etkenlerden bütünüyle uzak bir askeri terfi sistemi, bir anlamda ülkemizin güvenliğinin sigortasıydı. Buradaki hataların bedelini, çıkacak bir harpte ağır olarak millet öderdi.
Yunanistan’da siyaset, askeri terfi sistemini felç etmişti. Siyasi nedenlerle, emekli olanlar bile geri döndürülerek önemli mevkilere getiriliyordu. Demokrat Parti döneminde, Gölcük’teki amirallerin terfi için, bu partiden olan Belediye Başkanı’nın kapısında saatlerce beklediklerini, amirallerin anı kitaplarında okumuştum.
Genelkurmay Başkanı Org. Özel’in bu yönde dikkat çeken ilk icraatı, YAŞ toplantı salonundaki koltukların yerlerini değiştirmesi oldu. Ben de o salondaki bazı YAŞ toplantılarına görevim gereği katılmıştım. Uzun masanın baş tarafında iki koltuk bulunur ve bu koltuklarda Başbakan ile Genelkurmay Başkanı yan yana otururlardı. Milli Savunma Bakanı’ndan başlamak üzere, diğer 4 yıldızlı komutanlar sağlı sollu olarak, kıdem durumlarına göre uzun masa boyunca sıralanırlardı. Org. Özel, masanın baş tarafında bulunan kendi koltuğunu kaldırtmış ve masa başında Başbakan’ı yalnız bırakmıştı.
Kendisinden sonraki Genelkurmay Başkanlarını da bağlayıcı bu davranışı herkes kendine göre yorumlayabilirdi. “Daha demokratik bir koltuk dizini oldu, herkes oturduğu koltuğu bilecek!” diyenler de haklı olabilirdi. Ben ise bu durumu şöyle yorumlamıştım: Terfilerde, de facto (yasal olmayan ama geçerliği olan uygulama) olarak Özel Yetkili Mahkemeler etkili oluyordu. Onlarca general, amiral ve subay terfilerinin öncesinde bu mahkemeler tarafından tutuklanarak bir üst rütbeye yükselme şansını kaybetmişti. Özel mahkemelerin veto yetkisi varmış gibi bir izlenim edinmiştim. Özel mahkemelerin ilgi alanına girmeyen subayların terfisi için de bu kez öncelik siyasi iradeye mi bırakılmıştı?
Sayısal olarak YAŞ’ta asker üyelerin çoğunluğu teşkil etmesi ve yasal olarak belirleyici olması, aslında bir anlam ifade etmiyor. İstenmeyen subaylara; Milli Savunma Bakanı, Başbakan veya Cumhurbaşkanı’nın onay vermemesi durumunda kaos doğuyor. Anayasal bir organ olan YAŞ, nesnel hukuki koşullar açısından baktığımızda, aslında işletilmiyor. Org. Başbuğ’un Genelkurmay Başkanı olduğu son Şura’da (2010), Halil Helvacıoğlu ve Gürbüz Kaya’nın korgeneralliğe, Abdullah Gavremoğlu’nun ise tümamiralliğe terfi etmesi için asker üyeler oy (Menfi yönde oy kullanan bir askeri üye olduğu konusu hiç gündeme gelmedi!) kullanmıştı. Ancak idari açıdan bazı makamlar bu işlemi onaylamadı. İki general ve bir amiral, haklarının yenildiği düşüncesiyle yargı yoluna başvurdular.
Türkiye’deki hukuki mevzuata göre, bu konudaki son yetkili merci olan Askeri Yüksek İdari Mahkemesi (AYİM) terfileri onayladı. Ancak bu subaylar yeni rütbelerini bir türlü alamadı, alamıyor. Dün sona eren Şura’da ise emekliye sevk edildiler. Genelkurmay sitesinde emekli edilenler yer almadığından, bu komutanların hangi rütbe ile emekli edildiklerini bilmiyorum.
Balyoz ve türevi diğer sanal davalar hakkında, “Hukuk süreci işliyor, hukuka saygılıyız!” diyenler, iki general ve bir amiralin hukuken sonuç aldığı bu konuda niçin, özellikle sessiz kalıyor ve bir hukuk değerlendirmesi yapmaktan kaçınıyorlar? Acaba bu özel olayda kaybolan hukuku mercek altına alıp, fiili sonuçlarından vazgeçtim, en azından kuramsal olarak inceleyecek özel ya da tüzel kişileri günün birinde görebilecek miyiz? Sadece hukukun üstünlüğü adına soruyorum, bu üç subayın hukuken hangi rütbede olması gerekiyor?
