Çalışma yaşamı ve seferberlik

Çetin Ünsalan Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı kolları sıvadı, il il gezip, çalışma yaşamına ilişkin milli seferberlik konusunda ziyaretlerde bulunacak. Açıklamaya göre gittiği illerde çalışanların ve işverenlerin görüş ile önerilerini dinleyecek.

Seferberlik, adından da anlaşılacağı gibi milli bir olaydır. Herkesin tek vücut olup, aynı amaç doğrultusunda mücadele verebilmesi için de samimiyet gerektirir. Şimdi Bakanlık il il gezip ne anlatacak?

Sosyal Güvenlik Reformu’nun resmileştirilmeye çalışıldığı günlerdi. O dönem görev yaptığım Business Channel’da ve daha sonrasında da 10 yıl boyunca farklı kanallarda ayda en az bir ya da iki gün programlarımda konuk olarak konuştuğum isim olan Çalışma eski Genel Müdürü İsmail Bayer uyarmıştı. Mealen aktarayım:

“Reform adı altında hayata geçirilen bu düzenleme, çalışma yaşamındaki barışı dinamitlemektedir. Çalışma yaşamında barışı bozduğunuz anda telafisi mümkün olmayan hasarlara neden olursunuz.”

Aradan geçti 10 yıl ve adım adım takip ettiğimiz uygulamalarla çalışma barışı alt üst edilmeye devam edildi. Şimdi insanlara il il gezip ne anlatacaksınız?

Tekel’i yok pahasına satıp, oradaki işçilerin 4C’li olmamak için verdiği mücadelenin provakasyon olarak nitelendirildiğini, sonra iş hukuka yansıtılıp, süreç içinde hepsinin tabiri caizse tek tek avlanıp hak mücadelesinin yok edildiğini ve hakların gasp edildiğini mi?

İş kazaları adı altında, birçok ülkenin savaşta bile kaybetmeyeceği nüfusun, iş cinayetleri haline dönüşen uygulamalarla öldüğü ülkemde, sorumluların elini kolunu sallayarak adliye kapısından çıktığını mı?

Yıllarca kurgulanmış enflasyon ile maaş zammı verilen insanların, ihtiyaçlarını karşılamak için kredi ve kredi kartı borçlusu haline dönüştüğünü mü? Emeklilikte yaşa takılanlarda, yasayı geriye işletip, dünya nezdinde görülmemiş bir hak gaspı yaratıp, sonra da bunu kamuoyuna ‘erken emeklilik istiyorlar’ diyerek pazarlayanları mı?

İşsizden sigorta primi istemeyi mi; yoksa ücretsiz sağlık hizmeti adı altında sunulan hastane sektörünün, kamu kaynaklarıyla nasıl zengin olduğunu mu? Öldürülen sağlık çalışanlarını mı; kamunun açığını kapatmak için hasta ile bakanlık arasında kalıp, kötü çocuk ilan edilen eczaneler gerçeğini mi?

Atanamayan öğretmenleri mi; hak arayan öğretmenleri Ankara’nın göbeğinde havuza dökmeyi mi? Birden fazla sendika hakkı tanınıyor reklamıyla sendikasızlaşan Türkiye’yi mi, sarı sendikaları mı, yoksa yıllardır Anayasa’yı ihlal ederek toplanmayan Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nu mu? Hangisini anlatacaksınız?

Dönelim işverenlere… Yıllarca düşük kur, aşırı değerli TL ile, ithal cenneti yapılan memleketi mi; işçisine verdiği ücretin yarısı kadar sigorta ve vergi ödemesi gerçeğini mi? Odalarının, derneklerinin susturulduğunu mu; ‘senden, benden’ diye ihalelerde ayrıma tabi tutulduklarını mı?

Bakkallar başta olmak üzere, her açıldığı yerde 64 iş kolundaki esnafı yok eden AVM tutkusunu mu; sokak aralarına kadar giren indirim marketlerini mi? Salma vergileri mi, af adı altında tahsilât operasyonlarını mı?

Mesleki Yeterlilik Kurumu’na emanet edilen mesleki eğitimin ahîlik geleneğini yok sayarcasına usta çırak ilişkisinin sertifika pazarına devrini mi; ithal edilen samanı mı? Hangisini anlatılacak bu gidilen illerde?

Hepsi ve daha sayamadığım niceleri için özür dilenip, ayağı yere basan yeni politikalar mı açıklanacak, yoksa ‘ses çıkarmayın’ tavsiyesi mi verilecek? Ne olur söyleyin, çalışma barışından ne kast ediliyor?

Çünkü sadece bizde değil, dünyanın hiçbir yerinde bu uygulamalarla bir çalışma barışı ortamı oluşmaz, kumarhane ekonomisine kurban edilirken, büyük resmi görmeyip, kendi arasında çatışanlarla da seferberlik ruhu oluşmaz. Bence işe hataları kabul ederek başlayın. Yani gidilen illerde konuşması gereken çalışan ve işverenler değil, işi bu hale sokan yetkililerdir.

Nereden başlayacağınızı bilmiyorsanız; ipucu vereyim. Özür dileyerek başlayabilirsiniz.

Çetin Ünsalan

Tüm yazılarını göster