Haklılığımızdan aldığımız güçle Ermeni soykırım yalanının karşına milletçe aslanlar gibi korkusuzca dikilmeli, emperyalistlerin hain tekmelerine kafamızı uzatmalıyız!

Soner Polat Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

Aşağıdaki satırlar Avustralya’nın en önemli bölgesi olan Yeni Güney Galler (New South Wales) eyaletinin yerel parlamentosunda 24 Kasım 2014 günü yapılan bir konuşmanın çok kısa bir özetidir. 15 sayfalık metni 1,5 sayfada özetlemeye çalıştım. Ayrıca, önemli bölümlerine vurgu yaparak, daha açık ve anlaşılır olması için gayret sarf ettim. Konuşma İsrailli bir araştırmacı ve akademisyen olan Tal Buenos tarafından yapılmıştır.

Konuşmada, sözde Ermeni soykırımı iddiaları kapsamlı olarak ele alınmaktadır. Hem inceleme tekniği hem de muhakeme derinliği açısından fark yaratan bu konuşmaya birlikte kulak kabartalım.

SOYKIRIM MIYDI?

Gerçekten de soykırım mıydı? İnsanlar yüzyıl önce olanları incelemeden neden bir olayı nitelendirmek istiyor? Bir de önceden sorulması gereken bir soru var: Soykırım nedir? Sözleşme’nin (9 Aralık 1948 tarihli Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına dair Cenevre Sözleşmesi) ikinci maddesine göre soykırım, “yok etmek niyetiyle” gerçekleştirilen bir eylemdir. Yok edilmekte olan grup ulusal, etnik, ırksal veya dinsel olup sırf bu sebeple hedef alınmalıdır. Grup tanımlamasında “siyasi” kategorinin olmamasına da dikkat edin. Her ne olursa olsun bir isyanın mağdurları, soykırım mağdurları değildir.

Bir devletin isyan vakalarına verdiği tepkinin niyeti bir grup insanı yok etmek değil, egemenliğini muhafaza etmektir. İsyanın siyasi koşulunu ortadan kaldırdığınız zaman, buna cevaben olacak herhangi bir devlet saldırganlığını da ortadan kaldırırsınız.

İsyan olmazsa tehcir de olmaz, katliam da. İsyankâr grup ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir kimliğe sahip olsa da; egemeni tasfiye etme, devleti mevcut haliyle yok etme niyetinde olduğu andan itibaren bir siyasi grup haline gelir.

Bir şahsı sadece uygun mahkemeler soykırım ile suçlayabilir. Değinilmesi gereken bir nokta, hiçbir mahkemenin 1915-16’da Ermenilerin başına gelenlerin soykırım olduğu yönünde bir beyanda bulunmamış olduğudur. Diğer bir nokta ise şudur: uluslar değil, şahıslar soykırım ile suçlanabilir.

KİMİN TARAFTARISINIZ?

Bir olayla ilgili gerçeklerle, o olayın nitelendirilmesi arasında bir fark vardır. Diyelim ki ceza sahasında oyuncular arasında bir temas oldu, bir penaltı ihtimali var. Bu olayda iki taraftar grubunun olayı aynı şekilde nitelendireceğini düşünebilir misiniz? Tabii ki hayır! Aynı şeyi görüp, farklı şekilde nitelendireceklerdir.

Tarih yazımı tam da bunu yapar: Grup dayanışmasını pekiştirmek için, ortak belleğin ihtiyaçları doğrultusunda olayları nitelendirir. Bir olayın nitelendirilmesi, o olayın kendisinden ziyade sizin kimin taraftarı olduğunuzu belirtir. Olay, ortada bir faul olmadığı açıkça belli iken, “Türklerin hakeme faul olmadığına dair yalvarmaları gerekiyormuş” gibi gösterildikleri bir anda dondurulmuş durumda.

Şayet Türk iseniz, bu aşağılayıcı bir konumda olmak demek. Uzun süredir penaltı atışı elde edeceklerini zanneden Ermeniler için ise bu sinir bozucu bir durum. Ancak Ermeniler bu penaltıyı elde edemeyecek. Ve size önemli bir şey söylemek istiyorum: Uluslararası siyasal sistemde gerçek bir hakem yoktur. Ancak büyük bir güç veyahut böyle olmayı hedefleyen bir güç, bir hakem olarak görülmeyi isteyecektir.

