Malum İngiltere'de havalar sıcak. Çok sıcak. Rekor sıcak. Sıcaklık ile ilgili haberler azaldı, bir ara yangın haberleri arttı. Şu aralar su kıtlığı haberleri gelmeye başladı. Su konusunda ne yapacağız? Sular azalıyor. Bahçe sulama işini yasaklasak mı?
Geçende benim eve su hizmeti veren firmanın ( South East Water) web sitesine girdim, su tasarrufu ile ilgili ücretsiz alet edevatları siparişe açmışlar. Sepete atıyorsun, ürünler ücretsiz evine kargo ile geliyor... Neler var? Misal su tasarruflu duş başlığı var. Misal, su tasarruflu bahçe hortumu tabancası, misal küvet veya lavabodaki su giderini kapatmak için silikon kapak (tapa), misal vantuzlu 4 dakikalık kum saati, banyo duvarına yapıştırıyorsun, "4 dakikada duşu tamamlayabilecek misin?" oyunu oynuyorsun. Lavabo musluğunun ucuna takılan, az debi ile çok debi hissi yaratan ve su kullanımını azaltan minik aparat. Bunun gibi ufak tefek aparatlar. İngiltere'de bedava pek ürün ve servis sunulmaz ama bu su tasarrufu işi anlaşılan ciddiye binmiş durumda ve bu aparatlar su abonelerine ücretsiz dağıtılıyor. Su tasarrufu konusu önemli, akmasa da damlar.
Bu su konusunun arkasında aslında sadece su yok. Su tasarrufu demek aynı zamanda enerji tasarrufu demektir. İngiltere'de su kıtlığı normal şartlarda yoktur, özellikle kuzeyi, İskoçya tarafı bolca sulak bir ülkedir ama enerji konusu şu aralar problemli bir konu... Vatandaşa bir dokun bin ah işit vaziyeti mevcut. Suyun evlere taşınması konusu da malum enerji ile yapılıyor ve öyle az buz enerji değil. Aynı şekilde kullanılan atık su da bir yerlerden bir yerlere gene enerji ile taşınıyor. Yine bitmiyor, atık suyun yine enerji ile arıtılması konusu var. Yani evlere sunulan her 1 lire suyun arkasında önemli bir kamusal enerji faturası mevcut ve su tasarrufu ile belki de asıl hedeflenen enerji tasarrufu.
Atık su demişken, İngiltere de şu sıralarda haberlere düşen konulardan biri de Thames Water ve benzeri su ulaştıran kurumlarının ( bizdeki İSKİ veya ASKİ gibi düşünelim) atıkları tam olarak dönüştürmeden nehirlere şarj etmesi iddiaları. Malum İngiltere'de Thames başta olmak üzere yüzlerce, binlerce kilometrelik akarsu var ve bu akarsuların çevresi yaşam alanları, parklar, bahçeler ve evlerden oluşuyor ve bölgede yaşayanlar bu akarsuların temizliği konusunda hayli hassas. Thames Water gibi kurumlar bu iddialar karşısında kendilerini genelde şöyle savunuyorlar: "Çok yağmur yağınca bizim arıtma kapasitemiz doygunluğa ulaşıyor ve taşan su mecburen arıtılmadan ırmaklara gidiyor".
Elbette su krizi sadece İngiltere'de değil, Avrupa'da bir çok ülkede görülmekte. Hatta bu işin en yüksek faturası Almanya’ya çıkacak gibi görünüyor. Gelen haberlere göre Ren nehri kritik seviyeye inmiş durumda ve nehir taşımacılığının sürekliliği aksamaya başlamış durumda. Almanya'da Ren nehri üzerindeki nehir taşımacılığı ile Almanya'nın birçok sanayi şehri birbirine bağlanıyor ve ekonomi entegre halde çalışabiliyor. Nehir taşımacılığı ile birçok enerji santraline kömür taşıması yapılabiliyor. Almanya'da şu aralar yağmur duaları başlamış olsa gerek.
Bizim de yerel belediyelerimizi ve şu servis sağlayıcı firmalarımızı atık suların yönetimi konusunda daha çok kamu baskısı altına almamız faydalı olabilir ve politik iradeyi bu baskılar yönlendirebilir.
