Türkiye’nin toplam dış borcuna baktığınızda 400 milyar dolar sınırını aşmış vaziyette… Öncelikle bunun gerçekten ne anlama geldiğini anlayabilmek için, Türkiye’nin toplam büyüklüğünün yedide dördü olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Bu borcun önemli bir bölümü de finans ve reel sektör toplamında özel sektöre ait. Merkezi yönetimin borcu ise 102 milyar doların biraz üzerinde. Merkezi yönetim borçları açısından meseleye baktığımızda borcumuzun yaklaşık üçte ikisini döviz ve altın oluşturuyor.
Zaten nakit ve sermaye akımı sıkışıklığı yaşayan, turizm başta olmak üzere gelirlerini hızla kaybeden Türkiye’nin önündeki en büyük problemlerden biri de bu. Ayrıca bu cinsten kur ve emtia fiyatları yükseldikçe, borcun bize olan maliyetinin de arttığı açık.
Son yıllarda hem rezervleri makyajlamak hem de para akışı sağlanıyor görüntüsü vermek için swap anlaşmalarına gidiliyor. Fakat burada da çıpa dolar üzerinden olduğu için, geri ödemelerde TL/dolar paritesinin ne olacağına ilişkin kesin bir bilgi aktarılmıyor.
Velhasıl kelam, ülkenin dış borçları ve halen borçlanmaya çalışması büyük bir sorun olmakla birlikte, kıtlaşan ya da maliyetlenen para akışı dış borçların ödenmesini değil, altını çiziyorum çevrilmesini sorunlu bir yapıya ulaştırıyor.
Dış borç meselemiz malum peki ama kimsenin konuşmadığı iç borçlar ne olacak? Yıllar önce bir TV programına katılan dönemin ilgili Bakanı Mehmet Şimşek, program sunucusunun borçları sorması üzerine şu yorumu yapmıştı.
İç borçları bir kenara koyalım. Dış borçlar da şu kadar şu kadar diye izahat vermişti ve problem teşkil etmediğini dile getirmişti. Elbette bu gerçekçi bir analiz değildi. Dış borç, Türkiye gibi kırılgan yapısı olan ve ithalata dayalı bir ekonomi kurgulamış, sermaye fakiri tüm ülkeler için sorundur.
Ama orada sorulması gereken bir soru yok sayıldı. İç borcu neden bir kenara koyuyoruz? İşte bunun sebebini anlamak mümkün değil. Hiç kimse de bu konuya değinmiyor. Çünkü iç borçları önemsiz görmeniz için ödememeyi düşünmeniz gerekir.
Yoksa günün sonunda bunun da ekonominin üzerinde ağır bir yük olduğunu biliyoruz. Yani borcu içeriden alınca borçlanmış olmuyor musunuz? Bu soru o gün gündeme bile gelmedi; bugün de yanıtsızlığını koruyor.
Son açıklanan kamu yönetimi borç tablosuna baktığınızda iç borcun payı yüzde 56… Yani dış borcunuzdan daha çok iç borca sahipsiniz. Peki bu ağırlıkta bir şeyi neden kimse konuşmuyor ve herkes görmezden geliyor?
Asıl sorulması ve sorgulanması gereken, en az dış borç kadar önemli olan bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Sürekli içeriden borçlanan, karşılığında da yüksek teminatlar gösteren kamu yönetimi, bu borcun ödenmesiyle ilgili nasıl bir planlama yaptı?
Daha doğrusu bir planı var mı?