Hakeme “hayır hocam, vallahi penaltılık durum yok” demek için koşan oyuncular gibi, Türkler de sürekli olarak bir şeye “hayır” diyen taraf gibi gösterilmekte. Bu, bir yüzyıl önce ceza sahasında olan temastan beri böyle devam ediyor.

BİR GERÇEK Mİ İNKÂR EDİLİYOR, YOKSA BİR NİTELENDİRME Mİ REDDEDİLİYOR?

Benim anladığım; Türk hükümeti ceza sahasında temas olduğunu onaylıyor, 1915-16’da Ermenilerin çektiği tüm acıları da kabul ediyor, ancak olayın önyargılı nitelendirmesini reddediyor. Türkiye’yi soykırım ve inkârcılık ile suçlayanların, Türkiye’nin açıkça ortaya koyduğu tutumunu ve gerçek olanla onun nitelendirilmesi arasındaki farkı görmezden gelmeleri; ortada duran gerçeklere rağmen bu meseleyi Türklere dayatmak için siyasi bir kararlılık olduğunun güçlü bir göstergesidir. Bana göre kamuoyunu soykırım olduğuna inandırarak Türk hükümeti üzerinde büyük baskı yapıldığı çok açıktır. Bu sayede Batılı hükümetler bu baskıdan nemalanmaktadır.

SİYASİ AMAÇ

Olan şudur: Soykırım suçlamaları siyasi bir amaca hizmet ediyor. Bu suçlamaların üç temel yönü var: birisi büyük güçlerle ilgili, birisi Türklerle ilgili ve birisi de Ermenilerle ilgili.

Birinci yönüyle soykırım suçlamaları büyük güçlerin, genelde Amerika’nın, gözden düşmüş rejimleri dolaylı olarak değiştirmesini sağlıyor.

Türklerle ilgili olan ikinci yönüyle soykırım suçlamaları, Amerika’ya ve Batı’ya Türkiye’ye karşı kullanabilecekleri siyasi bir araç, bir “sopa” sağlıyor.

Ermenilerle ilgili olan üçüncü yönüyle soykırım suçlamaları, devam etmekte olan gerçek bir sıkıntıdan dikkatleri dağıtıyor: Dağlık Karabağ’ın Ermeniler tarafından işgali gibi.

SOYKIRIM ARAŞTIRMALARINI ARAŞTIRMAK

Bu tür araştırmalar Türkiye’ye yöneltilen soykırım suçlamalarının ardında yatan siyasi amaçları şüphesiz ortaya çıkaracaktır. Daha önce ifade ettiğim gibi suçlamaların yapılmasının sebebi siyasidir. Ancak ırkçılık ve İslamofobi, bu suçlamaların Batı’da neden bu kadar kolay yapılabildiğine ve kamuoyunu Türklerin kötülük yaptığı konusunda ikna etmede neden bu kadar etkili olunduğuna bir açıklama getirebilir.

GÜVENİLİR BAĞIMSIZ UZMANLAR

Bu soykırım suçlamasının ne kadarı Amerika tarafından yapılıyor? Bu akademik tartışmanın ne kadarı siyasi gücün bir tezahürü? Soykırım teriminin uluslararası hukuk haline gelmesinin sebebinin ahlakla değil, güçle alakalı olduğunun hatırlanması gerekiyor. Soykırım Sözleşmesinin oluşturulmasındaki esas itici güç bizzat Amerika’ydı, ama Sözleşme’nin tasdikine, 1980’lere kadar imzasını atmadı. Peki, neden imzasını atmadı? Çünkü Amerikan yerlilerinin ve Afrikalı kölelerin başına gelenlerden dolayı kendisine suçlamaların yapılacağından korktu.

Ancak International Association of Genocide Scholars (Uluslararası Soykırım Araştırmacıları Derneği) adındaki bir Amerikan kuruluşu bu sorunu halletti. Toplam binlerce sayfa eden Genocide Studies International (Uluslararası Soykırım Araştırmaları) dergisinin 20 sayısı içerisinde, içler acısı bir makalenin sadece 9 sayfasında Amerikan yerlilerinden bahsediliyor. Makalede varılan sonuç, hiç de sürpriz olmayan bir şekilde, Amerikan yerlilerinin başına gelenlerin tam olarak soykırım olmadığıdır. Ve bu mesele böylece kapatıldı.

AVUSTRALYA BÜTÜN VATANDAŞLARI İÇİN ADİL BİR YER Mİ?