İngiltere'nin politik ajandası şu sıralar malum yeni başbakan seçimine kilitlenmiş durumda. Gerçi seçim demek pek doğru ifade olmayabilir çünkü yeni başbakanın kim olması gerektiği konusunda kimse halka fikrini sormuyor, bir genel seçim olmayacak. En iyimser ifade ile yarı demokratik bir süreç olduğunu söyleyebiliriz. Hatırlayacağınız gibi Boris Johnson'dan partisi yani Muhafazakar Parti desteğini çekmişti ve BJ'yi istifaya zorlamıştı. Yani direk olarak halk tarafından bir kaç kez seçim kazanmış bir başbakanın altından koltuğunu partidaşı vekiller çekiverdi. Bu süreçte tarafsız(!!!) medya da BJ'in gidişinin zeminini hazırladı... Neymiş efendim, herkes kovid kısıtlamaları varken, başbakanlık bahçesinde doğum günü daveti vermiş, çalışma arkadaşları ile kadeh kaldırmış... Herkes evinde kilitliyken nasıl böyle birşey yaparmış?? Buna benzer bir kaç zorlama gerekçe daha mevcut... İngiltere'nin toplumsal düzeninde böyle sudan gerekçeler ile başbakan düşürmek hayli acayip oldu doğrusu.
BJ istifa ettikten sonra ortaya birkaç aday çıktı, Muhafazakar Parti milletvekilleri ( dikkatinizi çekerim halk/partililer değil MP vekilleri) bu adayların arasından 2 kişiyi seçti ve aday çıkardı. Bu iki aday şu aralar ülkede bir kaç yerde partidaşları ile salon toplantıları yapıyorlar, bu toplantılara gazeteciler katılabiliyor ama soru soramıyorlar (!!!). Şimdi Muhafazakar partililer bu iki adaydan birini seçecek. Pek kaç partili var? Sayısı belli değil açıklanmıyor. Son Muhafazakar parti seçimlerinde 160.000 civarında partili vardı bugün biraz daha fazla olmalı. 2 Eylül'de oy verme süresi dolacak, 5 Eylül'de kazanan adayı ilgili parti komite başkanı açıklayacak, kazanan aday kraliçenin huzuruna çıkıp onayını alacak ve başbakan olacak.
Adaylara bakarsak bir tarafta maliye bakanı Rishi Sunak, ki kendisi Hint kökenli milyarder bir ailenin ( Infosys'in kurucusu aile) Hint kökenli damadıdır, diğer tarafta Liz Truss, ki kendisi dışişleri bakanıdır ve bu koltuğa paraşüt ile indirildiğinde basında kendisi hakkında "yeni başbakan hazırlanıyor" haberleri çıkmıştır.
Şahsi görüşüm koltuk Liz'e verilecektir ve maalesef İngiltere'nin politik geleceği konusunda bu açıdan iyimser değilim. Nasıl Margaret Thatcher, Arjantin'e karşı Falkland savaşını kazanıp kahraman oldu ve İngiltere siyasetinde yerini sağlamlaştırdıysa, kanımca bazı çevrelerde İngiltere'nin başında yeni bir "savaşçı" Margaret Thatcher arayışı var. Anketlerde Rishi Sunak önde görünüyor, oturum performanslarına bakıyoruz Rishi yine daha başarılı görünüyor ama uluslararası konjonktür ve Rusya ile olan durumlardan dolayı finansçı başbakan değil savaşçı başbakan profili lazım. Rishi'nin babasının milyar dolarları, bu seçimi almasında çok eksik kalacaktır. Kaldı ‘ki Rishi'nin seçimi alması durumunda dahi Birleşik Krallığın dış siyasetinde pek etkisi olacağını zannetmiyorum.
Konuya biraz daha global pencereden bakarsak, acaba sadece Birleşik Krallık'ta değil ama genel olarak Avrupa ülkelerinde, Rusya-Çin cephesine karşı, savaş dönemi liderleri mi işbaşına getiriliyor?
Elbette İngiltere'de ekonomi konusuna değinmezsek olmaz. Faizler arttı ve anlaşılan daha da artmaya devam edecek. Enflasyon deseniz bu Ekim'de yüzde 13,5 görülmesi bekleniyor. İngiltere için bu oranlar inanılmaz yüksek rakamlar. Bizim milletin enflasyon konusunda derisi kalındır ve iş dünyası ve bankacılık kesimi oynak enflasyon ve faiz konusuna alışkındır. İngiltere de ise durum böyle değil. Haziran'da yıllık enflasyon 9,4% geldi. Önceki sene aynı ayda yıllık 2,5% idi, ondan önceki sene aynı ayda yıllık 0,6% idi. Bir cisim yaklaşıyor sanki !
