Andımızı kaldırdılar Milleti uyandırdılar
İyi akşamlar sevgili izleyiciler; yandaş yalaka medya bugünü tarihi gün ilan etti. Neden biliyorsunuz değil mi? Birincisi kamuda kıyafet serbest bırakıldı. Böylelikle türbanlı kadınlar istedikleri yerde çalışabiliyor artık.
Polis, hakim ve savcılarla askerler bu kuralın dışında. Başbakan efendimiz öyle buyurdular çünkü. Ama ne gariptir ki, hepsi birer demokrasi cengaveri olan yandaş isimlerin hiçbiri “neden türbanlı polis olamazmış” diye sormuyor. Ya da “hakim ve savcılar inançlarına aykırı biçimde giyinmeye neden zorlanıyor?” diye de soran yok. Askere ise bulaşan hiç yok.
Sahi, bu üç iş kolunda türban neden yok. Başbakan gerçi açık kapı bıraktı. “Onlar isterlerse kendi içlerinde bir düzenleme yaparlar” dedi. Ne anlama geliyor bu? “Biz söylemedik ama siz isterseniz bu yolu açın.” Anlamı budur bunun.
Yani kısa bir süre sonra Adalet bakanlığı kendi iç düzenlemesini yapar ve hakim koltuğunda veya savcı yerinde türbanlılar oturuyor olabilir. Poliste bu iş çok daha kolay. Belki asker biraz daha geç kalabilir bu yeni akımda. Ama onların da iktidarın gücüne boyun eğmemesi mümkün değil. Hoş zaten yakında Türk silahlı Kuvvetleri’nin adı da “devrim muhafızları” olarak değiştirilir, türban konusu kendiliğinden ortadan kalkar.
Gün “tarihi” olarak nitelenince manzaranın ne olduğuna da baktık. Pekçok okulda bir anda ortaya türbanlı öğretmenler çıkıverdi. Herhalde bunların ataması yeni yapılmadı. Ama yeni durum yaratılır yaratmaz pek çok kadın öğretmen türban takarak kapandı.
Şimdi burada sormak gerekmiyor mu? Bugüne kadar bu kadın öğretmenler inançlarına aykırı biçimde mi giyiniyorlardı? Eğer öyleyse demek ki takıyye yapıyorlardı.
Aslında bu takıyyeyi de anlamıyorum. Zamanında İslam dininin doğuşunda, çok ağır saldırılar, baskılar hatta cinayetler varken insanlar canlarını kurtarmak için sanki Müslüman değilmiş gibi davranmışlar. Geçici süre için, zalimin elinden kurtulmak için.
Ama şimdi öyle bir durum var mı? Neyin takıyyesi yapılıyor? Yani sen senelerce devletten maaş alacağım diye başın açık öğretmenlik yap, sonra yeni düzenleme olunca “ben inancım gereği başımı örtüyorum” dedi. Yahu bununla kimi kandırıyorsunuz, bunun da bir günahı vebali yok mu?
Takıyye ya da değil, şimdi hiç kuşkunuz olmasın, hızlı biçimde okullarda türban örgütlenmesi olacaktır. Öğretmenlerin yakın bir tarih içinde tamamen türbanlı olması işten bile değildir. Mahalle baskısı bunu yaratacaktır zaten. Ayrıca baksanıza, bir yandan türbanı özgürlük diye sunanlar ve “kimsenin kılık kıyafetine karışmayanlar, bir tv kanalındaki sunucunun dekolte dedikleri kıyafetine bile takıldılar. Sonuç, o sunucu işinden atıldı. ATV’de oldu bu olay. Kanalın yöneticileri “Zaten başarısız bir sunucuydu, izleyiciden tepki alıyorduk, işine bu nedenle son verdik” diyor. O genç kız kötü bir sunum mu yapıyordu, bilmiyorum, ama tam da AKP’nin önemli bir ismi “Nedir bu dekolte, olur mu bu kadarı” dedikten sonra işten atılma olunca pek inandırıcı olmuyor. Eh aynısını okulda neden yapmasınlar? Bakın ne olacak? Diyecekler ki “Biz kimseye karışmıyoruz, ama, başı açık öğretmenler kötü örnek oluyor, çocuklar etkileniyor.” Bu durumda başı açık öğretmen kalır mı ortalıkta?
Yine aynı şekilde hızlı biçimde öğrencilerin de türbanlandığını göreceğiz. Birkaç yıl içinde de sanki hiçbir zorunluluk yokmuş gibi davranılacak ama bir bakacağız bütün okullar tamamen türbanlı olacak. Bu kaçınılmazdır. Daha ilk gün söyledim ya, çocuk eve gelecek “Bazı arkadaşlarımızın başı kapalı, inançları böyleymiş, bizim inancımız yok mu?” diye soracaklar. Al sana işte, cevap verin bakalım.
Sizlere güya demokrasi paketinin açıklandığı 30 eylülde “bu paketin aslında tek maddesi var, o da türbanla ilgili yeni düzenleme” demiştim. Çünkü Başbakan ve yandaşları günlerce paketi şişirdiler, bunun bir devrim olacağını söylediler sonra ortaya 20 maddelik neredeyse tamamına yakınının hiçbir anlamı olmayan bir paket çıktı ortaya. Başbakan paketi açıklarken, sadece bir cümle ile “Kamuda çalışanların da türbanlı olabileceğini” söyleyiverdi. Öyle ki, sanki büyük bir devrim yapılıyor, arada bu da hallediliyor gibi söyledi.
Oysa zaten bütün amaç oydu. Ve sanki büyük bir paket açıklanmış gibi araya türban da sokuluverdi.
Nitekim o günden itibaren başta yandaş gazeteler olmak üzere neredeyse medyanın (ikidebir medyanın diyorum, ama siz anlıyorsunuz değil mi medya derken neyi kastettiğimi, yanlış anlamalar olmasın) hiçbirinde türbanla ilgili düzenleme ile ilgili bir yorum, bir görüş hele hele karşı çıkış yoktu.
Vaka-ı adiye gibi geçiştirildi.
Ama sevgili izleyiciler, bakın bugün o devrim gibi denilen paketten uygulanabilir olan sadece iki şey var. Biri türban. Diğeri de, andımızın kaldırılması. Başka bir şey var mı? Yok. Efendim onlar için yasal düzenleme gerekiyormuş. Geçiniz bunları. Amaç hasıl oldu, diğerlerini hayata geçirseniz ne olur geçirmeseniz ne olur.
Örneğin ana dilde eğitim konusunda bir madde var. Devrim gibi sundukları şey biliyorsunuz Kürtçe kolejlerin açılması. Bu da ancak özel girişimle olabilecek. Yani devlet İstanbul Erkek Lisesi, Kadıköy Anadolu Lisesi veya Galatasaray Lisesi gibi bir kolej açmayacak, ancak özel girişimciler bu tür okullar açabilecekler.
Eh onu yapabilecek kapasiteye sahip olanlar belli, ki zaten çoktan kolları sıvadılar bile.
Devrim diye nitelenen güya demokrasi paketinin asıl amacı Türkiye Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri, kuruluş felsefesi, Atatürk ilke ve devrimleriyle hesaplaşmaydı ki, şimdilik o konuda çok önemli adımlar atılmış durumda.
Medyamız da zaten buna çanak tutuyor. Çok iyi bir iş yapılmış gibi anlatılıyor. Konuşmamın başında söyledim, medya bugünü “tarihi” olarak niteliyor ya, örneğin Sabah Gazetesi’nin manşeti hem içimi çok acıttı hem de “İçiniz bu kadar mı kin ve öfkeyle dolu?” demekten kendimi alamadım. Sabah gazetesi, ki kuruculuğunu yaptığım, 16 yıl aralıksız yönetici olarak çalıştığım, bir dönemler Türkiye’de gerçekten tabuları yıkabilen bir gazetesiydi Sabah, bugün “Örtülü utanç tarihe karıştı” manşetiyle çıktı.
Manşetin ikinci başlığı daha da korkunç. Diyor ki “Kamuda başörtüsü yasağını kaldıran Başbakanlık genelgesi Resmi Gazetede yayınlandı, Cumhuriyet’in karanlık bir dönemi kapandı.” Pes yani.
Birincisi haberde yalan var. Çünkü kamuda “türban yasağı” diye bir şey yok, yoktu. Bir kıyafet genelgesi vardı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hiçbir döneminde insanların kılık kıyafetine karışılmadı. Kimseye yasak konulmadı. Sadece görevi kamuya hizmet vermek olanların işlerini yaparken uymaları gereken kurallar konuldu.
Yani kamuda mini etek, şort, şalvar, cüppe, kot pantolon da yasak değil. Ama hiçbir memurun aklına “ben bugün şortumla işe gideceğim” demek gelmez. Neden? Çünkü çalıştığı yerin kıyafet yönetmeliğini bilir, bu kıyafetler içinde şortun yer almadığını da bilir.
Efendim bunlar inanç gereği giyilen kıyafetler değilmiş, kıyaslama yapılamazmış. Ben kıyaslama yapmıyorum, ama durumu saptıyorum, kamuda kıyafet genelgesi vardır, bir kıyafete konmuş yasak yoktur.
Ama sevgili izleyiciler, gazetenin “cumhuriyet döneminin karanlık dönemi kapandı” demesi gerçekten yürekler acısı bir durum. Ne demek karanlık dönem. Bu kadar aymazlık olabilir mi?
Açıkçası söyleyecek bir şey bulamıyorum. Ortaçağ karanlığının zihniyetini taşıyanların Cumhuriyet dönemine “karanlık” demesinin komikliğini sizlerin insafına bırakmak istiyorum.
Gelelim paketin ikinci asıl amacına. Andımızın kaldırılmasına. Bakın bu konu çok önemli. Çünkü gözlediğim kadarıyla AKP’li seçmen tabanı ilk kez bir konuda bu kadar rahatsız oldu. Bunu hergün sokakta görüyorum.
Dün konuşmamın sonunda AKP’li seçmenlere yönelik olarak “Partiniz Türk olmaktan neredeyse utanç duyuyor, Türklüğü dolaylı da olsa aşağılıyor, siz oy vererek bu politikayı destekliyor musunuz?” diye sormuştum.
Sokakta garip bir tedirginlik var. Nereye gitsem, özellikle AKP’ye oy verdiklerini söyleyen vatandaşlar “nasıl yani?” diye soruyorlar. “Türklüğümüzden vaz mı geçiyoruz?” diyorlar.
Başbakan’ın “Türküz çalışkanız dediler, ne yaptılar yan gelip yattılar, doğruyuz dediler yolsuzluklar yaptılar” demesi çok kişiyi rahatsız etmiş durumda. Bazıları bahane arıyorlar “Abi bırak herkes kendini nasıl hissediyorsa öyle olsun” diyorlar. “İyi de Türk olmaya niye hakaret ediliyor?” dediğimde ise verecek cevap bulamıyorlar. Ancak sevgili izleyiciler, size bir şey söyleyeyim mi, hani atalarımız bir musibet bin nasihattan evladır” demişler ya, AKP’nin “andımız” üzerinden başlattığı yeni karşı devrim hareketi aslında işe de yaradı.
Son yıllarda bir yandan AKP’nin, bir yandan yandaş yalakaların ve özellikle sözde liberal denilen az buçuk okumuş yazmışların Türkiye ve Türkiye’nin değerleri üzerine yürüttükleri operasyonlar sonunda halkın önemli bir bölümünün etkilendiğini görmemek mümkün değildi.
Her gece ekranları kaplayan yoğun bir etnik milliyetçilik nedeniyle Türk kimliği iyice içine kapanmış, sinmiş durumdaydı. Andımızın kaldırılmasıyla birlikte bu sinmişlik, bu kenara çekilmişlik de bir silkindi.
Bakın Türkiye’nin dört bir yanında insanlar toplanıp hep bir ağızdan andımızı okuyorlar. Bazı okullarda çocuklar, ki az sonra Ümit Zileli ile ana haberde de izleyeceksiniz, artık kaldırılmasına rağmen çocuklar her sabah olduğu gibi bu sabah da andımızı okuduktan sonra derse girdiler.
Bakın Fenerbahçe’nin son maçında tribünlerde dev bir Atatürk posteri açıldı ve taraftarlar hep bir ağızdan andımızı okudu. Bundan sonra tribünlerde andımızın da sık sık okunacağının sinyalidir bu.
Şimdi yeri gelmişken bir görüşümü daha paylaşayım sizlerle. Biliyorsunuz son Fenerbahçe Trabzonspor maçından sonra şeref tribününün çıkış kapısında bazı tatsız olaylar oldu. Trabzon Başkanı’na yönelik bir saldırı yaşandı.
Ama ben bunun durup dururken olduğuna ya da bir art niyet taşıdığına inanmıyorum. Şimdi gerçek Trabzon taraftarları lütfen bana öfkelenmeden dinlesinler. Trabzon başkanı neden o kapıdan çıktı, neden hiç adet olmadığı halde kapı önünde basın toplantısı yaptı ve neden kendisine laf atan bir Fenerbahçe taraftarına, bütün taraftarları çıldırtacak şekilde cevap verdi.
Şimdi bakın, tv ekranlarından olayları anı anına ve hatta canlı yayında izledik. Trabzon Başkanı kendisine “Bu kapıdan değil, otoparkın otoyola bağlanan kapısından çıkın” uyarısına hiç aldırmıyor ve on binlerce Fenerbahçe taraftarının çıktığı kapıya yöneliyor. Kapıda basın toplantısı yapmaya kalkmasa arabasına binip gitse yine bir şey olmayacak. Çünkü arabaya zaten garaj kapısında biniyor. Kimse görmüyor. Ayrıca zaten camlar siyah olduğu için görünmüyor da. Kimse fark etmeyeceği için onbinlerce Fenerbahçe taraftarının arasından geçip gidecek. Ama öyle yapmıyor. Dikkat çekiyor ve kendine yönelik protestolara rağmen arabasına binip kalabalığın içine girmek istiyor.
Bu olmaz işte. Sadece Türkiye’de değil, dünyanın hiçbir yerinde olmaz. Efendim doğrusu bu mu? Değil tabii de, futbol başka bir şey, taraftarlık başka bir şey. Küçücük bir anekdot anlatayım. Can Bartu çok uzun yıllar önce İtalya’nın Lazio takımına transfer olmuştu. Milano’da bir mağazaya giriyor. Biraz alışveriş yaptıktan sonra mağaza sahibi ile her nasılsa bir sohbet oluşuyor. Can Bartu herhalde biraz da önemli biri olduğunu anlatmak için Türk futbolcu olduğunu ve Lazio’ya transfer olduğunu söylüyor. Satıcı meğer müthiş bir Milan taraftarıymış. Birden o güleç hali gidiyor, suratı azılıyor ve büyük bir öfkeyle Can Bartu’ya sattığı bütün malları topluyor ve “Benim Lazio’lu futbolcuya satacak malım yok” diyor. Can Bartu anlatmıştı bu olayı. Yani diyeceğim, futbol taraftarlığı böyle bir şey. Adam mal bile satmıyor rakip takıma, o kadar yani.
Bu nedenle zaten üstelik aralarında üç yıl öncesinin şampiyonluğundan kalma bir husumet olan Trabzon’un başkanının onbinlerce Fenerbahçeli’nin arasından bir de Fenerbahçe’nin başkanına hakaretler yağdırarak çıkmaya çalışması normal bir davranış değil.
Peki Trabzon başkanı neden bunu yaptı?
Bakın nedenini Başbakan’ın konuşmasından da anlayabiliriz. Ne diyor Başbakan “Trabzon başkanına yapılan ayıptır, ama kendisi çok sorumlu ve soğukkanlı davranmıştır, kutlarım.”
Neresi sorumlu neresi soğukkanlı. Ayrıca bir şey söyleyeyim mi. Türkiye’de stadların en güvenli olduğu yer İstanbul’dur. Bakmayın siz bazı seyircilerin taşkınlığına falan, rakip takımlar en rahat İstanbul’da olurlar. Girişlerde çıkışlarda başlarına hiçbir şey gelmez. Nitekim Trabzon Başkanı da aslında başına hiçbir şey gelmeyeceğini biliyordu.
Geçelim, gelelim bu çıkışın asıl anlamına.
Bana göre Trabzon başkanı kapı önünde fiili durum yaparak aslında Fenerbahçe’yi zora sokmak istedi. Yeni kurallara göre stadlarda olan her şeyden klüpler sorumlu. İşte son Beşiktaş maçında gördük. Organize bir küçük grup Galatasaray maçının son bir dakikasında ortada hiçbir şey yokken sahaya daldı, olay çıkardı. Kimse ne olduğunu bile anlamadı.