David Cameron, İngiltere başbakanı olarak yaptığı ilk konuşmasında, Müslümanların İngiltere’de yaşadığı ulusal kimlik krizi için devletin çok kültürlülük ilkesini sorumlu tuttu. 11 Eylül sonrasında Batı toplumlarında Müslümanlara karşı harekete geçmek siyaseten rağbet görüyor.

Nispeten yeni bir yerleşimci devlet olan Avustralya’da, Müslüman karşıtı örneklerle dolu bir tarih yazımı olmadığında, çok kültürlülük başarılı olmadı mı?

Size mesajım şudur: Tarih yazımında berraklık çok yararlıdır. Tarihi gerçekler tam olarak teşhir edilmelidir. 1915-16 olaylarının tanımlanması konusunda aldığınız yaklaşım ulusal kimliğinizi tanımlar. Avustralya bütün vatandaşları için adil bir yer mi? Avustralya’nın tüm vatandaşları hükümetlerinin önyargı yerine tarih çalışmalarını tercih etmesindeki adaletiyle gurur duyabilecek mi, yoksa Avustralya tarihle ilgili siyasi dayatmalara boyun eğen bir ülke mi? Teşekkür ederim.

Tal Buenos’un konuşmasının tamamını inceleme fırsatını bulursanız, müthiş etkili örneklerle, hedefini tam on ikiden vurduğunu göreceksiniz.

Ulus olarak 2015 yılında bir emperyalist yalan olan sözde Ermeni Soykırımı ile göğüs göğüse mücadele etmeliyiz. Bu konuşma, dolaylı olarak bizlere mücadele alanlarının belirlenmesi ve sağlıklı bir karşı taarruz planlaması için önemli bir alt yapı ve ipuçları sunuyor. Adeta Batı’nın sinsi stratejisinin kodlarını deşifre ediyor.

Açıkça görüldüğü gibi, sorunun kaynağı Ermeniler değil, Batı’dır. Ermeniler dün maşaydı, bugün maşadır ve yarın da maşa olacaktır. Sözde iddialar ne tarihi ne de hukuki gerçeklerle bağdaşmaktadır. Kızılderilileri yok eden, Afrikalı çaresiz insanları yüzyıllarca köle olarak çalıştıran, şehirlerde yaşayan sivil halka atom bombası ile saldıran, Vietnam vahşetini yaratan, son olarak Irak, Afganistan, Libya ve Suriye’de milyonlarca insanın ölümüne sebep olan ABD’nin bu konuda hakemliğe soyunması, tüm insanlık için bir utanç vesilesidir.

İddialar bütünüyle Türkiye’ye siyasi baskı yapmak amacıyla Batı tarafından uydurulmuştur. Bu asılsız yalanları parlamentolarından geçiren bütün devletler, konuşmacının ifade ettiği gibi, emperyalizmin uşağı olmuş, halkına karşı saygısız, ilkesiz ve ahlaki temelini kaybetmiş devletlerdir. Tüm bu gerçeklerin ışığında, ülkemizin içinde T.C. kimliği taşıyıp bu yalanı savunanlar için nasıl bir sıfat kullanabiliriz?

Sözde iddialara asla bir nokta konulmayacak, ucu açık bırakılacak ve çiklet gibi uzatılacaktır. Emperyalizmin hedefi, gerçeğin peşinden koşmak değil, Türkiye’yi sürekli olarak hırpalayacağı bir kozu elinde tutmaktır. Her sene Nisan ayını ABD Başkanları “Soykırım dedi mi, demedi mi?” tartışmaları ile mi geçireceğiz? Milletçe, haklılığımızdan aldığımız güçle korkusuzca ayağa kalkmalı, bu kirli ve sinsi oyunu bozmalıyız!

Tek kişilik bir ordu gibi bu davamızın bayraktarlığını yapan Doğu Perinçek ve bu konuda yaşamsal önemdeki tarihi belgeleri akademik bir çerçeve ile önümüze koyan oğul Mehmet Perinçek’i bu kez yalnız bırakmamalıyız. Ulusça davaya sahip çıkarsak, rakiplerimizi ezer geçeriz. Çünkü biz haklıyız.

Sınırları aşarak insanlığı savunan onurlu bir aydın olan Tal Buenos’un bu konuşmasını sevdiklerimizle, dostlarımızla paylaşarak, bu konuda milli bir uyanışın gerçekleşmesine karınca kararınca katkıda bulunabiliriz. Haydi, iş başına!

Amiral Soner Polat

ulusalkanal.com.tr

Tüm yazılarını göster