Ülkede resmi rakamlara göre bile her dört gençten biri işsizken, en az bu oranlara sahip, ama işsiz olmaktan daha kötü bir durumda sayılması gereken ne eğitimde ne iş hayatında var olmayan, istatistiklere göre de yok sayılan bir genç kesim var.
İBB İstanbul İstatistik Ofisi, işte tam bu kesime yönelik bir araştırma gerçekleştirdi. Ortaya çıkan sonuçlar, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken ve ders çıkarılıp, çözüme başlanması lazım gelen noktayı bize anlatıyor.
Öncelikle bir klişeyi yerle bir edelim. Birçok işletme sahibine sorduğunuzda ‘iş var çalışan yok’ sözünü duyuyoruz. Bunun tek bir nedenle açıklanması mümkün değil. Zaten sorunlu bir eğitim sistemini, 20 yılda yerle yeksan edip, soruları çaldırıp, güvensizliği tavan noktaya getirdikten sonra yönetenlerin en azından utanması gereken bir tabloyla karşı karşıyayız.
Gerçekten böyle bir sorun var. Çünkü mevcut işgücü ile, ihtiyaç duyulan iş gücü birbirine örtüşmüyor. Peki bu durumda suçlanması gereken, her şehire, hatta her ilde her semte bir üniversite kurup, bununla övünen siyasiler mi, yoksa sistemin içerisinde buraya sürüklenip, mezun olduktan sonra yetersizlikleriyle iş bulamayan gençler mi?
Ayrıca bundan yakınan işverenler ne kadar doğru işveren? Siz geleceğin ekonomisinin dışında kaldıysanız, personelden çalışma arkadaşı aşamasına geçmediyseniz, halen patronculuk oynuyorsanız, işsiz kalan insanın durumundan faydalanarak yok pahasına insan çalıştırma peşine düşüyorsanız, önce bir durup kendinize bakmanız gerekir.
Yani işgücüne katmaya çalıştığımız gençlerin ihtiyaç duyulan mesleklerle iş dünyası arasında uyumsuzluğu ve yetersizlikleri ne kadar açıksa, şark kurnazlığı peşinde koşan işveren kesiminin de problem haline dönüşen yapısı o kadar net. O nedenle patronculuk oynamayı bırakın. Sorunun muhatabına dönün.
Muhatabına dönmüşken tekrar araştırmanın sonuçlarına bakacak olursak... “Araştırmaya göre istihdamda ve eğitimde olmayan gençlerin yüzde 86,3’ü, bir tanıdığı yoksa iş bulamayacağını düşünüyor. Gençlerin yüzde 79,3’ü de fırsat eşitliğinin bulunmadığına inanıyor, yüzde 75,5’i bir imkan bulursa yurtdışında çalışmak istiyor.”
Yani toplumda kayıp olarak nitelendirilen, arafta kalmış ne çalışan ne okuyan gençlerin bile dörtte üçü geleceğini yurtdışında görüyorsa, ortadaki sorun güvendir. Bu yurtdışının çok matah bir yer olmasından kaynaklanmıyor. Bizdeki iklimin berbat olması bu sonucun çıkmasına neden oluyor.
Eğitimden iş bulmaya kadar her konuda fırsat eşitliği olmadığı düşünülüyorsa bunun sorumlusu gençler değil. İş bulmak için bir aracı peşine düşülüyorsa, buradaki sıkıntıyı gençlerde değil, her attığı adımda ‘bizden mi’ diye bakan siyasilerin yarattığı ortamda aramak lazım.
Yoksa Türk gençlerinin yetenekleri, dünyadakilerden aşağı değil. Doğru bir eğitim verildiğinde, sisteme sokulduğunda son derece olumlu sonuçlar alınabildiğini görüyoruz.
Örnek mi? Son dönemde herkes milli takımdan bahsediyor değil mi? Peki milli takımın kadrosunu incelediniz mi? Çatının ve çoğunluğun yurtdışındaki disiplin içinde çalışan, kendisini geliştirmesine izin verilen, fırsat sunulan gençlerden oluştuğunu görmüyor musunuz?
Demek ki gereken koşullar sağlanırsa, adalet temin edilirse, doğru eğitim verilirse ve sistem kurulursa, bilimi işin temeline almak esas olursa sonuç da alınabiliyor. Hatta bu konuyla ilgili Yılmaz Vural’ın verdiği bir röportajda meseleyi çok net anlatan bir ifadesi var. Diyor ki:
“Erzurum benim neden 30. takımım? Türkiye kendini sorgulamalı. ‘Ya bu adam 30 takım değiştirmiş neler oluyor; kabahat bu adamda mı yoksa sistemde mi’ diye. Ben bu kadar takım değiştirmek istediğimden değişmedim ki sonuçta. Herkes olanı değerlendiriyor. Kimse sebebini araştırmıyor.”
Yılmaz Vural, Türkiye’de uluslararası sertifikalara sahip ve her dönem kurtarıcı diye zor durumdaki takımların başına getirilen bir isim. Bu sözlerini futboldan çıkarıp, her alana yansıtın. Sizce haksız mı? Peki umutsuz gençler neden yurtdışında çare arıyor?
Şimdi dönüp sorun kendinize... Problem o gençlerde mi; yoksa onlara yaşadıkları ülkeyi yaşanmaz hale getirenlerde mi?