12 Eylül 1980 darbesi sonrası yurt dışına kaçan sol fraksiyonların önderlerinin geldiği yer ibretliktir! O dönemin 49 Sol (60’a yakın) örgütünün neredeyse tümünün önder kadroları yurt dışına değişik yollardan gitmiş ve iltica talebinde bulunmuşlardır. Tümü de kabul edilmiştir.
Dışarıya taşınan solumsu gruplar ideolojik, siyasi ve örgütsel dönüşüme uğradılar. Türkiye'de isimleri bile hiç bilinmeyen örgütçükler pıtrak gibi piyasaya sökün etmişti. İlginç ve ilginç olduğu kadar saçma isimlerle kurulan örgütümsü oluşumlar bir süre sonra dağılıp gidiyordu. Ancak arkada bıraktıkları enkazı topladığımızda azımsanmayacak zarar verdiklerini gördük.
Solda tanınan isimlerin “ Avrupa’da yeni hayatlarında” önemli değişiklikler oluyordu. İsimlerini yazmaya gerek görmediğimiz “ünlü” örgüt kurucu ve kadroları iş hayatına atılıyor, Romanyalarda, Polonyalarda iş kovalıyorlardı. Bazıları ise tüm ailesini Avrupa'ya taşımış ve sadece kendileri örgüt lokallerinde devrim ve sosyalizm üzerine nutuklar atıyor, iktidar yıkıyor, iktidar kuruyorlardı. Ayrıca dernekler çalışmadan önemli bir geçim kapısı olarak da işlev görüyordu. Ve en nihayetinde çoğu mücadeleyi bırakmış, köşelerine çekilmişti.
Gelinen zaman dilimine bakıldığında hala ezberlerle gün tüketen, alıntılarla tarih yazan ve siyaset üretenlerin neredeyse tümü PKK/HDP’nin peşine takılarak devrim hayalleri kuruyor. Daha doğrusu doğdukları ülkenin parçalanmasını bekleyerek zaman öldürüyorlar! Zira Avrupa’ya baktığımızda sol etiketli örgütlerin ufaldığını ve bir avuç insanın zoraki ayakta durmaya çalıştığını görüyoruz. Tümü “yorgun demokrat” olup çıktılar.
“Sosyalistlerin vatanı tüm dünyadır” diyerek anlamını doğru çözümleyemeyenler vatansızlığı açıktan açığa savunur hale geldiler. Bunlar emperyalist merkezlerde mangalda kül bırakmıyorlar! Onlar, çalışmadan paşa paşa yaşadıkları Avrupa’da Türkiye'nin ne kadar kötü olduğunu anlatmakla meşguller. İstisnalar hariç mazilerini pazarlayarak solumsu piyasada tutunmaya çalışanların halleri içler acısıdır. PKK/HDP’ye sarılmalarının bir nedenini de bu oluşturuyor.
12 Eylüle takılıp kalan sözde solcuların çoğunun yaptığı tek iş etnik ve dini bölücülüğe destek olmak ve Türkiye karşıtı faaliyetleri örgütlemek. Her kim ki Türkiye’ye düşmanlık yapıyor ise o bunların dostudur. Onlara göre Türkiye soykırımcıdır, işkencecidir, katliamcıdır vb. vb. Batılı emperyalist devletler Türkiye'ye ne kadar çok baskı yapar, önünü keserse o kadar iyidir. Hatta işi o kadar ileri götürdüler ki, “emperyalizme bağımlılık iyidir” yönlü yazılar yazabilecek kadar ileri gittiler. Emperyalizmle işbirliğini açıktan açığa savunmak ve teorisini yapmak sahte solculara çok yakışıyor!
12 Eylül darbesi sonrası vatandaşlıktan atılan ya da kaçanların oluşturduğu Avrupa Sürgünler Meclisi (ASM) 2012 yılında 120 kişinin katılımıyla kuruldu. ASM 17 Eylül’de Almanya'nın Köln kentindeki “Müze Bürgerhaus” da “12 Eylül'den Günümüze Türkiye” Sempozyumu düzenledi. Haberde konuşmacılar şöyle sıralanıyor: “ASM Eş Sözcüsü Mahmut Özkan`ın moderatörlüğünü yaptığı etkinlikte, Berivan Aymaz (Yeşiller Milletvekili), Banu Güven (Gazeteci), Aysel Ocak (Cumartesi Anneleri aktivisti), Doğan Özgüden (Sürgünde Gazeteci) ve Metin Ayçiçek (ASM Eş Sözcüsü) konuşmacı olarak katıldılar.”
Aşağıda konuşmacıların sözlerini kısaltarak sunuyoruz:
Doğan Özgüden:
- Vatansızlaştırma aslında Türkiye'de gelmiş geçmiş tüm iktidarların fıtratında olduğunu söyledi. Nazım Hikmet`i 1951 yılında DP iktidarının, Prof. Fahrettin Petek`i de 1961 yılında Milli Birlik Komitesi`nce Türk vatandaşlığından çıkarıldıklarını hatırlatarak, ermeni, yahudi ve rumların vatandaşlıktan çıkarılmalarını anımsatarak yakın tarihin yüzkızartıcı sayfaları olarak söz etti. Özgüden 11 Aralık 1988`de Köln'de Şerafettin Kaya, Enver Karagöz, Gültekin Gazioğlu ve Dursun Akçam`ın katkılarıyla 12 Eylül rejimine karşı uluslararası mahkeme kurulduğunu anımsattı.
