Türkiye’nin üretici gücüne her zaman inanmışımdır.
İddia ediyorum, gerekli ortamı sağlamanız, altyapıyı oluşturmanız, faaliyet göstermesine izin vermeniz ve doğru kurguyu yapmanız halinde ülkemizde üretilemeyecek tek bir ürün bile bulamazsınız.
Bu ülkede çılgınca bir üretim ruhu var. Çok fazla hesaba kitaba dayanmayan, batsa da ilk fırsatta yine bir makine koyup imalata yönelen bir yapıdan söz ediyorum. Ne var ki aynı iyi niyeti sürdürülebilirlik ve para kazanabilirlik noktasında taşıyamayacağım. Kısır rekabetten günlük dertler içinde boğulmaya, geleceği ön görmekten kurumsal hukukun sağlanmasına kadar birçok noktada eksikliklerimiz var.
Şüphesiz bunda plansız ve rotasız ekonomi yönetiminin, yanlış teşvik politikalarının, ithalata kurban edilen imalat zihniyetinin, vergi, SGK başta olmak üzere taşınamayacak girdi maliyetlerinin de payı azımsanmayacak ölçüde yüksek.
Tüm bunlarla beraber başta küçük ve orta boy işletmelerimiz olmak üzere ortaya konulan kritik hataları da görmemiz gerekiyor. Değişim Dinamikleri Yönetim Merkezi tarafından dördüncüsü organize edilen “Büyüme ve Kurumsallaşma Sürecinde Değişim Yönetimi” konulu toplantıda ortaya konulan kritik veriler var.
Veriyi paylaşan Gümrük ve Ticaret Bakan Yardımcısı Fatih Çiftçi... Çiftçi’nin verdiği bilgiye göre ülkemizde aile işletmelerin ortalama ömrü 25 yıl... KOBİ’lerin büyük bir çoğunluğunun aile işletmesi olduğunu dikkate alırsak önemli bir bilgi. Çiftçi’nin ifadesine göre “Türkiye’deki aile şirketlerinin yüzde 30’u 2. kuşak, yüzde 12'si 3. kuşak ve yüzde 3’ü 4. kuşağa geçebiliyor.”
Bu korkunç bir oran... O zaman oturup ders çalışmamız gereken noktalar var. Öncelikle teşvik sistemlerimizin hiçbir işe yaramadığını görmemiz gerekiyor. Sürekli bir yeni firma ve işletmeci kazanma saplantısı içerisinde yok olan firmalarınızı görmezseniz, ekonomide kalıcı ve sürdürülebilir bir başarı yakalayamazsınız.
Bu yapıyla herhangi bir marka ve teknoloji yaratma şansınız da yok. Üstelik önümüzdeki sürece ait tehlikeler eskisinden daha çok yönetilmeye muhtaç. Yakın zamana kadar Dünya Gazetesi Yazarı, Duayen ağabeyimiz Rüştü Bozkurt’un şu tespiti çok geçerliydi: “Anadolu’da firmaların kapanmasının en önemli nedeni elti kavgaları.”
Halen yabana atılmayacak ağırlıkta olduğuna eminim. Fakat Bozkurt Hoca’nın da son dönemde altını çizdiği gibi dijital dönüşüm gibi açmazlar, elti kavgalarının çok önüne geçmiş hayati sıkıntılar haline geldi.
Yani geçmişte yanlış işletmecilik ya da kurumsallaşamama, bilgiyi bir sonraki kuşağa aktaramama, bir sonraki kuşaktan gelen bilgiyi reddetme gibi sıkıntıların çok ötesinde risklerden bahsediyoruz.
Eğer gerekli müdahaleyi şimdi yapmazsak, 25 yılda bir kaldırdığımız cenazenin süreci abartısız 5 yıla kadar inebilir. Nitekim zirvede Uyumsoft Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Önder de benzer risklere dikkat çekiyor.
Peki ne yapmak lazım? Öncelikle firmaları başı boş bırakmaktan ve bunlara ‘para vereyim, üretim yap’ tarzı yaklaşmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Planlı ekonomiyi zaten dile getirmiyorum. Olmazsa olmaz şarttır o.
Fakat saçma sapan yerlerde kayyum uygulamaları yapacağımıza, bu firmalarımızı yaşatmak adına gerekirse devreye sokalım. Yok etmek için değil, ayakta tutmak için geçici kayyum uygulamaları yapalım. Bunu da kıymeti kendinden menkul bürokratlarla değil, gerçekten uzman kadrolar yaratarak gerçekleştirelim.
Gerekli dönüşümü sağladıktan sonra da, firmaların yönetimini uyum süreciyle birlikte gerçek sahiplerine iade edelim. Çünkü batan bir firma kendi başına bir değer olmakla birlikte, faaliyet gösterdiği sektör ve ülke ekonomisi adına da büyük olumsuzluklara neden olan, ödemeler zincirini kıran bir nitelik taşıyor.
Bir an önce harekete geçmeliyiz. Aksi takdirde çok büyük bir tsunami geliyor ve artık cenazeyi 25 yılda bir kaldırmaya bile dua edecek noktaya geleceğiz.