Fransa’daki seçimleri Macron kazandı. Bunun sadece bir seçim olduğunu düşünmek büyük saflık olur. Aslında Macron ya da Le Pen arasında bir tercih yapmak gerekirse, yanıt C hiçbiri olur ama yine de işin bu tarafı Fransızlar’ın sorunu…
Macron, parlatılan bir isim. Kendisine ‘Kapitalizmin Mozart’ı deniliyor. İşin makyaj tarafını bir kenara bırakıp, finansörlerine bakmak gerekir. İş hayatına Rothschild’in aile bankasında başlayan Macron’u bu seçimlerde Rothschild ve Lehman Brothers finanse etti.
Aslında bu yönüyle şu teşbihi yapmak da çok yanlış olmaz: Fransa’da renkli devrim oldu. Küresel sermaye grupları, iddia edildiğinin aksine ABD’de kaybettikleri seçimi Fransa’da kazandılar. Seçim sürecinde aday adaylığından başlayarak Trump karşıtı olduklarını, söylenenin aksine sağlam kaynaktan biliyorum.
Seçim sonrası nasıl kendilerini Avrupa’nın güvenli kasasına attıklarını, hatta ülkeye ordu kurdurduklarını da... İşin bu boyutu başka, ama öncelikle şunun altını çizmek gerekir ki, Clinton da, Trump da, Le Pen de, Macron da birbirinden değerli (!) isimler.
Meselenin magazinini bir kenara bırakıp bu seçimi tekrar okuyalım. Eğer haziran ayındaki parlamento seçimlerinde de yeterli sandalyeyi kazanırsa, önümüzdeki süreçte Fransa’yı mesela İran’da daha çok iş yapar vaziyette görebiliriz.
Bu arada Rothschild cephesinin, henüz İran ile uzlaşı çıkmadan bu ülkeye yatırım yaptığını ve anlaşmada da bunun önemli faktör olduğu belirtmek gerekir. Yine hatırlatmak lazım ki, onların hayal ettiği İran ile, bugünkü İran arasında da fark var.
Onlar daha açılım yapmış, batıyla iyi ilişkileri olan ve doğudan yükselen güçten yana tavır koymayan bir İran arzuluyorlar. Bu dip bilgiyi hatırlattıktan sonra dönelim konumuza.
Bu seçimde taşlar yerine oturursa, önümüzdeki dönemde ABD’deki Trump karşıtları, İngiltere ve Fransa aynı cephede yer alacaktır. Bu da, ABD velayetinden bunalan ve Rusya ile yakınlaşan Almanya ile çatışmayı büyütecektir.
Yani AB’yi oluşturan iki çatı olan FransAlmanya’da, bağlantılı olarak da AB projesinde çıkar çatışmalarının öne çıktığı bir süreci yaşayacağız demektir. Bu da AB’yi göbeğinden ikiye çatlatır.
Elbette 2017 Eylül’ünde Almanya’da yapılacak seçimler de bu nedenle ilginç bir hal aldı. Merkel’in en yakın rakibi Martin Schulz... Schulz acımasız Türkiye eleştirilerine rağmen, imtiyazlı statü söylemine tepkili bir isim. AB projesine Merkel’den daha bağlı bir isim olduğuna dikkat çekmek gerekiyor.
Yani bir Macron olmasa da, bir arada tutulmuş AB’den yana olduğu için ABD ile ilintili çalışmalarda daha çok rol oynayabilecek bir isim. Merkel ise yaptığı direkt doğalgaz boru hattı anlaşmasından, herkesin tepkili olduğu süreçte Putin ile görüşmesine kadar daha yeni pazarlara eğilimli bir isim.
Esasen bu fotoğrafta geleceğe dönük güç dengelerinin, sadece Suriye değil, Avrupa üzerinden de yürütüldüğünü görüyoruz. Peki tüm bu fotoğraf içerisinde Türkiye’nin durumu ne?
Astana’da yapılan Suriye anlaşması ile Rusya’dan yana tavır koyan, İncirlik üzerinden de ABD’ye göz kırpan bir ülke. İhtiyaçlar ile gelecek projeksiyonunu birbirine karıştıran, hakkını savunmayı batı ile kavga etmek zanneden, tutarsız tavırlarıyla kafası karışmış bir ülkeyiz.
Bir tarafta geleceğin etkin ekonomileri, diğer tarafta yıllarca siyaseti ve ekonomiyi finanse etmek için parasını kullandığımız alacaklımız. Çık çıkabilirsen işin içinden. Esasen bunun tek kurtuluşu var. Atatürk’ü anlamak, borcunu sırtlamak ve tutarlı bir planlı ekonomiyle, dış siyasette yeniden bağımsızca ama ilişkileri düzgün halde kredibilitesini kazanmak.
Herkese yaranmak gibi mandacı bir zihniyeti terk etmezsek, bunu da manevra kabiliyeti yüksek yeni Türkiye politikası zannetmeye devam edersek, bu fotoğrafta daha çok başımız ağrır.
Çünkü bu halimizle oynayan taşların gölgesinde, kimsenin güvenmediği, çocuk oyunlarında kimsenin gerçekten yanında görmek istemediği ve oyun dışı kalmasın diye fasulye yapılan çocuk gibi bir fotoğraf veriyoruz.
Sözün özü şu, Fransa’daki bu seçimlerin etkilerini daha çok yazıp çizeceğiz. Yapılacak en büyük hata ise bunun sadece bir seçim olduğunu düşünmek. Ortadaki oyun daha büyük.
Çetin Ünsalan