Türkiye, pazartesi gününden beri tam kapanma kararlarını tartışıyor. Aslında yanlış anlaşılmasın; kimsenin sağlık nedeniyle uygulanan bu tedbire itirazı yok. İtiraz, ‘kapatıyorum’ deyip, ardından ‘iyi akşamlar’ diyerek dönüp arkasını gitmeye...
Çünkü arkada milyonlarca insan far görmüş tavşan gibi kaldı. ‘Kapatıyoruz ama şöyle bir destek uygulaması hayata geçiriyoruz; kapatıyoruz ama ödemeleri durduruyoruz; kapatıyoruz ama yükümlülükleri siliyoruz” cinsinden bir açıklama beklendi.
Fakat bazı kötü şirketlerde, maaş vermeyen patronların çalışanları toplayıp, nutuk atıp, birlik beraberlikten bahsedip, herkes maaşlar ne zaman ödenecek sorusunun yanıtı beklerken, ‘sizden fedakarlık bekliyorum’ cümlesiyle bitirdiğine benzer bir konuşma dinledik.
Günün sonunda perşembe akşamından itibaren yarım ayı aşkın bir dilimde kapandığımız gerçeği vatandaşın önünde, nasıl geçineceği sorusu yanıtsız olarak aklında kalıverdi.
Kapanmaya kapanalım; ama önce kavramları doğru kullanalım. Bu kısıtlaması arttırılmış bir önlemden başka bir şey değil. Lebaleb kongreler yapıp, sonra da tam kapanma gerekçesini ‘kurallara uymadınız’ diyerek vatandaşa kesemezsiniz. İçişleri Bakanlığı’nın ilk cezayı bu kongrelerin sahibine kesmesi gerekir.
Çünkü ülkenin dört bir yanından insan getirip, onları salona doldurup, sonra da ülke geneline yayıp virüsü patlatan parkta dolaşan adam değil, bu organizasyon. Tam kapanma meselesine gelince. Ortada tam bir kapanma yok.
Zira tam kapanma derseniz, olağanüstü hal ilan etmeniz gerekir. Bunun da hukuki ve ekonomik karşılıkları vardır. Yani dönüp arkanızı gidemezsiniz. Bu nedenle de tam kapanma denilemiyor; isim uyduruluyor.
Oysa Türkiye’de tek tam kapanan mesele sokağa çıkma kısıtı değil. Mesela restoranlar, kafeler kapanıyor ama gelir dağılımına baktığınızda nüfusun ilk yüzde 20’si ile son yüzde 20’si arasındaki fark 5 kattan, 8 kata çıkarak açılıyor.
Hizmet sektörüne ket vuruluyor; öte yandan üretime devam deniliyor; ihracat rakamlarından bahsediliyor. Ama dış ticaret açığı ve bunun tetiklediği cari açık problemi sürekli farkı açıyor.
Sokağa çıkmak yasaklanıp, herkesin evine kapanması isteniyor; ama kullanma ya da geçiş garantili adı proje olan işlerde, Hazine’den yapılan ödemenin miktarı sürekli açılıyor.
İnsanları eve kapatabiliyorsunuz ama enerji giderlerini, gıda maliyetlerini, kira ödemelerini kredi teklif ederek karşılamasını istediğiniz için aile bütçesindeki delik sürekli açılıyor.
Otellerden yollara her yeri kapatabiliyorsunuz; ama örneğin Almanya’da bedava olan test için 250 TL, yani asgari ücretin yüzde 8’i kadar bir para ödenmesini isteyerek, cepteki deliği büyütebiliyorsunuz.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Vatandaştan fedakarlık isteyip, makam araçlarının modelini yükseltenlerin icraatları bitmez. Ama şu bir gerçek ki bu iş artık yönetilebilir olmaktan çıktı.
Ankara’dan mesele nasıl gözüküyor bilinmez ama, kapanan dükkanların bir daha açılıp açılmayacağı, buradan çalışanların işi olup olmayacağı, bankaların, kamunun alacaklarını tahsil edip edemeyeceği büyük bir bilmece olarak varlığını güçlendiriyor. Kim bilir belki de 2021 yılının açılımı da budur.