Medeniyet nedir nasıl kuruldu?
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek yazdı...
MAO Tun (Mete), Bumin Kağan, Hz Muhammed, Bilge Kağan, Cengiz Han, medeniyetlerin kuruluşuna önderlik etmişlerdir. Bu tarihsel gerçeği 1960’lı yıllardan bu yana elli yıldır işliyoruz. Hikmet Kıvılcımlı büyüğü- müz de Tarihsel Devrim-Toplumsal Devrim ayrımıyla bu konularda geniş çalışmalar yaptı.
ROMA KAYNAKLI CIVILISATION
Ne var ki, Medeniyet kavramının tarihselliği Türkiye’nin bilim insanlarımız arasında bile pek bilinmez. Medeniyet, Roma kaynaklı bir kavramdır: Civilisation.
Latince civis kökenli sözcük, bütün Batı dillerinde ortaktır. Civil sözcüğü, Türkçemize asker-sivil ayrımıyla girmiştir. Civil, tarihin seyri içinde şehirli, yurttaş (vatandaş), medenî (uygar) ve devlet dışı (resmî olmayan) gibi anlamlar yüklenmiştir.
Kavram, şehir medeniyetlerinde ortaya çıktı ve özellikle Roma’da gelişti. Her şehirli, aynı zamanda yurttaş idi ve medeniyete mensuptu. O yurttaş- ların kendi aralarındaki ilişkileri dü- zenleyen hukuka da Medenî Hukuk (Ius civile) deniyordu. Devletin özel bir kişilik olarak yurttaşla girdiği ilişkiler, örneğin alım satım, kira, borç sözleş- meleri de kuşkusuz Medenî Hukuk alanına girer. Ancak Devletin yurttaş ile kamu otoritesi olarak girdiği ilişkiler, Kamu Hukukunun alanıdır.
DEVLET DIŞI ALANIN KAVRAMI
Sivil, konumuzla ilgili olarak devlet dışı alanı kapsayan bir kavramdır. Politik toplum-Sivil toplum karşıtlığında, politik toplum devletle ilgili alandaki bütün kurum ve ilişkileri içermektedir. Sivil toplum ise, devlet dışındaki toplumsal ve ekonomik ilişkileri kapsar.
Anayasa, yurttaşlar arasındaki özel ilişkilerle ilgilenmez; yurttaşların devletle olan özel ilişkileri de genel olarak Anayasa Hukukunun ilgi alanı dışındadır. Eskiden Esas Teşkilat Hukuku da deniyordu, Anayasa Hukuku, devletin temel hukukudur; devletin esas örgütlenmesini düzenler ve devletin temel ilkelerini belirler. Devlet, politik alanın merkezindeki ve eksenindeki kurumdur. Sivil olan, devlete ait değildir. Devlete ait olan da sivil değildir. Bu nedenle anayasanın sivili olmaz. Anayasa, dendiği zaman devlet vardır. Sivil dendiği zaman da, devlet dışılık vardır. Kanarya Sevenler Derneği’nin tüzüğü sivildir. Devletin anayasası ise, ancak ve ancak kamusaldır; resmîdir.
KABİLE TOPLUMUNDAN MEDENİYETE ÇIKIŞ
Medeniyet (Civilisation), tarihsel olarak kabile toplumundan çıkış sürecinde oluştu. Sabanın ucuna demirin takılması veya hayvancılıkta önemli teknolojik gelişmeler sonucu üretim fazlası oluştu. O durumda üretim fazlasına kimin sahip olacağı sorunu da kabile toplumunun gündemine geldi. Yüzlerce ve hatta bazı toplumların serü- veninde daha uzun süren gelişmeler üzerine özel mülk sahipliği istikrar kazandı, kabile toplumları sınıflara bölündü, elde edilen üretim fazlası- nın başka toplumlarla değiştirilmesi süreçleri gelişti, ticaret doğdu.
