BDDK taksitli alışverişte vade miktarının uzatılmasını tekrar tartışmaya açtı. Şimdi 9 aydan 12 aya çıkarılıp çıkarılmaması masaya yatırılıyor. Meseleye tek başına buradan bakınca sağlıklı bir analiz yapmak mümkün değil. Bu nedenle filmi başa saralım.
Ülkenin tasarruf miktarı yeterli değildi. Fakat 12 yıl önce işbaşına gelen iktidar tüketerek büyümeyi hedefledi. Bu uğurda üretenin kemiklerini kırarken, iç piyasayı ithal mallar cenneti haline getirip, yine onlardan aldıkları kredileri, kredi ve kredi kartı olarak vatandaşın cebine koydular. Yani onlardan para alıp, onların malını tüketip, üzerine bir de faiz ödedik.
En fazla 160 basabilen aracı gaza basıp zorladıkça zorladılar. Yapmayın, hızı kesin, normal bir gidiş değil bu uyarılarının hiçbirine kulak vermeyip, 50 km maksimum hız olan yolda, altındaki niteliği yetersiz araçla makas atmaya başladılar.
Sonra 2008 kriziyle birlikte neye uğradıklarını şaşırıp, 2009 yılındaki hedef pazarlardaki daralmayla sert bir fren yaptılar. Tam ders aldılar; kaza bela olmadan toparlayalım derken, dünyanın yine parasal genişlemeye geçmesiyle birlikte akıllarını kaybedip gaza bastılar.
Bu süreç içinde yoldan gelip geçenleri ezdiler; üreticiyi camda gitmeye zorladılar; para bittikçe, araçtakilerin ceplerine musallat oldular; kaçak yolcu aldılar vs. vs. vs… Sonra FED ‘para bitti’ deyince, cd çalara en arabeskinden bir parça koyup, ağlamaya başladılar. Birden akıllarına fren yapmak geldi.
Son hızla giderken, asıldılar frene… Bu arada birkaç kişi de camdan fırladı. Komşu araçları da makaslayarak ve onların haklarına tecavüz ederek, düşman eden ve oradaki yolcuları da araca almak zorunda kalan şoför baktı ki iş yürümüyor, iç tüketime dayanıp tekrar taksitleri açarak gaza bastı. Yetmedi; şimdi bir daha hızlanmaya yelteniyor.
Fakat bu arada aracın aksı dağıldı; vites kutusu param parça oldu; yazılım tamamen devre dışına çıktı; frenler tutmuyor; gaz ise yakıt boğulduğu için yeterli gelmiyor. Araç da son sürat çıkmaz sokakta duvara doğru ilerliyor.
Elbette polis de peşinde. Çünkü bir de kaçak akaryakıt (kaynağı belirsiz para) kullandığından ve trafikteki anlamsız gidişinden dolayı şüphe yarattı. Sonra da ‘ben iyi şoförüm’ iddiasıyla seçime gidiyor ki; direksiyonu tekrar kendisine versinler.
Verilir verilmez bilemem, o seçmenin takdiri… Fakat bu kafayla kimsenin araçtan sağ çıkamayacağı kesin. Gazdı frendi derken milletin midesi ağzına geldi; düşenlerin kemikleri kırıldı; mevcut yolcular da bir çılgınlık içinde sarsıla sarsıla duvara doğru gidiyor.
Bu filmin sonu belli... Kalan sağlar bizimdir… Şüphesiz saflıklarıyla ünlü şoförün de ne söyleyeceği bugünden açık: Kader… Bu kaza, otomobilde yolculuk etmenin fıtratında var.
Adam tır şoförüymüş. Bir yokuştan aşağı son sürat iniyormuş. Yavaşlamak için frene basınca, bakmış ki fren tutmuyor. Ne yapacağını düşünürken; ileride yolun ikiye ayrıldığını görmüş. Sağda bir pazar ve tam 250 insan, solda ise küçük bir çocuk, önünde de bir duvar.
‘Ben çocuğa çarpıp duvara gireyim ve 250 kişiyi kurtarıp kahraman olayım’ diye düşünmüş. Kaza olup bitmiş ve adam ertesi gün gazetelerin birinci sayfasında manşet olmuş: ‘Şok şok şok! Tır şoförü tamı tamına 251 kişiyi ezerek öldürdü.’
Bunun ardın gazeteciler adamın bulunduğu odaya doluşmuşlar. İçlerinden biri ‘bu iş nasıl oldu’ diye sorunca, şoförün yanıtı da şöyle olmuş: ‘Valla her şey çocuğun pazara doğru koşmasıyla başladı.’
Çetin Ünsalan