NRW Yeşiller Milletvekili ve Eyalet parlamentosu ikinci başkanı Berivan Aymaz, “Almanya Türkiye ilişkilerinde çok ciddi bir dönüm noktası yaşandığını ve ilişkilerin eskiye dayalı bir biçimde sürmeyeceğini” dile getirdi.
Gazeteci Banu Güven:
- 2016`daki darbe girişimini kontrollü patlatılmış bir bombaya benzeten Banu Güven, kendilerinin de son darbenin mağduru olduklarını söyledi. Deutsche Welle`de çalışmalarını sürdüren Banu Güven, özgürlüğün bir gazeteci olarak kendisine çok iyi geldiğini ancak uzun süre “sürgündeyim” diyemedim, bunu dersen dönemem diye korktum, diyerek sürecini dile getirdi.
ASM Eş Sözcüsü Metin Ayçiçek:
- Kendimi anlamlı, değerli, önemli buluyorum” üçlemesiyle yaptığı değerlendirmede özgücünü korumanın ve ülkedeki halklar için kullanmanın önemine dikkat çekti. Ayçiçek ülkeden çıkışın mücadeleden kaçmak anlamına gelmediğine ilişkin örneklemelerde verdi.
Yukarıda ki konuşmalarda Kuzey Ren Vestfalya (NRW) Eyaleti Yeşiller Milletvekili Berivan Aymaz’ın Türkiye-Almanya ilişkilerinin eskisi gibi olmayacağı görüşünü ileri sürüyor ve bunu sevinçle anlatıyor. Bayan Berivan Almanya’da Türkiye karşıtı örgütlerin eylemlerini ve amaçlarını destekleyen biri. Zaten Alman Yeşiller Partisi ülkenin en Amerikancı ve Türkiye karşıtı partisi olma özelliklerini titizlikle koruyor! Bu parti Türkiye’yi soykırımcılıkla suçlayan, PKK/HDP’yi destekleyen ve Türkiye üzerine yalan yanlış haberleri gündeme taşıyan parti. Ayrıca Berivan Aymaz gibilerini parlamentolara taşımayı görev adetmiş örgüttür.
Gazeteci sıfatıyla katılan Banu Güven'in konuşması ise baştan sona kinle dolu! Dikkat edilirse FETÖ ağzıyla konuşuyor ve 15 Temmuz 2016 Amerikancı FETÖ darbesinin “kontrollü darbe” olduğunu iddia ediyor. Bununla da yetinmeyen Banu Güven Almanya’da “özgürlüğün bir gazeteci olarak kendisine çok iyi geldiğini” ballandıra ballandıra anlatıyor. Zaten bu tipler Almanya’da her zaman el üstünde tutulur. Can Dündar, Banu Güven gibi devşirmeler Berlin derin devletinin hamiliğinde ve her türlü desteğiyle özgürlüğün tadını çıkarıyorlar! Almanyalarda Türkiye'ye karşı platformlar oluşturanların vatandan bahsetmeleri gülünç geliyor.
Doğan Özgüden ise sosyal medya paylaşımlarında Türkiye karşıtı ne kadar malzeme varsa onu kullanıyor. “Türkiye’de gelmiş geçmiş tüm iktidarların fıtratında” vatansızlaştırmanın olduğunu söylerken sap ile samanı birbirine karıştırıyor ve PKK/HDP söylemleriyle ülkemizi değerlendiriyor. Peki, gelmiş geçmiş tüm iktidarlar derken, Kurtuluş Savaşımızın büyük önderi Gazi Mustafa Kemal Atatürk dönemini de diğer emperyalizmin işbirlikçi iktidarlarıyla bir tutması nasıl kabul edilebilir? İnsan yurduna, tarihine, kültürüne, insanlarına bu kadar mı yabancılaşır ve kinlenir? Bir de sosyalist olacaklar, devrimci olacaklar ve bir yığın sözün ardına sığınarak etnik ve dini bölücülüğü destekleyecekler; işte bunların yaptığı tek şey bu!
“kendimi anlamlı, değerli, önemli buluyorum” diyen Metin Ayçiçek ise mensubu olduğu örgütün saflarını terk etmiş ve kaderini Almanya’ya bağlamış ve de sıfırı tüketmiş bir sahte solcudur. Sol lafazanlığı meslek edinmiş, geçmişe takılıp kalan ve o eski günlerin hayalleri içinde gün tüketen Ayçiçek, ASM yöneticiliği ile konum elde ettiğini düşünerek avunuyor! Gelecek günlerde hazır olan ASM’yi tüm ayrıntılarıyla okuyucularımıza sunacağız. Kimler var, neyi amaçlamaktadırlar, dost ve düşman ayrımında Türkiye nerede gibi soruların yanıtlarını onların yazılarından yararlanarak sunacağız. O zaman bizlerin neden “sahte sol” değimini istemeden zorunlu olarak kullandığımızı bir kez daha göreceklerdir.
İstikametiniz kaybolduğunda yollar sizi emperyalistlerin sağladığı olanaklara yaslanarak devrim lafazanlığı yapmaya götürür. Batıda gürlemek kolaydır. Türkiye halkının birliğini istemeyen, bölücülüğü pohpohlayan, ülkemizin sorunlarının derinleşmesini isteyen ASM’nin çıkardığı gürültünün etkisi çevreleriyle sınırlı kalacaktır.