Ulusal Kanal’ın internet sitesinde 29 Temmuz 2014 günü yer alan bir haber oldukça önemli gelişmeleri tetikleyecek dinamikler içeriyor. Uluslararası Lahey Tahkim Mahkemesi, hissedarları zarara uğrattığı gerekçesiyle Rusya’yı 50 milyar dolar tazminat ödemeye mahkûm etti. Hatırlanacağı üzere, 2000’li yılların başlarında Yukos Petrol Şirketi Rusya’nın en büyük petrol üreticisiydi. Ancak vergi kaçakçılığı suçlamaları sonrasında iflas etmiş ve şirketi, hisselerinin çoğunluğu Rus devletinin elinde bulunanRosneft satın almıştı.
Rusya, “tüm hukuk mekanizmalarını kullanarak karara itiraz edeceğini” açıkladı. Bu konudaki asıl önemli nokta, Rusya girişimlerinden sonuç alamazsa, bu ülkenin yurt dışındaki mal varlıklarına el konulacak! Böyle bir gelişme ise, geri dönülmeyecek şekilde gerginliği krize dönüştürür.
Biraz geriye, 2013 yılının Mart ayına dönersek, bu dönemde AB ve IMF tarafından Güney Kıbrıs’taki offshore bankalarda bulunan Rusların hesaplarına ağır vergiler getirildiğini hatırlarız. Rusya devlet çapında büyük tepki göstermiş, olayı “zorla el koyma olarak” nitelemiş ve olayın hemen akabinde Rus istihbarat servisleri Almanya Şansölyesi Merkel’in çıplak fotoğraflarını servis etmişti.
ABD derin devleti ve bu yapıya yön veren şahinlerin dillerine pelesenk ettikleri bir konu var: “İmparatorluklar belirli aralıklarla, geçerli bir neden olmasa da gücünü fiili olarak muharebe sahnesinde sergilemelidir.” Aksi takdirde caydırıcı olamazlar. Bir boşluk oluşur ve bu boşluk bölgesel güç odakları tarafından doldurulur. ABD’ye inanan ve güvenen ülkeler yeni arayışlar içerisine girerler.
Bu düşüncelerini şu örneklerle gerekçelendiriyorlar. Rusya Federasyonu (RF), Gürcistan Güney Osetya’da (2008) ve Ukrayna’da (2014) bize geri adım attırdı.Kırım’ı Rusya’ya kaptırdık. Ukrayna’nın toprak bütünlüğü bir uluslararası garanti anlaşması ile güvenceye alınmıştı. Ukrayna, 1994 yılında sınırlarının korunacağına dair ABD, İngiltere ve RF’den bir antlaşma ile güvence aldıktan sonra nükleer silahlarını teslim etmişti. Ama yine de hareket edemedik!
Eğer jeopolitik küresel hegemonya açısından bu konuları değerlendirirsek, ABD’li şahinler pek de haksız sayılmazlar. Ama ortada duran bir konu var. ABD, gerçekten dünyadaki sorun sahalarında belirleyici bir rol oynayabileceği güce sahip mi? İkinci Dünya Savaşı sonunda ABD, tüm dünyadaki mal ve hizmetlerin % 50’sini üretiyordu. Bu oran günümüzde % 25’lere kadar düştü. 2020’lerde bu oran belki de % 10’lere kadar gerileyecek. 1945’te 6 milyar dolar ticaret fazlası olan ABD Maliye Bakanlığı, 18 Ekim 2013 günü yaptığı açıklamada dış borç miktarının 17 trilyon dolar barajını geçtiğini resmen duyurdu.
Tüm bu sınırlayıcı faktörlerin farkında olan Başkan Obama, haklı olarak dolaylı stratejiler, yani enerji ve ticaret savaşları ve Suriye’de olduğu gibi, Türkiye ve Katar gibi ülkeleri taşeron olarak kullanarak ABD’nin ulusal çıkarlarını ilerletmek istiyor. Ayrıca, Avrupa Birliği (AB)’nin jeopolitik konulara daha fazla müdahil olması için çaba sarf ediyor. Obama, bir anlamda şahinlere, “Yumurta küfesini sırtımda ben taşıyorum; bekâra karı boşamak kolay gelir!” diyor.
Obama, ABD’nin derin devlet kurumları CIA ve DIA (Savunma İstihbaratı)’yı bile işin dışında bırakarak, Maliye Bakanlığı’na RF’ye karşı, AB’nin de dâhil olduğu bir “Mali Savaş Plânı (Financial Warfare Plan)” hazırlattı ve derhal uygulamaya koydu.
