Amerika kıtasının ilk defa 1492 yılında İtalyan denizci Kristof Kolomb tarafından keşfedildiği anlayışı gibi, Avustralya’nın da İngiliz kaptan James Cook tarafından keşfedildiği yönünde genel bilgiye sıkça rastlarız.
Oysa, Kolomb’dan binlerce yıl önce Kuzey Amerika’ya gelmiş ve yerleşmiş yerli halklar vardı. Avustralya’da da Aborjinler on binlerce yıldır o topraklarda yaşamaktaydılar. Bu tür algılar insanlığın gerçek tarihini beyazlarla başlatan anlayışın bir ürünü olmalı.
Ayrıca, 'Avustralya kıyılarına ilk ayak basan Avrupa’lı, İngiliz Kaptan James Cook değildi. Batı ve Kuzey şeridinin haritalarını çıkaran ve buraya ‘New Holland’ (Yeni Hollanda) adını veren Kaptan Willem Janszoon ve tayfasıydı (1606).
Kıtanın gerçek sahipleri - Aborijinler ve Torres Boğazı Adalıları
Aborijin Avustralyalılar Avustralya ana karasına ilk olarak 50 ila 65 bin yıl önce Güneydoğu Asya'dan deniz yoluyla geldiler ve kıtanın her yerine yayıldılar.
Kıtanın diğer yerli halkı olan Torres Boğazı Adalıları, etnik ve kültürel olarak Avustralyalı Aborijinlerden farklıdır. Papua Yeni Gine'den yaklaşık 2 bin 500 yıl önce geldiler ve Avustralya kara kütlesinin kuzey ucunu oluşturan ‘Torres Boğazı ve Cape York Yarımadası’ adalarına yerleştiler.
Aborijin ve Torres Boğazı Adalıları kültürünün en önemli özelliklerinden biri, toprakla, aile ve toplumla olan özel ilişkileridir. Onlara göre, toprak ve doğal kaynaklar onlara ait değil, tersine onlar toprağa aitdir.
Dilleri, Aborijin ve Torres Boğazı Adalılarının kim olduğunu ve nereden geldiğini belirler. Beyaz insanın gelmesinden önce Avustralya'da 750 civarında farklı etnik grup vardı. Bu etnik kabilelerin her biri kendi dillerini ve lehçelerini konuşuyordu ve bugün bu dil ve lehçelerden sadece 150'si yaşamaktadır.
Aborijinlerin sanatsal, müzikal ve manevi gelenekleri, insanlık tarihinde en uzun süre var olan gelenekler arasındadır.
‘Dreaming’ ya da ‘Dreamtime’ (Rüya veya Rüya Zamanı), Aborijin ve Torres Boğazı Adalılarının zengin kültürlerini yansıtan öykülerinin ana temasıdır.
Aborijinler için ‘Dreaming’ sadece efsane değildir. ‘Dreaming’ öyküleri geçmişe ait değildir, zaman dışıdır. Hep vardır ve hayatın bütün yönlerini anlamlandırır.
Avrupalılar gelmeden önce, kıta yerlileri genelde barış içinde yaşamaktaydı. Hatta denizaşırı toplumlarla da sıcak ilişkiler kurmuştu. Kuzeydeki kabilelerin, Sulawesi adasından (modern Endonezya'da) Makassan halkıyla güçlü ticari ilişkiler içinde olduğu bilinmektedir.
1901 yılında Federasyon kurulduğunda, Aborijin ve Torres Boğazı Adalıları 1967 yılına kadar vatandaşlık haklarından yararlandırılmadı (1).
Kıtanın Kolonileştirilmesi
1770'de, Avustralya'nın doğu kıyısına ‘Endeavour’ adlı gemisiyle gelen kaptan James Cook, ‘Yeni Güney Galler’ (New South Wales) adını verdiği ve Büyük Britanya toprakları olarak ilan ettiği doğu kıyısını gezdi ve haritasını çıkardı.
16-20 Ocak 1788 tarihleri arasında altısı hükümlü taşıyan, 11 İngiliz gemisi Sydney'in ‘Botanik Koyu'na (Botany Bay) demir attı. Gemide askeri - sivil görevliler yanında, çoğunluğu hükümlü ve ailelerden oluşan yaklaşık bin yolcu vardı. Böylece bir sürgün kolonisi’nin daha temeli atılıyordu.
26 Ocak'ta 'Sydney Koyu'nda karaya çıkan, Kaptan Arthur Phillip Birleşik Krallığın bayrağını (Union Jack) dikti. Bu, 'Avustralya'nın işgalinin, yıllar süren çatışmalar ve yerli kıyımlarının başlangıcına işaret ediyordu’(2).