Ama sonuca bakın. Beşiktaş’ın 5 maçının seyircisiz oynanmasına karar verildi. Yani önümüzdeki beş maçta, dört mü kaldı, maçta seyirci yok, yanisi şu ki tribünlerden “Heryer taksim, heryer direniş” sloganları atılamayacak. Andımız okunamayacak.
Şimdi önümüzdeki günlerde göreceğiz. Fenerbahçe’ye maç sonrası stadın önünde yaşananlar yüzünden bir ceza gelecek mi? Gelirse bu ceza seyircisiz oynama cezası mı olacak? Şu anda bilmiyorum. Ama gelirse çok ayıp olur onu da söyleyeyim.
Bu açıdan bakınca Trabzon başkanını çok masum görmüyorum. O başkan Başbakan’ın Kazlıçeşme mitingine giden, verdiği bir beyanatta “Başbakanı sevmeyen olabilir ama yaptıklarını eleştirmek vatan hainliğidir” diyen biri. Bu nedenle Şeref Tribününden izlediği maçta Atatürk posterinin açılması, seyircinin hep bir ağızdan andımızı okuması herhalde kendini çok rahatsız etmiştir.
Şimdi bir daha tekrarlamak istiyorum, lütfen Trabzonlulular, Trabzonspor’un aklı selim sahibi taraftarları, lütfen bu sözlerimden alınmayın, hemen tepki göstermeyin, sadece mantık süzgecinizden geçirerek bir daha düşünün. Ve bir de şunu düşünün. Fenerbahçe’nin ya da bir başka takımın başkanı, bir maçtan sonra, henüz Trabzon seyircisi dağılmadan, kalabalığın önüne çıkar ve üstelik Trabzonspor başkanı için ağır sözler söylerse Trabzon seyircisi “Olsun onlar bizim misafirimiz” deyip bunu sineye çeker mi? Lütfen sakin kafayla düşünün ve duygusal olmadan bir cevap bulun.
Evet ne diyordum, andımızdan laf buraya geldi. Eee futbol tabii, her konunun içinde mutlaka olacak.
Sevgili izleyiciler, günün önemli konularından biri de CHP’de İstanbul Büyükşehir belediye Başkan adayının kim olacağı. Ortada bir gariplik var. Hem İstanbul’u kesin AKP kazanıyor, oy oranı yüzde 55’i geçti diyorlar hem de CHP’nin adayını merak ediyorlar.
Madem CHP zaten kazanamayacak, o halde bu merak niye?
Şu anda herkes Mustafa Sarıgül’ü konuşuyor. Hatta birçok medya organı Sarıgül’ün kesin aday olacağını ilan etti bile. Ama hepsinin ortak kanısı Sarıgül’ün de kazanamayacağı yönünde. Eee ne oluyor yani? Efendim Sarıgül kazanamaz ama CHP adayı olarak en yüksek oyu o alır. Gerisi? Onların hiç şansı yok. Size ne o zaman?
Bakın sevgili izleyiciler, ben bu seçimde CHP’nin kazanacağına inanıyorum. Anketler falan hikaye. İki yıl öncesinden başlayıp beyin yıkar gibi AKP yüzde 50’nin üzerinde propagandası yapılıyor. Bugün sokağa çıkın herkes buna inanmış durumda. Yani yapılan anket değil, milletin beynine KP’nin yüzde 50’yi geçtiğine inandırmak. Seçime doğru kitleler güçlü olana doğru kayar bütün dünyada. Bunu sağlamaya çalışıyorlar.
Ama işin aslı bu mu? Bana göre değil. Hatta tam tersine AKP İstanbul’da şu anda en düşük durumunda.
Peki CHP sadece Sarıgül’le mi kazanır? Bunu bilmiyorum. Ama medya öyle diyor. Ki zaten medya için Sarıgül’den başka aday da yok. Dün akşam pengugen kanallarından birinde adam program yapıyor, CHP’nin seçim işlerinden sorumlu genel başkan yardımcısına “Biz Sarıgül’ü konuşuyorduk, bugün Gürsel Tekin de adaylığını açıkladı, benim kafam çok karıştı, ne oluyor?” diye sordu.
