Irkçılığın Avrupa'da yeniden hortlatılması ve en son Ukrayna'da ırkçı faşist örgütlerin emperyalizm tarafından kullanılması bazı hatırlatmalarda bulunmamızı gerekli kıldı. Irkçılığın doğduğu, büyüdüğü, serpildiği ve iktidar olduğu Almanya'dan sonra ABD emperyalizmi Hitlerin çizmelerini giyerek, 1945 sonrası dünyanın dört bucağında ırkçılığı körükledi, faşist diktatörlüklerin, darbelerin örgütleyicisi olarak yeryüzünü kana boyadı.
Irkçı devlet teorisini İtalya'da Benito Mussolini sonrası Adolf Hitler Almanya'da hayata geçirdi (3. Reich). Johann Friedrich Blumenbach, Alfred Rosenberg, Rudolf Hess gibi ırkçı teorisyenlerden devraldığı mirası pratiğe geçiren Neo-Nazizmin babası Adolf Hitler, Kavgam (Mein Kampf) kitabında ırkçılığın doruğuna ulaşır. Açıkça ırkçı uygulama yöntemleri üzerinde görüşler ileri sürer. Irkçı devletin önündeki görevleri ve uygulamalarını anlatır. Hitler'i okuduğumuzda emperyalizm çağının bir olgusu olan faşizm ve ırkçılık "hastalığının" yeryüzünden bir daha geri dönmemecesine, tarihin çöp tenekesine atılması gerektiğine yönelik inancımız kuvvetlenmektedir.
Özelliklede Batı Avrupa'da ırkçılık düne göre çok arttı. Belçika ve Hollanda gibi eski sömürgeci devletlerde bile ırkçı örgütlerin sayısı çoğaldığı gibi, seçimlerde de önemli oy oranlarına ulaştılar. Ekonomik ve siyasi sorunların büyüdüğü dönemlerde ırkçı/faşist örgütlerin yabancılara ve sığınmacılara yönelik saldırılarında artış gözlenir. Asya ve Afrika kökenli sığınmacılar esas hedef olarak seçilir. Emperyalizmin sorumlu olduğu savaşlar ve yoksulluklar nedeniyle ülkesini terk etmek zorunda kalan sığınmacılar, aynı zamanda emperyalist ülkelerin işçi sınıfına karşı da kullanılır.
"ÜLKEMİZDE SIĞINMACILARA YÖNELİK YANLIŞ ÇIKIŞLAR"
Anadolu'muzun eşsiz mirası üzerine kurulu Türkiye'mizin bağrında ırkçılığın uzun süre barınması zordur. En ırkçı örgütler bile bir müddet sonra dayanamaz ve değişime uğrayarak daha "barışçıl" pozisyonlara çekilmez mecburiyetinde kalır! Bu değişimin ana ögesini, Türkiye halkının ayrıştırıcı değil birleştirici gelenekleri, töreleri, inançları, kısacası tarihi oluşturur.
Tüm bu olumlu vasıflarına rağmen ırkçılığı meslek edinmiş Ümit Özdağ gibi çatlak sesler zaman zaman zuhur edebilmektedir. Siyasi kariyeri uğruna ülkesini çıkmaza sokmaktan kaçınmayan Özdağ, sığınmacılar üzerinden prim yapmayı ana eksen olarak benimsemiş görünüyor. Gelecek seçimlerde başarısının kaderini sığınmacı düşmanlığına bağlamıştır. Ümit Özdağ'ın ABD emperyalizmi, İsrail siyonizmi, NATO, FETÖ üzerine ciddi bir açıklamasını duymadık. Türkiye'nin baş düşmanını görmezden gelerek Suriyeli, Afganlı sığınmacıları baş düşman hedefine oturtması boşuna değildir! O, emperyalist projelerde görev üstlenmeye hazır olduğunun mesajını, yaratıcı yıkıcılığın bir kolu olan sığınmacı kışkırtması üzerinden veriyor.
Zafer Partisi ve başkanı Türkiye'ye katkı sunmak yerine, zarar veren girişimleriyle tarihteki yerini alacaktır. Bu yabancı ve sığınmacı düşmanı partinin provokasyonlarına ortak olanlar, ittifak arayışı içinde gün tüketenler tarih önünde sorumludur.
ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalist devletlerde ırkçı/faşist örgütlerin birincil hedeflerini sığınmacılar ve devamında yabancılar oluşturmaktadır. Ümit Özdağlar ile ırkçı/faşist örgütlerin söylemleri ile girişimlerindeki benzerlikler ne de çok birbirine benziyor!
Türkiye'nin iç kargaşalığa sürüklenmesinde kullanılacak argümanlara baktığımızda etnik ve dini farklılıkların yanı sıra sığınmacılar sorununun da önemli bir yer tuttuğunu görüyoruz. Kısaca "sığınmacılar defolun" ırkçı söylemini sahiplenenler gelecekte emperyalizmin böl-yönet siyasetlerinin esiri olmaktan kurtulamayacaklar.