Merkez Bankası’nın faiz haftasına girildiği günlerde, kimsenin konuşmak istemediği, sorunlu alacakların kağıt üzerinde bilinçli bir biçimde oran bazında artmaması için elden gelenin yapıldığı bir ortamda kimsenin konuşmak istemediği bir başlık bankalar.
Oysa bir bankacılık sistemi düşünün ki, ülke ekonomisinin içinde bulunduğu koşullardan farklı bir durumda olması mümkün değil. Her ne kadar uygulama bazında hep imtiyazlı görüntü verseler de, gerçek şu ki, imtiyaz para kazandırmıyor.
Bir takım alacakları sorunlu kısma atmayıp, bilançoları düzgün gösterip, bir algı yönetimi yaparak sürdürülebilir bir durum yaratılması mümkün değil. 2 binli yıllara göre çok daha sağlıklı hale gelen, ama son 10 yılda hızla yapısı bozulan bankacılık sistemi üzerindeki baskılar, gerçekçi olmayan taleplerle birleştiği zaman başka bir fotoğraf anlatıyor.
Her seferinde ekonomi yönetimi çıkıp, sorunlu alacakların yüzde 4 civarında olduğunu belirtip, bunun da uluslararası kabullere uygun bir oran olduğunu belirtiyorlar. Aslında yemin etseniz başınız ağrımaz.
Fakat gerçek durumun bu olmadığı, problemli bir alacaklı kitlesinin, bozulan ekonomik koşullar, artan maliyetlerle, refinansman problemlerinin derinleşmesi, buna karşılık da faiz üzerinden baskılanmaya çalışmasıyla birleşince durum tatsızlaşıyor.
Siz hangi istatistik oyununu yaparsanız yapın, ötelenmiş alacakları hesaba katmasanız bile, ülkede 22 milyonu aşkın icra dosyası bulunuyor. Yılın ilk iki ayında hatır nedeniyle vadesi uzatılan çeklere rağmen 18 bini aşkın çekin karşılıksız çıktığı biliniyor.
Alım gücü tükenmiş, geçim sıkıntısı büyüyen, gelirini kaybeden bir tüketici gerçeğinin aşığında 800 milyar TL’yi aşmış bir borç riski kapılarında duruyor. Fitch gibi uluslararası kuruluşlar, refinansman sorunlarına dikkat çekip, dolar başta olmak üzere kırılganlıkların üzerinde duruyor.
16 ülkenin değerlendirildiği bir araştırmada KOBİ’ler faiz ödemede liste başı haline gelirken, bunların borçlarından çalıştırdıkları insanların borçlarına kadar artan ödeme riskleri göz ardı ediliyor.
Bir hayal dünyası içinde, pembe gazetelerin eşliğinde gerçek olmayan bir ekonomi anlatılırken risk büyüyor. Öncelikle bankaların riske girmesini kimse arzu etmez. Çünkü bunun hem zincirleme etkisi olacaktır, hem de günün sonunda tahsil edilemeyenleri zarar yazıp, borcun 84 milyona yayılmasına neden olacaklardır.
Bu nedenle, Türkiye’de ekonomi yönetiminin bir an önce sahte rüyadan uyanıp, vatandaştan bankalara kadar herkesin sorunlarıyla yüzleşmesi, gerçekçi ve ödenebilir limitler doğrultusunda uzlaşı mekanizmaları kurması ve ekonominin sorunlu yapısını daha da büyütmemesi için eyleme geçmesi gerekiyor. Yoksa bu işin sonu fena gözüküyor.