Yerel halk, beyazlarla ilk karşılaştığında tenlerinin solgunluğu nedeniyle, onların ruhlar dünyasından dönen akrabaları olduklarını düşündüler. Dil ve geleneklerini unutmalarının nedeni ise, onlar için Dreaming'den hayata dönüşün uzun yolculuğu olmalıydı. Saldırılar başladığında bu işgalcilerin Dreaming'den gelmediklerini ve burayı işgal ederek kalacaklarını anlayacaklardı.
Soykırım Tartışmaları
Mevcut olan bir yerli nüfusa sahip bir bölgenin işgali, kaçınılmaz olarak yerli halklara yönelik katliamların tarihidir. Avustralya da bir istisna değildir.
NG Bultin'e göre (3), beyaz adam 1788’de kıtaya ilk ayak bastığında Aborijin nüfusu bir bir-buçuk milyon arasındaydı. Ancak 1901'e gelindiğinde, gerçek ölü sayısı çoğu olayın örtbas edilmesi veya bildirilmemesi nedeniyle tam olarak bilinmese de, 100 binin altına düşmüştü.
Avustralya'nın yerli nüfusundaki bu büyük azalmanın temel nedenleri esas olarak; 1934 yılına dek süren öldürmeyi de kapsayan resmi soykırım politikaları, yerli halkın topraklarından koparılıp gıda kaynaklarından yoksun bırakılması, beyaz adamın yanında getirdiği grip, kızamık, verem ve çiçek hastalığı gibi yerlilerin bağışıklığının olmadığı hastalıkların bir sonucudur.
1997’de yayımlanan ve soykırım konusunu açıkça dillendiren ve gündeme getiren, yerli çocukların ailelerinden koparılışını soruşturan ‘Avustralya İnsan Hakları ve Fırsat Eşitliği Komisyonu’nun ‘Onları Evlerine Getirin’ raporudur (4).
Komisyon başkanı yargıç Sir Ronald Wilson'ın başkanlığında hazırlanan raporda, Avustralya’nın uluslararası hukuku ihlal ettiğine dikkat çekildi.
Raporda, “Aborjin Avustralyalıları öldürmenin ve onlara gaddarca davranmanın gerçek Avustralyalı olmanın ayrılmaz bir özelliği olduğu ve İngiliz politikalarının, beyaz ırk üstünlüğüne ve yerli ırkın er ya da geç yok olacağına dayandığı vurgulandı”.
1895 yılında Yeni Zelanda yerlilerinin kafaları - İngiliz Sömürgeciler koleksiyonu’ndan
1999 yılında, Avustralya Aborijin ve Torres Boğazı Adalı Araştırmaları Enstitüsü’nün, Sydney'deki Macquarie Üniversitesi “Karşılaştırmalı Soykırım Araştırmaları Merkezi” direktörü Profesör Colin Tatz tarafından yazılmış olan bir raporu yayımlandı (5).
Bu raporda, Avustralya'daki İngiliz ihlallerinin soykırımla eşdeğer olduğunu savunan kapsamlı bulgulara yer verildi.
“Avustralya'nın İngiliz kolonizasyonu sırasında, toprak mülkiyeti çeşitli yerli halklardan sömürgecilere zorla devredildi. İngiliz Ordusu, Sınır Polisi ve Yerlilerden oluşan Atlı Polis gibi çeşitli askeri ve paramiliter örgütler, İngilizler tarafından bu toprak alımına karşı her türlü Aborijin direnişini kırmak için kullanıldı”.
''Kasım 1828'de Vali Arthur Philip, yerleşik bölgelerdeki Aborijin halkına karşı sıkıyönetim ilan etti ve orduya gördükleri Aborjin'i vurma yetkisi verdi.''
Yerli Katliamları
Tarihçi Profesör Lyndall Ryan 140 yıllık Avustralya tarihinde devlet onaylı ve organize girişimlerin bir parçası olarak 1794’den başlayarak en az 270 sınır katliamı olduğunu belirledi (6).
Bugün bile bir yerli toplumunu ziyaret ettiğinizde, sizi kıyımların yapıldığı yerlere mutlaka götürürler. Öyle ki, bu yerlerin adı çoğunlukla katliamlarla ilişkilendirilmiştir. ‘Öldüren Düzlüğü’, ‘Toplu Kıyım Koyu’, ‘Katil Sel Yatağı’, ‘Lanetli Dere’, ‘Mezbaha Kanal’ı gibi.
Bugünkü Victoria Eyaleti’nde bulunan Gippsland bölgesi işgalcilerinden Henry Meyrick, 1846'da İngiltere'deki akrabalarına gönderdiği bir mektupta şunları yazmıştı:
..siyahlar çok aciz ve zavallılar. Ormanın hiçbir vahşi hayvanı onlar kadar büyük bir zevkle avlanmadı. Erkekler, kadınlar, çocuklar, karşılaştıkları her yerde vuruluyor… bu eylemlere karşı çıktım ama bunlar çok gizli tutuluyor. Koyunlarımı öldüren bir siyah yakalarsam, onu vahşi bir köpek gibi vururdum ama ayrım gözetmeksizin üzerlerine ateş etmeye gönlüm razı olmuyor.
Avustralya, 1960'lara kadar Aborjinleri, ‘Bitki ve Hayvan’ Yasası'na (Flora And Fauna Act) dahil ederek, onları insan değil, hayvan olarak sınıflandırdı. Yerliler 'vahşi hayvan', 'insanlık için ‘iğrenç'; ve beyaz 'avcılar'; için meşru av hedefiydi.
Avustralya'daki Aborijin katliamları çok acıdır ki, sadece Avrupalılarca yapılmadı. Yakacakları yerlilere kendi odunlarını toplattıkları gibi, atlı polis olarak devşirdikleri Aborijinlilere kendi soydaşlarını öldürttüler.
Bugün bunların torunları bu acı geçmişle yaşıyor. Yulluna kabilesinden Hazel Sullivan büyükbabasının cinayetleri için, ''Ailende bir katilin olması çok üzücü” diyor.
Beyaz yerleşimciler genellikle Aborijin erkekleri ve erkek çocuklarını bağışlamak için hiçbir neden bulamıyorlardı. Aborijin kızlar ve kadınlar ise genellikle cinsel zevk için tutuldu. Araştırma, ''kaçırılan, tecavüze uğrayan ve frengi bulaştırılan yedi sekiz yaşlarındaki kızların hikayelerini ortaya çıkardı. Genç kızlar seks için tutuldu ve kaçmalarını önlemek için geceleri zincirlendi.''
Toplu zehirlemeler
Toprağın gerçek sahiplerinin kökünü kazımanın bir yöntemi olarak 1820’lerde yiyecek ve çeşitli tüketim malzemelerinin içine gizlenmiş zehir kullanıldı. Bu zehirli kimyasal maddeler, koyun yetiştiriciliği endüstrisinde kullanılan ve kolayca bulunan arsenik, striknin ve prusik asit gibi kimyasallardı. Zehir içeren yiyecek ve malzemeler ya yerli halk gruplarına dağıtıldı ya da erişebilecekleri yerlere bırakıldı.
Kıta genelindeki bu kasıtlı toplu zehirlenmeler nedeniyle Aborjin Avustralyalıların toplu ölüm olayları meydana geldi.
Kadınların kısırlaştırılması
Aborijin kadın ve genç kızların rızaları dışında kısırlaştırılması Avustralya'da yakın zamanlara kadar yaygın bir uygulamaydı. İngiliz işgalcilere göre bunların saf olmadıkları için kısırlaştırılmaları gerekiyordu. Bugün bile, Avustralya'da kadınların kısırlaştırılması BM’ler gibi uluslararası kuruluşlar için büyük bir endişe kaynağıdır. BM’ler Kasım 2015'te Avustralya'daki bu uygulamanın İnsan Haklarının tam bir ihlali olduğunu açıklamıştır (8).
'Soykırım' kelimesinin kökeni
Kıtanın güneydoğusunda bulunan Tasmanya adası kolonisi 1824 ile 1831 yılları arasında şiddetli çatışmalara sahne oldu. Karşılıklı öldürmelerin ardından, tarihçi Nicholas Clements'in 2014 tarihli ‘The Black War’ kitabında yazdığı gibi, Aborijinliler neredeyse yok edildi. Sağ kurtulan yüze yakın yerli adanın kuzeydoğu kıyısındaki Flinders Adası'na sürüldü. Ancak hemen tümü kısa sürede yaşamını yitirdi.
Tasmaniann Nuenonne kadını Truganini uzun süre ''ırkının sonuncusu'' olarak kabul edildi ve 1944'te ''soykırım'' terimini ortaya atan Polonyalı Raphael Lemkin tarafından bir vaka çalışması olarak kullanılmaya başlandı. Bu amaçla, Ne yazık ki Tasmanya Savaşı, soykırım teriminin yaratılmasına böylece katkı sağladı.
Asimilasyon uygulamaları
‘1886, Victoria Aborjinleri Koruma Yasası’ ile başlayan yerli halkın asimile edilmesi uygulamaları, 1937 ve 1961'de resmi asimilasyon politikaları olarak yeniden onaylandı. Bu politikalarda ''beyaz yetiştirmek'' gibi ifadeler, amacın bir tür soykırım oluşturan biyolojik bir çözüm bulmak olduğunu açıkça göstermektedir.
Asimilasyon politikalarına uygun olarak, yerli Avustralyalı çocukları, ailelerinden alıp köklerinden ve kültürlerinden uzakta beyaz koruyucu ailelere ve çoğu dinsel olan kurumlara yerleştirildiler. Böylece çocuklar erken yaşlardan itibaren İngiliz yaşam tarzıyla eğitileceklerdi. Oysa, çiftlik işçisi ve ev hizmetçisi olarak eğitilip 14 yaşına geldiklerinde çalışmaya gönderildiler.
1910 ile 1970 yılları arasında yaşanan insanlık tarihinin bu karanlık döneminde 100 bine yakın Aborijin çocuğu ailelerinden kaçırıldı. Kültürel miraslarını ve dillerini terk etmeye zorlanan bu çocuklar cinsel istismara da maruz kaldılar. Yürütülen politikalar beyaz üstünlük teorisine dayanıyordu ve yerli halkın eninde sonunda yok olacağı düşünülüyordu.
Soykırıma işaret eden tüm çarpıcı kanıtlara rağmen, hükümetler bunu örtbas etmeye çalıştılar. İlk defa 1999 yılında, Avustralya Başbakanı Liberal Parti’li John Howard, ''Yerli Avustralyalıların geçmiş nesillerin uygulamaları altında adaletsizliğe maruz kalmalarından ve birçok kişinin yaşadığı travmadan derin ve samimi bir pişmanlık duyuyoruz'' dedi.
Bu pişmanlık ifadesinin yeterli olmadığı, özür dilenmesi gerektiği yönünde oluşan baskı sonucu, 2008 yılında, İşçi Parti’li Başbakan Kevin Rudd, Avustralya Parlamentosu adına Çalınan Kuşaklardan özür diledi.
Sembolik özür dilemeler geçmişin yaralarını sarabildi mi?
Katliamların mirası bugün hala Aborijin halkını derinden etkilemeyi sürdürüyor. Katliamlar nedeniyle soyağaçlarının eksik parçaları nedeniyle çoğu kim olduklarını ve nereden geldiklerini bilmiyor.
Çalınan Kuşakların birçok üyesi, aileleri ve torunları halen travma yaşamaktadır. Travmanın sonucu madde kullanımının zihinsel ve fiziksel hastalık riskini artırdığı ve istihdam olanaklarını sınırladığı gözlenmektedir. Bu nedenle, sözde koruma politikalarının grup üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar verdiği savunulabilir.
Ayrıca koroner hastalık, kanser, diyabet ve solunum yolu enfeksiyonları gibi hastalıklar Aborijinler arasında çok daha yaygındır. Ortalama ömürleri ise 55 civarındadır.
Aborijinler arasındaki işsizlik oranı, Aborijin olmayan Avustralyalıların üç katıdır. Avustralya nüfusunun yaklaşık yüzde üçünü oluştursalar da, Avustralya hapishanelerindeki tutuklu ve hükümlülerin yaklaşık yüzde 28'ini Aborijinler oluşturmaktadır.
2008 özüründen bu yana, aile ortamı dışında bakımda olan Aborijin çocuklarının sayısı iki kat artmıştır. 2017 yılında evlerinin dışında yaşayan bu çocukların sayısı yaklaşık 18 bin olarak belirlenmiştir.
En önemlisi, toprağına, aile ve soyuna, dil ve kültürüne sıkı sıkıya bağlı böylesi bir toplumun bireylerini bunlardan tümüyle yoksun bıraktıktan sonra, kalıcı bir iyileşmeden söz edebilir miyiz?
(1) https://www.sbs.com.au/language/turkish/avustralya-nin-ilk-halklari-konusunda-bilmeniz-gereken-7-nokta
(2) http://nationalunitygovernment.org/content/first-australians-historic-resources-and-activism-links
(3) NG Bultin (1993) https://catalogue.nla.gov.au/Record/2894666 1993
(4) 1997 Bringing Them Report by Human Rights and Equal Opportunity Commission.
(5) https://researchers.mq.edu.au/en/publications/confronting-australian-genocide
https://australian.museum/learn/first-nations/genocide-in-australia/
(6) Lyndall Ryan, https://c21ch.newcastle.edu.au/colonialmassacres/map.php
(7) https://australian.museum/learn/first-nations/genocide-in-australia/
(8) Huff, Ethan A. Australian children to be sterilized without parental consent under new eugenics law. Natural News. [Online] 03 08, 2012. [Cited: 03 05, 2016.]
http://www.naturalnews.com/035185_Australia_sterilization_children.html#.