9 Haziran 2022 Perşembe günü İsviçre Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne seçildi. İsviçre Konfederasyonu bu organın daimi üyelerinin bir parçası olmasa da (ki ancak bunlar -daimi üyeler- karar mekanizmasında ağırlığı olanlardır) ne yazık ki kutlanacak pek bir şey yok.
İşçi sınıfı açısından yapılan bu seçim – özellikle Bern'in Ukrayna'daki savaşta arabuluculuk rolünden vazgeçmesiyle one çıkan mevcut bağlamda – olumsuzdur.
Son zamanlarda İsviçre'nin kibar makamları (ve Uluslararası Cenevre'nin saygınlığı) Suriye çatışması ile Astana'dan ve Ukrayna hususunda Antalya'dan sağlam (kuvvetli) rakiplerle karşı karşıya kaldı. Çünkü jeopolitik denge doğuya kaydı. Aynı zamanda giderek artan "ezik" İsviçre tarafsızlığına olan ilerici güvensizlik de buna etken oldu.
Bir yandan Atlantik baskınlığı ile diğer yandan çok kutupluluğa talip olan gelişmekte olan ülkeler arasındaki artan çatışma göz önüne alındığında, BM Güvenlik Konseyi'ndeki oyların gözü yaşlı olacak.
Bu nedenle, aslında (İsviçre tarihinin en kafa karıştırıcılarından biri olan) bu hükümetle ve bugün İsviçre burjuvazisi içinde mevcut olan güç dengesiyle, biz komünistler İsviçre'nin BM Güvenlik Konseyi'ne katılımının ABD ve NATO'nun çıkarlarına daha fazla boyun eğme riski taşımasından korkuyoruz. Bunun nedeni de, İsviçre burjuvazisinin "yurtsever" akımının, küreselleşmenin savunucularına kıyasla örgütsüz ve zayıf olduğunun kesinliğidir.
İsviçre Komünist Partisi, BM Güvenlik Konseyi'ndeki bu iki yılın ötesinde, İsviçre Konfederasyonu'nun tarafsızlığını yeniden kazanması ve diplomasisinin becerilerinin ve araçlarının yeniden elde etmesi gerektiğini yineler. Ticaretini ve askeri ortaklarını çeşitlendirmeli, kendisini gelişmekte olan ülkelere daha fazla açmalı ve böylece Batı ile Avrasya arasında bir köprü görevi görmelidir: bunun alternatifi, Atlantik sisteminin politik ve ekonomik gerileme girdabında - aptalca ve kendi ulusal çıkarlarımızın halefine - sona ermektir.