Ne demişti Başbakan Davos’ta: “Daha da Davos’a gelmem.” O zamanlar Türkiye’ye biçilen rolün en revaçta olduğu, ‘one minute’ senaryolarının yazıldığı, bu ülkeye iktidar edenlere sahte Osmanlı masalı anlatıldığı günlerdi…
Sene 2009… Küresel krizin çıkmasının üzerinden kısa bir süre geçmiş; İngiliz Dışişleri Bakanı faturanın gelişmekte olan ülkelere çıkacağını ağzından kaçırmış; batmak yerine piyasalara para pompalama kararı alınmıştı.
Henüz ne Araplar’a bahar gelmiş; ne de Türkiye komşularının tamamıyla kötü olmamıştı. Karnesi iyiydi… Resmi açıklamalara göre; 2003 yılında 35 milyar dolar getiren Amerikalılar 2007 sonunda 65 milyar dolar götürerek büyük kazanç elde etmişlerdi.
Gerek siyasal, gerekse ekonomik olarak Türkiye’nin üzerine daha rahat oynanabilirdi. Delik için kullanılan süpürge ile, beyzbol sopası arasında ‘aslansın kaplansın’ nidalarıyla Türkiye cepheye sürülmüştü.
Bir tarafta borçlandırılarak finanse ediliyor, öte tarafta Ortadoğu’da model ülke olacağı yönünde imaj çalışması yapılıyordu. İşte böylesi günlerde geldi ‘One minute.’ O süreçte Başbakan’ı parlatmak için iyi kullanıldı. Kimse o an ya da sonrasında İsrail’e verilen imtiyazlar, ihaleler ve işleri sorgulamadı.
Reklam iyiydi… Ama işler tersine döndü. Hem de tam burnumuzun dibinde… Bugünlerde Cenevre 2 Konferansı ile gündemde olan Suriye’nin tutunması sayesinde, tek kutuplu dünyadan çok kutuplu dünyaya geçilirken, coşku karşılığı hiçbir görev yerine getirilmemişti.
Üzerine iki seçim, bir referandum kazandırıldı; ama Suriye’de uçağımız düştü; NATO üsleri Türkiye’y yerleşti; Libya’da iki uçak arası yalancı hale gelindi; Esad, Esed oldu; ama bizim iktidara yaramadı…
İktidar süreç uzadıkça köşeye sıkıştı ya da sıkıştırıldı. Çünkü hayaller de, taahhütler de suya düşmüştü. Dünyada konjonktür değişirken, bir taraftan da sunulan likidite hiçbir problemi ortadan kaldırmamıştı.
Ekonomiden siyasete, hukuktan ayakkabı kutularına kadar bütün boya tek tek dökülmeye başladı. İktidar sertleşti; vatandaş itirazını yükseltti; gençler ortaya çıktı; onları palalılar kovaladı. Türkiye’nin fotoğrafı netleşmişti.
Dışarıda sürekli kaybedilen itibar, eskisi gibi gelmeyen finansman, içeride ODTÜ, İTÜ, Boğaziçi ya da nitelikli beyinlerin karşısında palalılar… Seviye ortada, çare sertleşmekteydi. İktidar da aynen bunu yaptı. Sertleştikçe daha çok kırıldı…
Herkesi suçlamaya, ortaklarını bile paylamaya başladı. Ortakları da onu… Sonra ABD yeni ekonomik politikasını açıkladı; telaş ortaya çıktı; başkasının parasıyla 11 yıl geçiren Türkiye, borcu finanse edemez noktaya gelince, acı gerçeğiyle tanışmaya başladı.
Parası da, sahte milli geliri de, başarılı ekonomi palavrası da, dış siyaseti de, adaletten yoksun kanun odaklı hukuku da ülkenin tam orta yerine yerleşti… Şimdi dolar zirve yapıyor. Daha da yapacak… Bunun için büyük ekonomist olmaya gerek yok. Olmayan parayı harcayıp, borçla finanse edilen bir bütçeniz varsa, borç bulamadığınız anda batarsınız.
İşte Türkiye’de olan tam da bu… Şimdi Davos’ta sahte kibarlıkları bir kenara atarsak, kapalı kapılar ardından şöyle denmiş midir acaba? ‘Daha da gelmeyin.’ Hiç sanmam… Oyunun en başından beri senaristi olanlar dese dese; ‘Siz gelmeyin başkasını yollayın’ derler.
Kendi çözümleri olmadan, ‘sıra bizde’ duygusuyla giden başkası da çözümü halen orada arıyorsa vay bu memleketin haline…
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr