Murat İnce
Türkiye'de sığınmacılara karşı düşmanlığın körüklendiği bir dönemde, uzun yıllar yaşadığım Almanya'da 12 Eylül 1980 Darbesi sonrası akın akın gelen mültecileri ve mültecilere karşı geliştirilen psikolojik savaş ortamını hatırlamadan edemedik. Irkçılığın tavan yaptığı 1980'li yıllarda Alman siyasetçilerin, polisin ve değişik kuruluşların ilticacılara yönelik kışkırtıcı eylem ve söylemleri korku ortamı yaratmış ve yabancılara karşı düşmanca saldırıların dozu artmıştı.
Almanya'da o dönem atmosfer yabancılar ve özellikle de Türk Toplumu açısından can sıkıcıydı ve içinde tehlike barındıran siyasi söylemler artış gösteriyordu. Ayrıca, sığınmacılar üzerinden sadece 12 Eylül Darbesine değil, neredeyse topyekün Türkiye'ye karşı cephe alınıyordu. Meselenin bir başka boyutunu da Alman işçi sınıfına "sus, sesini çıkarma, ücret artışı isteme yoksa kapıda yüzbinlerce sığınmacı iş bekliyor" tehdidi oluşturuyordu! Zaten "yabancı işçiler" kapitalistler tarafından Alman işçi sınıfının haksızlıklara karşı çıkmaması için baskı unsuru olarakda değerlendiriliyordu. Alman kapitalist devleri açısından işçi; Alman ya da yabancı olmuş fark etmez. Onlar kara bakar ve karı katlayacak her yol mübahtır.
Sığınmacılar konusu açılmışken geçmişteki bir anıyı aktarmadan geçemeyeceğiz. 1980'li yılların ortasında ülkemizden gelen sığınmacılara kurduğumuz Stuttgart'taki dernekte yardımcı olduk. Pek çoğunun ilticası kabul edildi. Bu süreç Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'in gelişiyle beraber durdu. Derneğimizde iltica meselesi açıldığında bir arkadaş "Murat ilticacılara yardım ediyor" dediğinde Başkan nasıl oluyor bu deyince anlattık. Dinledikten sonra "Murat arkadaşım bir daha bu işlere girmiyorsun" dedi. Nedeni de iltica başvurularında ülkemizi "kötüleyen" sözlerin ve ithamların olmasıydı ve 12 Eylül koşullarının geride kalmaya başladığı yönlü açıklamasıydı. Bu çok önemli bir uyarıydı ve öğreticiydi.
Yurt dışında yaşayan biz Aydınlıkçılar o dönemde de ve her koşulda ülkemizin birlik ve bütünlüğüne halel gelmemesi için ara vermeksizin mücadele ettik ve önemli kazanımlarımız oldu.
Almanya'da her ekonomik krizin artış gösterdiği zamanlarda yabancılar dolgu malzemesi olarak kullanılır. Seçim dönemlerinde de yine göçmenlere yönelik anti propaganda listenin başındaki değişmez yerini alır! Sığınmacı akınının başladığı tarihlerde ise yabancı düşmanlığı tavan yapar. Sığınmacı derken iki tür sığınmacı var; birincisi Avrupa dışından gelenler, ikincisi ise hoşgeldin pankartlarıyla, güllerle karşılanan Ukrayna tipi "sığınmacılar".
Kabul edilmesede Almanya'nın bir göçmen ülkesi (einwanderungsland) olduğunu ve bu olgunun önlenemeyeceğinin bilinmesine rağmen ve hatta artık azınlık haline dönüşen göçmenlere hala gidici gözüyle bakılması anlamlıdır! Almanya ve diğer AB'nin kodaman devletleri ve ABD mülteci sorununun hem yaratıcısı ve hem de ülkelerine gelmelerini engelleyen konumlarını koruyorlar.
Almanya'ya gelen sığınmacılara karşı kullanılan argümanların başında "işimizi elimizden alacaklar", "kriminal olaylar çoğalacak", "çok (şey gibi!) çocuk doğuruyorlar. "bu nüfus artışıyla Almanya'yı ileride ele geçirecekler", "can güvenliğimiz tehlikeye düşüyor", "bunlarla aynı binada oturmak istemiyorum" gibi ipe sapa gelmez propagandalarla sığınmacı karşıtlığı kışkırtılıyor.
Afganistan-Irak- Suriye ekseninde ABD emperyalizminin açtığı savaşlar nedeniyle yerlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalanlar "istenmeyen canlılar" olarak görülüyor. Arap düşmanlığı ise son yıllarda artarak devam ediyor. Emperyalizm riyakardır; savaşı çıkarır, halkı birbirine düşürür ama yükünü bizim gibi ülkelere çektirmeye çalışır.