İyi de kafan niye karışıyor kardeşim. Bir seçim yapılacak. Daha ne adaylar çıkar. Zaten CHP’li yetkili (Gökhan Günaydın) bu saçma sapan soruya olabildiğince kibar biçimde cevap verirken demokrasinin ne olduğunu, her partide birden fazla aday olabileceğini bunun demokratik bir yarış olduğunu anlatmaya çalıştı. Ama programı yapan bir türlü ikna olmadı, hala “Niye Sarıgül dışında aday var?” diye soruyor.
CHP kararını ne zaman verir? Bunu bilmiyorum?
CHP’nin adayı kim olur? Bunu da bilmiyorum. Ama şunu biliyorum ki CHP eğer bir hata yapmazsa İstanbul’u kazanacaktır.
Bu arada İstanbul adaylığı konusunda kendimle ilgili daha önce de yaptığım bazı açıklamalar var. Belli ki iş sona doğru gidiyor. Bu nedenle bu hafta sonuna kadar, muhtemelen Perşembe ya da Cuma günü sizlerle paylaşmak istediğim bir açıklamam olacak. O açıklamamda hem diğer adaylarla ilgili hem de kendi dururumla ilgili önemli bilgiler vereceğim.
Sevgili izleyiciler, bugün sohbetimizi bitirmeden birkaç noktayı hatırlatmak istiyorum.
Bir kere öncelikle hepinize tekrar teşekkür etmek istiyorum. İki haftadır ulusal kanalın özgür ekranından sizlere seslenme şansı buluyorum, sizlerden gelen çok güzel mesajlar bana büyük güç, moral ve gurur veriyor. Bunu tekrarlamak istedim.
Ancak bazı izleyiciler saatinin erken olduğunu söylüyor. “yoldayız” diyorlar örneğin. Tabii bu büyük kentler için geçerli. İstanbul, Ankara ve İzmir dışındaki illerde 18.30 aslında makul bir saat. Ayrıca böyle bakınca hangi saatte olursa olsun mutlaka herkesin izlemesini sağlamak da mümkün değil.
Bazı izleyiciler evlerindeki televizyon platformlarında Ulusal kanalın olmadığını söylüyor ve izleyemedikleri için üzüldüklerini belirtiyorlar.
Bir kere şunu söyleyeyim, günümüz teknolojisinde artık sadece televizyon ekranına mahkum değiliz. Ulusal kanal com. Tr adresinde sadece bu program değil, 24 saat yapılan bütün yayınlar canlı olarak yayınlanıyor.
Yani bilgisayarınızdan hatta cep telefonunuzdan, ipad’inizden nerede olursa olun bu programı ve Ulusal kanalın bütün programlarını anında izleyebilir veya dinleyebilirsiniz.
Bunun dışında benim bu sohbetim yayından yaklaşık iki saat kadar sonra video olarak yine ulusal kanalın internet sitesine konuyor. Bunun dışında King Tube adlı bir site de beni de şaşırtan bir hızla konuşmamın tamamını video olarak sitesine koyuyor. Kendilerini hiç tanımıyorum, ama çok teşekkür ederim.
Diyelim ki, 20 dakikalık konuşmayı ekrandan, internet üzerinden, cep telefonunuzdan dinleyecek kadar vaktiniz yok. Onun da kolayı var, Çünkü ulusal kanal com tr’de bu konuşmanın videosunun altında konuşmamın tamamının yazılı metni de var. Yazıyı daha kısa sürede okuyabilirsiniz.
Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim, twitter’dan da beni izleyebilirsiniz. Twitter’da beni bulmak için can_atakli_ yazın. Benim adıma açılmış birkaç tane daha twitter hesabı var. Benim resmi adresim budur. can_atakli_. Bir de facebook var. Ona da Can Ataklı diye yazarsanız bulursunuz. Gerçi orada da çok sayıda can ataklı adına açılmış hesap var, ama hangisinin benim olduğumu anlamak zor değil.
Ve son olarak bugün itibarıyla
isimli bir email hesabı açıldı. Bu programlarla ilgili her türlü görüş, yorum, eleştiri ve hatta protestolarınızı yazabilirsiniz.
Süremizin sonuna geldik. Yaşadığımız teknik aksaklıktan ötürü ben de özür dilerim. Az sonra Ümit Zileli ana haberlerle karşınızda olacak.
Yarın saat 18.30’da yine birlikte olmak dileğiyle hepinize iyi akşamlar dilerim. Hoşçakalın.