Dün gece Yener Güneş ile Ulusal Kanal’da köşe yazısı yazmak üzere konuştuktan hemen sonra yüreğim sıkışarak izlediğim bir belgeselden sonra ilk yazımın konusu belli oldu. Kadına yönelik şiddet. Ülke, meslek, sınıf, din, eğitim tanımayan, kadınlara dünyayı zindan eden şiddet!
Bu defa şiddetin adresi İsveç, Stockholm’ün ünlü banliyösü, “Süryani Cumhuriyeti” olarak anılan bir bölge Södertälje. Şiddet uygulayan Bobel Barqasho, Süryani kökenli Türk vatandaşı ve Süryani cemaatinin papazının oğlu. Şiddet uygulanan ise bir zamanlar Bobel’in karısı olan ve bugün kendi adından vazgeçip Sofia adını taşımak zorunda kalan genç bir kadın.
2013 yılının karlı bir Şubat akşamı kocası Bobel tarafından 7. kattaki evinin balkonundan aşağı atılan Sofia için gelen ambulans personeli gördüğü manzara karşısında irkilmişti. Kolları, bacakları, ayakları, leğen kemiği kırılmış olan Sofia
karlar üzerindeydi, vücudunun her yerinden kanlar akıyordu. Paramparça olmuş kafasından da oluk gibi kan akmaktaydı. Hırıltı ve inleme arasında çıkan sesi bir süre sonra kesilmişti. Hastanede saatler süren ameliyatın ardından 3 ay uyutuldu. Doktorlar “paramparça olmuş” dedikleri Sofia’nın yaşamı için aileye en ufak bir ümit dahi veremediler. Ama Sofia direndi. Yaşadı. Yüzlerce ameliyata rağmen hayata sıkıca tutundu. Kısmen felç kalmasına, tekerli sandalye olmaksızın hareket edememesine, görme ve işitme zorluklarına rağmen hayata tutundu.
Bobel soruşturma boyunca Sofia’nın intihara teşebbüs ettiğini ve kendini balkondan attığını iddia etti, kısa bir gözaltı süresi dışında hep dışardaydı, özgürdü. Günlük hayatına devam etti. Sofia ise olayın üzerinden 8 yıl geçmesine rağmen ailesiyle birlikte gizli bir bölgede korku içinde, özgürlüğünden yoksun ve toplumdan uzak bir şekilde yaşamak zorunda. 10 yaşındaki oğlu hiçbir arkadaşını evine davet edemiyor. Annesi, kardeşi hiçbir akrabasının cenazesine, düğününe katılamıyor. Olaydan önce tıp fakültesinde okuyan Sofia okuluna da devam edemiyor. Yaşaması bir mucize olan Sofia’nın adalet mücadelesi, İsveç hukukunda bir ilke imza atmasına da yol açtı. İlk mahkemenin mahkûm ettiği Bobel, Üst mahkemede beraat etmişti. İsveç’te Üst mahkemenin kararına itiraz edilebilmesi ve davanın Yargıtay’da yeniden ele alınabilmesi için özel bir izin alınması gerekiyordu. Bu izin ilk kez bir kişinin, Sofia’nın, başvurusuyla verildi. Üst mahkeme kararı Yargıtay’da görüşüldü. Yargıtay yeni kanıtlar ışığında davayı bozdu ve Sofia aradığı adaleti buldu. 2015 yılında Bobel cinayete teşebbüsten tam 14 yıl ağır ceza aldı. Ama Yargıtay’ın kararından bir gün önce Türkiye’ye kaçtığı için hakkındaki ceza uygulanamadı.
İnterpol’ün kırmızı bültenle aradığı Bobel’in Türkiye’de özgürce yaşadığı, Didim’de çalıştığı ve İstanbul’a gidip geldiği hatta Türk kimliği ile yurtdışına dahi gittiği tespit edildi. Bunun üzerine İsveç Ceza İnfaz Kurumu Türkiye Adalet Bakanlığı’na başvuruda bulundu. Ya Bobel’i geri gönderin cezasını İsveç’te çeksin ya da cezayı siz uygulayın dedi. Uzun bir süre başvurusuna cevap alamayan İsveç İnfaz Kurumu nihayet beklediği cevabı aldı. Bobel Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı da olduğu için Türkiye tarafından İsveç’e teslim edilmeyecek ancak cezayı Türkiye’de çekmesi sağlanacak. Haberi sevinç gözyaşları içerisinde öğrenen ve “nihayet adalet yerini bulacak” diyen Sofia, Bobel’in cezaevine gireceği günü dört gözle bekliyor ama korkuyor. Kendisine “sen güzelsin, akıllısın, başkalarını bulursun ama benim olmuyorsan başkasının da olamazsın” diyen eski kocasının “başladığı işi eninde sonunda bitirmesinden” korkuyor. Bobel’in Türkiye’de cezadan kurtulmak için çeşitli başvurular yaptığı da biliniyor.
Kadınlar dövülüyor, balkonlardan atılıyor, parçalanıyor. Kadınların korkuyla yaşamasına, yaşam alanlarının daraltılmasına izin veremeyiz. Hiçbir hükümet de veremez. Bunun mücadelesini hep birlikte vereceğiz. Kadınlara yönelik şiddetin son bulması şart! Dünyaya göğün yarısını omuzlayan kadınların gözünden bakmasını öğreneceğiz. Başka yol yok!