İlk aşamada RF Devlet Başkanı Vladimir Putin’e yakın firmalar, devlet görevlileri ve generaller de dâhil olmak üzere özel kişilere ait banka hesapları donduruldu ve çeşitli ülkelere giriş için vize sınırlamaları getirildi. Ayrıca ABD, denetin altında tuttuğu bankalara, listeye giren kişi ve kurumların her türlü para transferlerinin durdurulması talimatını verdi. Rus generaller ve kamu görevlilerine seyahat yasağı uygulanarak, Rus devletinin küçük düşürülmesi ve hatta aşağılanması hedef alındı.
Ukrayna krizinin RF’de neden olduğu mali sarsıntının üzerine körükle gidilmesinin hesapları yapılıyor. Ukrayna’da olayların başlamasından bu yana 60 milyar dolar tutarındaki yabancı sermaye RF’yi terk etti; borsa % 20 civarında değer kaybetti ve RF Merkez Bankası faiz oranını % 5,5’tan % 7,5’a çıkardı. RF’nin 2014 yılında kalkınma hızının % 0,2 düzeyinde kalacağı öngörülüyor.
Batı, yüzyıllarca dünya kaynaklarını yağmalarken, bir hususu çok iyi öğrendi. Bu tür mali ve ticari kavgalarda sonuç bir anda alınmaz! Uzun süreli bir yıpratma harbi ile rakip mümkün olduğu kadar zayıflatılır ve ortada duran ülke ve şirketler taraf olmaya zorlanır. Böylece “havuç ve sopa” politikaları ile savaş sabırla sürdürülür.
RF’nin uzun dönemdir devam eden yüksek enerji fiyatları nedeniyle 500 milyar dolarlık dev bir döviz rezervi oluştu. Bu nedenle, bütçe açığı GSYH’nın sadece % 1,3’ü. AB’de bu oranın ortalama % 3,3 olduğunu söylersek, konu daha iyi anlaşılır. Ayrıca, iç borçlanma RF’deGSYH’nın % 15’i civarında iken, bu oranın AB’de % 85’leri bulduğunu da ilave edelim. RF son yıllarda dış ödemeler dengesinde sürekli olarak fazlalık veriyor. Bu rakamlar RF’de ekonominin şu anda sağlam köklere tutunduğunu gösteriyor.
Ancak tüm bu ümit veren rakamların arkasındaki itici güç, yüksek enerji fiyatları. ABD, petrol ve doğal gaz fiyatlarını aşağıya çekmek için küresel düzeyde bir ticaret savaşını zaten başlatmıştı. Şimdi bu savaş kapsamında, ikinci bir mali cephe açtı ve bu cepheyi genişletmek istiyor. Güney Kıbrıs’ta Rusların paralarına el koyma,Standart &Poors’unRF’nin kredi notunu düşürmesi ve Lahey Tahkim Mahkemesinin kararını bu çerçevenin dışında düşünmek fazla gerçekçi olmaz.
RF son yıllarda, 2008 dünya ekonomik krizine kadar %7’lik ortalama bir büyüme hızını sürdürdü. Ama daha sonra bu hıza bir daha ulaşamadı. 2010-2012’de kalkınma hızı % 4’e düştü ve giderek azalan bir eğilim göze çarpıyor. Düşüşe koşut olarak enflasyon da artıyor. 2014 yılının beklentileri hiç iç açıcı değil!
ABD, AB’yi de arkasına alarak RF’yi bu göreli zayıf ekonomi alanında hırpalamak için başlattığı mali savaşı şiddetlendiriyor. Enerji savaşından sonra açılan bu ikinci cephede çatışmalar doludizgin devam ediyor. İkinci Soğuk Savaşın arifesindeyiz. BRICS (Brezilya, Rusya Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti) ülkeleri, Batı’nın her türlü istismar ve manipülasyonuna açık IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi küresel mali mekanizmalara karşı Temmuz 2014 zirvesinde aldıkları tarihi kararlarla kendi kurumlarını oluşturmaya başladı.
Clausewitz, “savaşın politikanın başka vasıtalarla devamı olduğunu” söylemişti. Bunu tersinden yorumlayarak, barışın da, “savaşın başka vasıtalarla devamı olduğunu” rahatlıkla söyleyebiliriz. Zaten tüm gelişmeler, bu yorumun doğru olduğunu, yani barışın da aslında bir tür savaş olduğunu gösteriyor.
İşte Batı, “Harp Üzerine” adlı eseri ile Savaş-Barış ikilemine belki de dünyada en güzel cevabı veren Alman General’in izinden giderek barış sürecini, “enerji savaşları ve Mali savaşlar” ile devam ettiriyor. İkinci Soğuk Savaş’ın ayak sesleri duyuluyor.
Amiral Soner Polat
ulusalkanal.com.tr