Hatırlayalım, Mart 2013 ayı PKK teröristlerinin ellerini kollarını sallayarak, ülke dışına çıkma tartışmaları ile geçmişti. Cumhuriyet gazetesinin, 25 Mart 2013 tarihli Barkın Şık imzalı haberinde, “Genelkurmay’ın Hükümet’in belirleyeceği tavra uygun hareket edeceği” güvenilir kaynaklara dayandırılarak vurgulanıyordu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Adalet Bakanı, bir televizyon sunucusunun bu konu ile ilgili sorduğu soruya, “Bu suçsa, ben bilerek bu suçu işliyorum!” şeklinde cevap vermişti. Arkasından da, ne yani, bir savcı çıkıp da, “Siz niçin Türkiye’ye barış getirmeye çalışıyorsunuz?” diye hesap mı soracak sözleri ile konuşmasını tamamlamıştı. Demek ki hukuk süreci dışında, insanların sıdkı sadakatle bağlı oldukları başka gerçeklikler vardı!
2012 yılında beklenmedik şekilde Hasdal’da bulunan terfi sırasındaki general ve amirallerin tamamı YAŞ’ta emekli edilmişti. 2013 yılında da aynı gelenek devam etti. Şura’ya girsin veya girmesin general ve amiraller ile tutuklu subayların büyük çoğunluğu, kendilerini arkalarından hançerlenmiş gibi hissetti. Müthiş bir üzüntü ve hayal kırıklığı yaşandı. “Görevlerinizin başına geri döneceksiniz” diyenler de olmuştu ama tüm komutanlar, emeklilik kararlarını imzalamışlardı.
TSK, çok geçmeden, 1. Ordu K. Org. Yalçın Ataman’ı, herhalde olan biteni açıklamak üzere cezaevlerine gönderdi. Kararların, “askeri gereklilik!” nedeniyle alındığı bildirildi. Bence, böyle bir girişime gerek yoktu. Çünkü cezaevlerindeki tüm tutuklu subaylar, bu gerekliliğin ne olduğunu çok iyi biliyorlardı!
TSK, genel politikasını dün sona eren Şura’da da devam ettirdi. Balyoz tertibine Anayasa Mahkemesi oybirliği ile el koymasına rağmen, bu davadaki tüm general ve amiraller emekliye sevk edildi. Böylece, mensuplarına yönelik tezgâhlar nedeniyle suç duyurusunda bulunan TSK, şeytanın aklına gelmeyecek olan tertiplerle Balyoz kumpasına bulaştırılan, general ve amirallerden kurtulmuş oldu. Hem TSK hem Türkiye Cumhuriyeti Devleti hem de Aziz Türk Milleti için hayırlı ve uğurlu olsun!
Aslında şu aşamada bunların da fazla bir önemi yok! Önemli olan devletimizin bekası ve hayati çıkarları, ülkemizin bölünmez bütünlüğü ve milletimizin güvenliğidir. Hani, maçlarda yenilgi sonrası konuşan futbolcuların dediği gibi, önümüzdeki maçlara bakmalıyız. Bu kritik coğrafyada, ancak güçlü silahlı kuvvetlere sahip olursak ayakta kalabiliriz. Bu topraklara bağlı her Türk vatandaşı, koşullar ne olursa olsun TSK’yı desteklemelidir.
TSK, geleceğe güvenle bakmak istiyorsa, içindeki cemaat artıklarını bir an önce söküp atmalıdır. Donanma’da açılan soruşturmanın hangi aşamada olduğunu kamuoyu merak ediyor. TSK gibi ciddi bir kurum çok ciddi bir konuda suç duyurusunda bulundu! Acaba bu konuda, yetkili makamlar tarafından aynı ciddiyette bir hazırlık yapılıyor mu? Kamuoyu bunu da merak ediyor! Hiçbir sorun kendiliğinden çözülmez; cesaretle adım atmak gerekir.
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr