SSCB, Rusya Federasyonu ve petrol fiyatları! Fiyat arttıkça Rusya vuruyor, fiyat düştükçe Rusya duruyor!

Soner Polat Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

SSCB devasa bir devletler topluluğu olarak yıkılmaz bir görüntü veriyordu. Tartışılmaz jeopolitik zenginliğe, önemli kaynaklara, dev bir savaş makinesine ve ideolojik disipline sahipti. İki kutuplu dünyanın öbür yarısıydı. Ama birdenbire çöktü! Sosyal ve siyasal olaylarda hiçbir sonuç tek bir nedene bağlanamaz.Ama SSCB ve Rusya Federasyonu’nun (RF) 1991 yılında başlayan 25 yıllık tarihinde, önemli değişim ve dönüşüm dönemlerinde petrol fiyatlarının belirleyici bir kırılma yarattığını görüyoruz!

SSCB Aralık 1979’da küresel dengeleri alt üst edebilecek bir jeopolitik hamle yaparak Afganistan’ı işgal etti. Başarılı olup tutunabilseydi, belki de dünya bambaşka gerçekliklerle karşı karşıya kalacaktı. Bu cüretkâr ve iddialı girişimine başladığında, ham petrolün varil fiyatı 100 doların üzerindeydi.

Bundan yaklaşık yedi yılsonra 1985’te petrol fiyatları 30 dolar seviyesine indiğinde, süngüsü düşen SSCB, Gorbaçov’un “glasnost (açıklık) ve perestroyka(yeniden yapılanma)” sözcükleri ile hayata tutunmaya çalışıyordu.Ve filmin sonuna hızla yaklaşıyorduk! SSCB Batı’ya zeytin dalı uzatarak yoğun bakımdan çıkacağını sanıyordu. Petrol fiyatlarında önemli bir kıpırdanma olmayınca,6 yıl içinde yoğun bakımdaki hastanın fişi çekildi. 1991 yılında dev bir imparatorluk tarihin yaprakları arasında kaybolmuştu. Çok kaba bir değerlendirme yaparsak, SSCB petrol fiyatlarının yükselmesi ile büyük hedeflere yönelmiş, fiyatların düşmesi ile yaşam nefesini kaybetmişti.

Gorbaçov’dan (15 Mart 1990-25 Aralık 1991) sonra Yeltsin (1991-1999) başa geçmiş, ama petrol fiyatlarının daha da düşerek 20 dolar seviyesine inmesiyle, SSCB’den sonra RF’de de ayrılıkçı akımlar güçlenmeye başlamıştı. 1998 yılında (petrol fiyat: 20 dolar) ortaya çıkan ciddi ruble krizi, RF’yi köklerinden sarsıyordu. RF, SSCB’nin son günlerinde olduğu gibi, büyük bir ekonomik ve siyasi krizin tam ortasındaydı ve oksijen çadırında suni teneffüs ile yaşatılıyordu.

Yaşanan ağır kriz Yeltsin’i koltuğundan etti ve 7 Mayıs 2000 tarihinde yerine Vladimir Putin geçti. Putin emin ve kararlı adımlarla önce Rusya’yı ayağa kaldırdı; sonra siyasi ve ekonomik istikrar yarattı; daha sonra ülkesinin ulusal çıkarlarını genişletecek hamleler yapmaya başladı. Ama bir gerçeğin de altını çizmeliyiz. Putin’in ve RF’nin yükselişi ile petrol fiyatlarının yükselişi arasında inanılmaz bir paralellik vardı! Putin’in 20 dolardan aldığı petrol fiyatları tırmandıkça tırmandı ve 2013-2014’lere gelindiğinde 120 dolara kadar çıktı.“Putin mi yoksa petrol mü daha değerliydi?” sorusu ciddi bir incelemeyi hak ediyor!

Rusya petrol fiyatları düşükken Batı ve NATO’nun yakın çevresinde üst üste yaptığı hamlelere cevap vermedi ya da veremedi! NATO’nun kendi sınırlarına doğru genişlemesine ve ABD’nin Afganistan’ı işgaline bile yeşil ışık yakmak zorunda kaldı. Ama dünya ekonomik krizinin de yaşandığı 2008 senesinde, petrol fiyatları 105 dolar seviyesindeyken, Gürcistan’a askeri olarak müdahale etti. Petrol fiyatları 120 dolar civarındayken Kırım’ı ilhak etti; Batı’ya Ukrayna’da cepheden karşı çıktı!

RF, eskiden sahibi olduğu SSCB’yi de uçuruma sürükleyen kaderine bir türlü meydan okuyamıyor! SSCB döneminde de milli gelirin yaklaşık yüzde 70’i enerji kaynaklarına dayanıyordu; bugün de aşağı yukarı benzer bir sonuç ile karşı karşıyayız.

Yukarıdaki somut olguları derinlemesine analiz eden Batı, her zaman olduğu gibi RF’yi en hassas yerinden, deyim yerindeyse tam kalbinden vurdu. Küresel düzeyde çeşitli önlemler alındıktan ve arz talep dengelerini bozulduktan sonra petrol fiyatları 120 dolardan 50 dolara kadar geriledi. Ama iniş o kadar hızlı oldu ki neredeyse 1-1,5 yıl içinde her şey bitti. RF, ne olduğunu anlamaya çalışırken, kendisini ekonomik krizin içinde buldu. Ruble 6 ay içinde yüzde 50 değer kaybetti.

Bu bilgilendirmeden sonra soru şudur: “Rusya, ekonomik olarak soluk almak için, geçmiş dönemlerde olduğu gibi Batı’ya taviz verir mi?”

Öncelikle şunu vurgulayalım: Başkan Vladimir Putin kendisini, Ruslara ilk Hıristiyanlığı kabul ettiren Kiev Prensi I. Vladimir (956-1015) ve bu ülkeye önemli sıçramalar yaşatan Çar Büyük Petro’nun (1682-1725) karışımı olarak görmektedir. Rusya’nın makûs talihini değiştirdiğini ve ismini Rus tarihine altın harflerle yazdırdığını düşünmektedir. Bu duygu ve inanış Rus halkının büyük bir bölümünde de karşılık bulmaktadır. Moskova ve Sen Petersburg’a gittiğimde, merak ettiğim bu konuyu sıradan insanlara sordum. Putin’e karşı saygı dolu bir hayranlığın olduğunu farkettim.

Diğer taraftan Putin, yüzde 90’ını denetim altında tuttuğu kitle iletişim araçları ile ekonomik krizin Rusya’yı diz çöktürmek için, özellikle Batı tarafından çıkarıldığına halkın büyük bir bölümünü inandırdı. Bu krizi, Batı’ya hiçbir taviz vermeden kısa sürede çözeceklerini ve Rusya’nın bu olaydan dersler alarak kazançlı çıkacağını ileri sürüyor.

Bu duruşundan sapmalar olur mu, güçlü bir karşı muhalif akım ortaya çıkar mı? Bu sorular ortada dursa da, kendisinin bir efsane olduğunu düşünen Putin,asla geri adım atmaz! Küresel ısınma bir yandan, jeopolitik karşıtlık öte yandandünyayı kaynatmaya devam edecek gibi gözüküyor.

Amiral Soner Polat

ulusalkanal.com.tr

Tüm yazılarını göster