Düşük faiz ve sonuçları

Çetin Ünsalan Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Faizlerin seviyesi ve kredilendirme mekanizması son dönemin en önemli konularından biri. Öncelikle karşılıklı fikir ayrılıklarının üst seviyeye çıkması, ülkeye yeterince para gelmediğinin kanıtı... Çünkü olmayan parayı dağıtmak, olanı dağıtmaktan daha zordur.

Bankacılık kesimi özellikle yurtdışı sendikasyonlarını tazelerken, bunun önemli bir bölümünün eski borcun yapılandırmasına gittiğini biliyor. Yurtiçi tasarrufların eksikliği, enflasyon, döviz gibi maliyetlerin hükümetin söylediğinden daha yüksek oluşu, sorunlu kredi hacminin yapılandırmalar nedeniyle düşük çıkması gibi gerçekler var.

Elbette iktidarın reel sektörden anladığının inşaat sektöründen ibaret olması ve burada yükselen risklerin kredi sunumunu engellemesi de diğer gerçek… Vatandaşın önüne çıkıp, ‘düşürün faizi’ gibilerinden sloganlar atmak kolay. Fakat gerçeklerin farkında olanların ikna edilmesi pek mümkün olmuyor.

Son olarak ‘biz yapacağımızı biliriz’ noktasından, bankacılarla görüşme aşamasına geçmeyi başaran iktidar, son olarak Başbakan Yıldırım – bankacılık zirvesinin ardından tavsiye (!) niteliğinde açıklamalarda bulundu. Ne hikmetse iktisadi (!) olarak ikna (!) olan bankalar da sembolik indirimlerle destek görüntüsü vermeye başladılar. Artık nasıl ikna edildiyseler…

Peki diyelim ki her şey yolunda gitti ve ikna (!) olan bankalar da faizleri düşürdüler. Çünkü anlaşılan o ki, başka türlü bu kıskaçtan ve ikna (!) yönteminden kurtulabilme şansları yok. Bu kredi verecekleri anlamına mı geliyor? Emin olun hayır. Çünkü bu şartlar ve ekonomik gerçekler içinde kredi vermekten, hatta çek karnesi bile sunmaktan imtina edecekler.

Belki verecekleri kredileri, yeni yapılandırmalarda kullanacak ve bunları yeni krediler gibi gösterecekler. Zira bankacılık sektörü, kredi verme ile ilgili inisiyatifi, iktidarın da desteğiyle yıllar içerisinde tüketim odaklı sunarak, nefesini tüketti.

Hadi diyelim ki gerçekten kredi verdiler. Yine hadi diyelim ki, bu krediler inşaat sektörünün dışında da sunuldu. KOBİ’ler başta olmak üzere reel sektörü destek söylemi var ya… Duy da inanma, çünkü tek istedikleri inşaat sektöründe işlerin devam etmesi.

Hangi inşaat sektöründe? Stokların şiştiği, milyon dolarların toprağa gömüldüğü, değerlerin şiştiği, olası bir terslikte de ederlerin gün yazına çıkacağı sektörde…

Ama diyelim ki yanıldık ve reel sektörün geniş yelpazesine yönelik kredi mekanizması işlemeye başladı. Peki bu kredileri alabilenler, işlerini büyütmek ve yeni yatırımlar yapmak için mi kullanacaklar?

İşte onun da yanıtı kocaman bir hayır. En azından taşın altında eli olanların ekonomiyi yönettiğini iddia edenlerden çok daha fazla durumun farkında olduklarını biliyoruz. Bu durumda da alınabilirse krediler, borç ödemelerine gidecek. Peki bu borç ödemeleri piyasaya mı olacak?

Ne yazık ki öncelik vergi, prim, elektrik, banka gibi adreslere yönelecek. Yani iç piyasaya yine para akışı sağlanamayacak, ödemelerdeki açmaz önlenemeyecek ve kendin çal kendi oyna bir görüntü içerisinde herkes yine gölge oyununu sürdürecek.

Şimdi başa dönüp bakalım. Faizleri düşürmeye bir şekilde ikna (!) olanlar, kredi vermek konusunda tavır takınırsa, onlardan kredileri alanlar resmi kurumlara borçlarını ödemek yerine, reel sektöre borç ödemesi yaparsa, sonra dünya piyasaları hareketlenir de yatırıma yönelirse, plan tutacak.

Yani biraz Nasreddin Hoca’nın tele takılan koyun yünlerinden borç ödemesi örneğinde olduğu gibi... Oysa gerçek ne? Faizler maliyetler nedeniyle düşmeye el vermiyor; kredi mekanizması işlemiyor; kimse alacağına alamıyor; yatırımlardan önce borçlar geliyor; yatırım yapılsa da dünya pazarındaki yüksek arz fazlası nedeniyle batmak kaçınılmaz oluyor.

Sizce de artık bu gölge oyununu bırakıp, gerçekleri konuşarak, anlamlı bir çözüm peşinde koşmanın zamanı gelmedi mi?

Çetin Ünsalan

Tüm yazılarını göster