Ülkemizde sığınmacılar defolsun sloganının altında esas olarak "Suriyeliler defolsun" zihniyeti yatmaktadır. Sığınmacılar konusunda olumlu yaklaşımlar içinde olan Hükümetin yanlış Suriye politikası bu anlayışları besliyor. Zaten ekonomik koşullar halkta sıkıntılar yaratmışken, bu yanlış politikada ısrar hem CHP'nin başını çektiği Millet İttifakı + HDP ile Prof. unvanlı Ümit Özdağ gibi ırkçılara fırsat veriyor, cesaretlendiriyor.
Suriyeli sığınmacıların siyasete malzeme yapılması ve Suriyeliler üzerinden prim yapma niyetindeki partiler ırkçı olmadıklarını söyleseler dahi, ırkçılığın ağına düşerler ve onların güçlenmesine vesile olurlar. "Atmayı" tek çözüm olarak kafasına koyanlar ile Avrupa'daki ırkçı/faşist örgütlerin "Türkler dışarı", "Araplar defolsun", "Müslümanları istemiyoruz" propagandaları arasında fiiliyatta bir fark göremiyoruz. Unutmayalım Avrupa'da 6 milyona yaklaşan Türk Toplumuda aynı sorunları yaşadı, yaşamaya devam ediyor.
Suriyeliler dışarı küfrü; "Auslaender Raus - Türken Raus" (Yabancılar Defolun - Türkler Defolun) Neo-Nazilerin propaganda sloganlarını hatırlattı. Özellikle de Ümit Özdağ'ın hafif, yakışıksız son çıkışları Almanya'da yaşayan vatandaşlarımızca yadırganmış ve ırkçıların yaptıkları gözlerinin önünden geçmiştir!
Anadolu coğrafyasından geçmeyen kalmamıştır ve her konan ve göçende kendinden bir şeyler bırakmıştır. Yurdumuz Türkiye bu eşsiz mirası nedeniyle kavimler kapısı olarak bilinir. Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün, "Türkiye Cumhuriyetini Kuran Türkiye Halkına Türk Milleti Denir." demesinin altında bu tarihsel gerçekliğin payı büyüktür.
Anadolu coğrafyası ırkçılığı uzun süre bağrında taşıyamaz. Türkiye ABD/AB-İsrail değildir. Onlarla karşılaştırma kabul edilmez. Çünkü Irkçılığın anavatanı ABD ve AB'nin ağababalarıdır. Günümüzde ise esasen ABD emperyalizmi ırkçılığı besliyor ve faşist diktatörlüklerin oluşmasını sağlıyor. Dünyanın en ırkçı devleti tartışmasız Amerikan emperyalizmi ile İsrail devletimsi oluşumudur.
Rasistlerin dilini Türkiye'ye tekrardan sokma faaliyetlerin engellenmesi zorunludur. Bu dil Türkiye halkına yabancıdır ve büyük acıların yaşanmaması için bir an önce gerekli tedbirler alınmalıdır.
Emperyalist kapitalist sistem varlığını sürdürdükçe insanlık sorunlardan ebediyen kurtulamayacaktır. Savaşlar birbirini kovalayacak, ülkelerde iç kargaşalıklar örgütlemeye devam edilecek ve halklar arası düşmanlıklar körüklenecek. Dünyanın bir yeri fakir diğer yeri zengin kaldıkça, fakir bölgelerden zengin bölgelere göç sürecektir. Ülkelerde, köyden kasabaya, kasabadan kentlere, kentlerden metropollere ve daha olmazsa başka devletlere doğru gidiş önlenemez. Çünkü sorun sistem sorunudur ve sistemler insanlığın genel yararına değişmedikçe göçler engellenemez.
Amerikan emperyalizmi ile İsrail siyonist devleti bölgemizde çıkardığı savaş ve kargaşalıklardan dolayı komşularımızdan ülkemize gelmek zorunda bırakılan insanlara karşı düşmanlık yayanlar, emperyalizmin böl ve yönet politikalarının aleti olmaktan kurtulamazlar.
Yaratıcı yıkıcılığı ülke sathına yayma amacı güdenler "sığınmacıları göndereceğiz" projesini malzeme olarak kullandıklarını görüyoruz. Amerikan emperyalizmi 24 Temmuz 2015 ve 15 Temmuz 2016 ile Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Fırat Kalkanı, Pençe Serisi Operasyonların rövanşı için pusuda beklemektedir. Türkiye'nin boyun eğmemesi ve direncini arttırması ABD'yi farklı arayışlara yöneltiyor. CHP'nin başını çektiği Millet İttifakı-HDP ile sahte solcu gruplar ABD emperyalizminin arayış yörüngesinde sığınmacı aleyhtarlığı yapıyorlar.
Türkiye halkı paylaşmacıdır, bir parça ekmeğini bölüşür, kin nedir bilmez, kapısına sığınanı korur ve onu ele vermez! Bu topraklar kardeşliğin, gönüldaşlığın, yarenliğin, birbirine karışmanın ve bir olmanın yurt haline gelmiş diyarıdır ve biz bu diyara Türkiye diyoruz...