19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nın ardından insanın uzun uzun düşünmesi gerektiren bir durumla karşı karşıyayız. Atatürk’ün anlamak bir tarafa, kökünden kazımaya girişmiş bir zihniyetin, Türkiye’deki tarım, hayvancılık ve ormancılık adına kıraç bir toprağı orman haline getirdiği bir yere balış açısına mercek tutalım.
Atatürk Orman Çiftliği’nin içine önce saray yapmaya kalktılar, Şimdi de Amerikan Büyükelçiliği’ne toprak satma eğilimine girdiler. Aslında bu Türkiye’deki iki düşünce yapısının da deşifresi gibi. Biri yoktan var etmeye, diğeri olanı satıp yemeye meraklı.
Bundan anlıyoruz ki, Atatürk’ü anlamayan ve hatta anlamak istemeyen bir zihniyet ile muhatabız. Her milli bayram öncesi hastalıktı, ziyaretti diye araziye uymaları da bundan. Kendileri arazi oluyor, memleketin arazilerini de başkalarına devrediyorlar.
Gelelim ikinci başlık olan spora… İnsan unsurunu göz ardı etmiş, binalarla sporu bir tutan, olan standart içindeki binaları da yıkmayı düşünen bir yönetim şemsiyesinde, herkesin hır gır içerisinde birbirini yemesi ve sonuçta 19 yaşında bir gencin sırf başka takımın taraftarı olduğu için öldürülmesi sanırım başka bir yoruma da ihtiyaç bırakmıyor.
Ne yaptı? İkide sıfır. Gelelim üçüncü başlığa… Yani gençlere… Atatürk’ün memleketi emanet ettiği gençlerin içinde duyarlı olan da var, duyarlı olmayan da… Ama eminim ki biri diğerinden daha az sevmiyor bu memleketi. Birileri ısrarla ‘şu veya bu gençler’ diye ayırmaya çalışsa da…
Kimin daha çok sevdiğinin tartışmasını yapıyoruz da, ‘yeter artık, imkânım olsa çekip gideceğim bu memleketten’ diyen bir gençliğin sesine ve nedenine kulak vermiyoruz. Atatürk bu memleketi gençlere emanet etti. Peki memleket onlara emanet de, onlar kime emanet?
Onun yanıtını da Umut Oran’ın TÜİK verilerinden toparladığı çalışmasında çok net görüyoruz. Düşünün TÜİK bile gençlerin durumunu saklayamıyor.
“75 milyonu aşan ülke nüfusunun 6’da birini, 15-24 yaş grubundaki gençler oluşturuyor. Şubat işgücü verilerine göre 11,5 milyon kişi olan kurumsal olmayan genç nüfusun 4,3 milyonu iş gücünde yer alıyor, bunların 3,4 milyonu çalışıyor, 1 milyona yakını ise iş arıyor.
Bir işte çalışan gençlerin de 1,6 milyon kişi ile yarıya yakınının sosyal güvencesi bulunmuyor, ucuz işgücü olarak kayıt dışı çalıştırılan gençlerin emeği sömürülüyor, hakları gasp ediliyor. Kayıt dışılık oranı özellikle ilköğretim mezunlarında yüzde 60’a, ilkokul mezunlarında yüzde 81’e, okuryazar olmayanlarda yüzde 93’e ulaşıyor.
Gençlerde işgücüne katılım oranı yüzde 37,5, işsizlik oranı ise yüzde 20,4 düzeyinde. Referans döneminde iş arama kanallarını kullanmayanların dışarıda tutulduğu ankete göre bile ülkede her 5 gençten biri işsiz... İşsizlik oranı genç erkeklerde yüzde 19,1, genç kadınlarda ise yüzde 22,8 düzeyinde bulunuyor.
Bu arada, iş gücüne dahil olmayan 7,2 milyon gençten 4,6 milyonunu öğrenciler oluştururken, 2,6 milyon genç ise ne çalışıyor, ne de okuyor. Bunların da 2,3 milyonu kız...
Genç nüfusun yüzde 14,2’sinin evli olduğu belirlendi. Genç erkeklerde yüzde 5,5 olan bu oran, genç kadınlarda ise yüzde 23,2’ye ulaşıyor. (Hoşgeldiniz töre ve çocuk anneler gerçeğine…)
2011 yılında gençlerin yüzde 69,6’sı mutlu olduğunu beyan ederken, bu oran 2012’de 5 puan düşerek yüzde 64,6’ya indi. Mutsuz olduğunu ifade eden gençlerin oranı yüzde 5,4’ten yüzde 9,4’e yükseldi. Her 2 gençten 1’i, ekonomik alanda geleceğe karamsar bakıyor.”
Nitekim üniversitelerde yapılan anketlere baktığınızda da, birçok genç geleceğini yurtdışında görüyor. Gerekçe olarak da ülkeye ve siyasete dair umutsuzluğunu ortaya koyuyor. Şimdi dönelim en başa… Bu gençliğe ne verdiniz de ne bekliyorsunuz?
Eğitiminden istihdama her alanda dövdüğümüz, yarış atı haline getirip diplomalı bilgisizler yarattığımız bir ülkede, uzay çalışmalarıyla uğraşan çocukları, laboratuar vermeyip damda deney yaptığı için soruşturan bir üniversite zihniyetiyle gidilecek yol nedir?
İşte buna olsa olsa zenginlik içindeki fakirlik denir. Atatürk’ü unutacaksın, sporu kan davasına çevireceksin, gence de ‘sen de işsiz kal’ diyeceksin, sonra da bayram edeceksin.
Şimdi tekrar düşünün, siz bunları yapsanız ve Başbakan olsanız, bayramda bayram edecek yüzünüz olur mu? Kim bilir belki de ondandır, bahanelerle ortadan kaybolması.
Çetin Ünsalan
ulusalkanal.com.tr