Faizleri tabi aynı hızda artıramıyorlar yoksa iş dünyasında ve işsizlik göstergelerinde kıyamet kopacak. Bir de İngiltere de bankacılık ve finans sektörü malum devasa büyüklükte. Bankacılık sektörü faizler artarken değil azalırken kar yazan bir sektör, faizler artınca, mevcut sabit faizli verilmiş kredi stoğunun maliyeti artmış oluyor. Faizler artınca uzun vadeli ev kredisi alan vatandaşların hali ne olacak? Bu ev kredileri genelde değişken piyasa faizine göre artıyor ve azalıyor. Ortalama bir ailenin 300.000 GBP bankaya ev kredi faiz borcu olduğunu düşünelim, ev kredi faizleri 2 puan artsa 25 senelik 300.000 GBP kredinin aylık faizi belki 1400 GBP den 2000 GBP üzerine çıkacak. Nasıl ödenecek bu paralar? Haliyle ev fiyatları düşecek ve harcanabilir gelir azalacak. Bankalar da aynı şekilde faizler artınca sabit faizli kredi maliyetlerinden içeriye girecekler. Londra bankerlerinin milyonlarca poundluk bonus hayalleri başka bahara kalacak anlaşılan. Fena da olmaz aslına bakarsanız, biraz İngiltere'de gelir dağılımı adaletsizliği düzelmiş olur.
Bu ekonomik gidişat ile normalde beklenen İşçi Partisi'nin, Muhafazakar Parti'yi seçimlerde devirmesidir, ancak İşçi Partisi'ne, bizdeki CHP 'de Baykal'ın fetö kumpası ile indirilip Kılıçdar'ın geçirilmesine benzer bir operasyon yapıldı bu yüzden İşçi Partisi'nin kendine gelmesi bir süre daha alacaktır. Amerika'da Bernie Sanders, İngiltere'de Jeremy Corbyn iktidar olabilseydi, bugün ne Ukrayna-Rusya trajedisini, ne Suriye'nin parçalanma politikalarını, ne de Gazze'nin bombalanmasını konuşuyor olurduk. Maalesef Garp cephesinde ufukta güneş görünmüyor. Türkiye'deki iktidarların bu ülkeler ile yakın çalışarak gerçekten akıllı dış politikalar uygulaması ve Garp cephesinde aklı başında, sorumluluk sahibi, dünya barışını önemseyen iktidarların yolunu açması gerekir.
İskoçya'nın Birleşik Krallık ‘tan ayrılması ve Avrupa Birliğine katılması ise sadece bir zaman meselesi gibi duruyor. Bir referandum filan olursa ayrılık kaçınılmaz. Aynı şekilde Kuzey İrlanda'nın da bir referandum durumunda İrlanda Cumhuriyeti'ne bağlanarak Avrupa Birliği'ne girmesi de yüksek ihtimal. Belki de Birleşik Krallığı, ABD'nin güdümünde gitmeye zorlayan konu bu zayıf karnıdır. Amerika eğer "haydi K. İrlanda'ya özgürlük", "hayli İskoçya'ya özgürlük" 'yaşasın demokrasi ve özgürlükler" tamtamları çalmaya başlarsa bu durum Birleşik Krallığı fazlaca sarsacaktır. Neyse ki Amerika nerede özgürlük tamtamı çalacağını, nerede çalmaması gerektiğini iyi biliyor. Amerika'nın işine Avrupa Birliği'ne üye, büyümüş bir İrlanda ve İskoçya'nın girmesi gelir mi? Gelmez elbette.
Bütün bu işler bir kenara, Türkiye, önümüzdeki dönemde sağlam durmalıdır, içte birliğini, huzurunu korumalıdır, bozguncu amaçları olan, kökü dışarıda olan siyasi hareketlere, liderlere, sermaye gruplarına ve STK'lara geçit vermemelidir. Türkiye'nin önünde muazzam fırsatlar vardır ve bu fırsatları büyümeye, zenginliğe, refaha, kalkınmaya, daha ileri bir uygarlık seviyesine çıkmaya çevirecek politikalara ve politikacılara ihtiyaç vardır. Adresi de yazalım, bu politikaların merkezi Vatan Partisi'dir. Az buçuk AKP tarafından, MHP'nin verdiği önemli destek ile, doğru işlerin yapılma emareleri görülmektedir ancak yavaştır, yetersizdir, süreksizdir ve güven vermemektedir. Gerisini zaten koy çuvala, salla salla vur duvara.