ORDU DEVLET VE DİN
Bu yeni nizam, ancak yeni hakim sınıfın yaptırım gücünü temsil eden silahlı güçlerle korunabilir ve geliştirilebilirdi. Ordu ve devlet böyle oluştu. Yeni nizamın ideolojik hakimiyeti dinlerle sağlandı. Bu arada ticaretin gelişmesi para ekonomisini getirdi ve matematik de bu süreçte ortaya çıktı ve gelişti. Artık kabile reisleri tarihte kalmıştı, yeni düzenin başında krallar ve beyler vardı. Sarayların koruması altında bilimle uğraşan bilim adamları zümresi doğdu.
Özetle: Üretim fazlası, özel mülkiyet, ticaret ve para, kabilelerin sınıflara bölünmesi ve dağılması, yeni sınıflı toplumun oluşması, herkesin silahlı olduğu kabile toplumunun silahtan arındırılması ve silahın yeni hakim sınıfların yönetimindeki orduların tekeline verilmesi, devletin oluşması, bü- yücülükten bilime geçilmesi süreci medeniyetlerin kurulması sürecidir. Çin, Hindistan, Sümer ve diğer Batı Asya uygarlıkları, Atina, Roma, Arap, Türk medeniyetleri, hepsi kendi özellikleriyle bu sürecin ürünüdür.
SİLAHIN ROLÜ
Kabile toplumundan medeniyete yükseliş, bir kez daha vurguluyoruz, ekonomik-toplumsal süreçlerde oldu. Temel budur. Ancak bu süreç aynı zamanda zor kullanılmasını da gerektirdi. Yeni mülk sahibi beyler sınıfı, eski kabile kandaşlarını silahla hizaya getirdiler. Hunlar ve Göktürkler gibi Orta Asya Türk medeniyetinin kuruluş tecrübelerinde, Hz Muhammed’in medeniyet kuruculuğunda, Cengiz Han’ın eski kan kardeşi Camuka’yı bastırmasında ve benzerlerinde hep medeniyetin kılıçla kurulduğunu görü- rüz. Orada yalnız kılıcın rolüne bakarsak, o süreci anlayamayız. Çünkü kılıcın rolü, toplumsal ekonomik sürecin olgunlaşmasıyla bağlantılıdır. O nedenle “Türkler silah zoruyla Müslü- man yapıldı” türünden değerlendirmeler, eskiden beri yüzeydeki olaylara bakarak yapılır. O zaman tarihi anlayamayız. Örneğin Amerika Kızılderililerinin niçin silah zoruyla yeni kapitalist medeniyetin içine alınamadığını da açıklayamayız.
Toplumlar, ancak eşiğine geldikleri tarihsel atılımları gerçekleştirebilirler. Kılıç, orada bir araçtır. Ancak medeniyet kuruculuğu aşamasına gelmemiş bir toplumu kılıçla medeniyete geçiremezsiniz, ama kesip doğrayabilirsiniz.
‘TÜRKLER İSLAMİYET VE KILIÇ’
Türk kavimleri MÖ 1000 yılından MS 1000 yılına kadar iki binyıllık bir süreçte, dalgalar halinde devlet ve medeniyet kurdular. O kuruculuğun temelinde, özel mülkiyetin gelişmesi, ticaret, kabile toplumunun çözülmesi vardı. Orhun Yazıtları, Dede Korkut Destanları gibi tarihî metinlerde hep bu süreçlerin izlerini buluruz.
Değerli dostum Rıza Zelyut’un 31 Ekim 2018 günü Aydınlık’ta çıkan “Türkler, İslamiyet ve Kılıç” başlıklı yazısını okuyunca, bu satırları yazma gereği duydum. Eğer “Türkler kılıç zoruyla Müslüman oldular” dersek, o tarihsel dönemde “Türklerin medeniyete geçme süreçlerini yaşadığını” bilmiyor duruma düşeriz ve Türk imparatorluk ve devlet birikimi yanında İslamiyetin tarihsel rolünü de göz ardı ederiz. İslamiyete ve özellikle Sünni İslama karşı tarihsel olmayan konumlanış bu tür değerlendirmelere yol açmaktadır.
YARIN: HZ ALİ VE MUAVİYE