30 milyar dolarlık finansman yükü

Çetin Ünsalan Yazar ulusalkanaliletisim@gmail.com

2020 Aralık ayının ihracat ve ithalat rakamlarının ortaya çıkmasıyla birlikte, kısa vadeli borç ödemelerine ilave olarak ortaya çıkan ek finansman yükü de takriben belirlenmiş oldu. Bunun için Türkiye'nin ekonomiyi finanse edebilmek için kasasından çıkacak takribi 30 milyar dolar daha bulması gerekiyor.

Hemen hesabın ayrıntılarına bakalım. Ticaret Bakanlığı'nın verilerine göre, 2020 yılının tamamında 169 milyar 514 milyon dolarlık ihracat yaptık. Rakam 2023 hedeflerinin yakınından bile geçmese de, şu pandemi şartlarında hiç fena değil.

Sadece birim kazançlar bakımından sıkıntı gözleniyor. Elbette yine ‘Cumhuriyet tarihinin diyerek başlanan cümlelerle işin sadece bu tarafı konuşuluyor. Ortaya konulan performans yabana atılacak cinsten değil; hatta bu süreçte ekstra alkışı da hak ediyor.

Ama virgül atmanız gereken yerde nokta koyar devamını tartışmazsanız, o zaman gerçeklerle yüzleşmemiş oluyorsunuz. Zira aynı dönemde Türkiye'nin ithalatı 219 milyar 425 milyon dolar oldu. İhracatımız yüzde 6,26 azalırken, ithalatımız yine aynı dönemde yüzde 4,32 arttı. Günün sonunda da ihracatın ithalatı karşılama oranı yüzde 77,2'te kaldı. Bu teknik detaylarla akılları karıştırmayayım.

Çünkü ürün gruplarını da incelediğinizde daha başka problemleri görmek mümkün. Ama konuyu dağıtmadan tekrar finansman meselesine dönelim. Bu dış ticaret verileri ışığında Türkiye 2020 yılında 49,9 milyar dolar açık verdi. Kaba bir hesapla, dış ticaret açığının altına beşi de cari açık rakamına karşılık gelir. Bu da 41 milyar dolar civarında cari açık demektir. Şimdi bir basamak daha çıkalım ve bunun finansmanına göz atalım.

Şayet turizm gelirleri bu yıl, beklendiği ölçüde olsaydı, finansman açısından çok da problem yaratmayan bir tabloya kavuşabilirdik. Lakin mevcut durumda, 2020 yılında turizm gelirlerinin üç aşağı beş yukarı 10 milyar dolar civarında kapatacağı gözüküyor.

Yani cari açık rakamından turizm gelirlerini düşersek, 31 milyar dolar; hadi hata payı verelim; 30 milyar dolarlık bir maliyetle karşı karşıya kaldığımız ortaya çıkıyor. Buna Ekim ayında 134 milyar dolara çıkan kısa vadeli borcu da ekleyelim.

Günün sonunda Türkiye'nin bir yıl içinde sadece cari açık finansmanı ve kısa vadeli borcunu döndürebilmek için bulması gereken para miktarı 165 milyar doları buluyor. Geri kalan ayların performansını dikkate alırsak, bunun üstü olur altı olmaz. Şimdi bu neden önemli? 165 milyar dolar nakit parayı bulamazsanız, doları tutamazsınız. Doları tutamayınca girdi maliyetlerine ilave olarak enflasyona dolar maliyeti tekrar yükselerek eklenir. Ortaya çıkan tablo da faiz artışını getirir. İhtiyacınız olan rakam ve elinizdeki para dengelenmediği sürece de bu kısır döngü içerisinde kayıplar yaşamaya devam edersiniz.

Bunlara rezervlerdeki eksiye düşmüş 50 milyar dolar rakamını da, yenide borçlanma ihtiyacının daha maliyetli olmasını da, enflasyonun kur ve faizi azdırmasıyla da ortaya çıkacak maliyetleri de eklemiyorum. Yani kaba bir hesap yapıyorum.

Peki bu denklemden ne anlıyoruz? Günün sonunda üretmeyen ekonomi zarar eder ve o zarar kurdan enflasyona, alım gücü kaybından işletmelerin rekabet gücüne kadar her alana yansır. Yani mücadele edecekseniz para piyasalarını değil, reel piyasaları esas almalısınız. Yoksa her yol çıkmaz sokak.

Tüm yazılarını göster