Dr. Volkan Özdemir özgün görüşleri olan saygın bir enerji uzmanı! Doğal olarak enerjinin kalbi olan Rusya’yı her açıdan didik didik etmiş. Gözlem ve incelemelerini, “Rusya’nın Kodları” adlı eserinde toplamış. Bir solukta okuduğum kitabın, özel ilgi alanım olduğu için jeopolitik bölümünden kısa bir kesit sunuyorum:
RUS (PRENSLİK, ÇARLIK, SSCB, RUSYA) JEOPOLİTİĞİ
18 milyon kilometre kare kapladığı alanla dünyanın en hacimli ülkesi olan Rusya’nın bugünkü topraklarında tarih boyunca hâkim olan siyasal varlıkların en belirgin özelliği, sürekli coğrafi genişleme güdüsüyle hareket etmeleri. Büyük Hunlardan itibaren Moğol sonrasında Altın Orda ve nihayetinde Rusya devletleri tarih boyunca benzeri refleksler göstermişler. Nedeni açık: Ucu bucağı olmayan Avrasya steplerinde doğal sınırlar yok denecek kadar az! Hayatta kalmak, araziyi elde tutmak ve kendini güven altına almak için ana güç merkezinin doğal sınırlara dayanma güdüsü jeopolitik zorunluluktan kaynaklı.
Bu coğrafyada altın kural, çevresindeki rakiplere göre daha güçlü bir merkezin savunma için sürekli teyakkuzda olma ve doğal sınırlara ulaşana kadar diğer güçleri yutarak genişleme gerekliliği. Rusya, coğrafi konumu gereği Avrasya’nın merkezinde yer tutan ana güç olarak kendinden önce aynı coğrafyada yer alan imparatorlukların tarihi ve jeopolitik devamı olmuş. Moskova’nın, önce bağımsızlaşıp sonra Avrasya coğrafyasındaki rakip Tatar hanlıklarını yutması yukarıda bahsedilen başlıca jeopolitik özelliğin ilk somut sonucu! En güçlü, doğal bir engel olmadığından kısa sürede yanı başındaki zayıfları yutacaktır. Rusya önce doğuya doğru genişlemiş ve Sibirya ile Uzak Doğu’nun fethi sayesinde Pasifik’e kadar uzanmıştır. Tamamen farklı coğrafi ve toplumsal özellikler gösteren Çin’e ise ilişilmemiş.
Öbür yandan, batısından da devamlı tehdit algılayan ve tarihte yine düz bir coğrafyaya sahip olan Kuzey Avrupa platosu üzerinden işgale uğrayan Moskova, doğuyu hallettikten sonra 18. Yüzyılla birlikte bu sefer batıya doğru genişlemiş. Gerçekten de tarih boyunca Rusya batıdan birçok kez saldırıya uğramış. İsveçliler, Polonyalılardan sonra 1800’lerde Napolyon önderliğindeki Fransızlar ve 2. Dünya savaşında da Hitler’in Alman orduları Rusya’yı istilaya girişmiş.
Coğrafyanın kuzeyi Arktik okyanusu ile doğal bir koruma çemberindeyken Rusya kendini tam olarak güvende hissetmek için tarih boyunca güçlendikçe güneye yönelmiş. Neticede yine bir doğal sınır olan Karadeniz’e çıkılmış. Kafkasların fethi zor da olsa hayati sayılmış ve güneye doğru ilerleyen Rus jeopolitiğinin vazgeçilemez unsuru olarak görülmüş. Orta Asya’da da Tanrı dağları aynı işlevi görmüş, ilerleme İngiltere ile girilen ve “Büyük Oyun” adı ile anılan jeopolitik güç mücadelesi sonucu Afganistan’a kadar sürmüş. Afganistan’ın dağlık coğrafyası ve geçiş alanı olması nedeniyle tarih boyunca tam kontrol edilemez bir İmparatorluklar Mezarlığı olduğunu sanırım hatırlatmaya gerek yoktur. Nitekim bu ülke Sovyetlere de mezar olmuştur.
1990’a gelindiğinde Sovyetler soğuk savaşı kaybetmiştir. Bu tarih itibariyle doğal sınırların ötesi elden çıkarken, daha fazla geri çekilmeyi önlemek için doğal sınırlarda tutunabilmek yeni jeopolitik öncelik olmuştur. Rusya coğrafyasının belirlediği başlıca jeopolitik özelliklerden biri de bu alana hâkim olan güçlerin güvenlik ihtiyacının yüksek olması ve bölgenin yüksek bir ekonomik kalkınmaya izin vermemesi. Büyük bir ordu ve kuvvetli bir emniyet ve istihbarat teşkilatı ihtiyacı Rusya’yı her şeyden önce bir güvenlik devleti haline getirmektedir. Bu durum Rusya öncesinde aynı coğrafyaya egemen güçler için de geçerli olmuş. Çetin coğrafyanın dayattığı koşullar nedeniyle ister Çarlık, ister Sovyet, isterse günümüz Rusya’sının yönetim biçimi otokratik olmak zorundadır. Demokratikleşme ve ekonomik refahı önceleyen yaklaşımlar ülke tarihinde merkezi hükümetin zayıflaması ve dağılma riskini beraberinde getiriyor.
Dr. Özdemir’in kitabı Rusya konusundaki boşlukları doldurması yönüyle de önemli bir eksikliği gideriyor...
Amiral Soner Polat
ulusal.com.tr