Tarımda hurafe ve yanlış bilgiler

Süleyman Yurddaşer yazdı

Abone ol

1-Tohumla ilgili yanlış bilgi ve hurafeler.

2- Buğdaya yapılan saldırılar.

3-Tarım ilaçları ve hormonlarla ilgili yanlışlar

4-İhracattan döndü söylemlerinin asılsızlığı.

5-Topraklarımızın zehirlendiği hurafesi

6-Organik tarım uydurması.

7-Et ve yumurta tavukçuluğu üretimindeki hurafeler.

8- Süt ve süt ürünleri ile ilgili hurafeler.

1-Tohumla ilgili yanlış bilgi ve hurafeler:

Sosyal medya ve bazı internet haber kanallarında, ayrıca bu konu ile ilgisi-bilgisi olmayanların beyanatlarında sıkça rastladığımız, kısır tohum söylemi gerçeği yansıtmamaktadır. Kısır olan materyal tohum olmaz. Burada söylenen belki hibrit tohum ekildiğinde onun meyvesinden tohum alınmaz. Sanısıdır. Bu da yanlıştır. Hibrit tohumunda meyvesinde mutlaka tohum olur ve o tohum ekilerek ürün alınabilir. (bazı partenokarphıyar tohumlarında tohum olmayabilir) Ancak, ilk ekilen bibrit tohuma göre bir miktar açılım gözlenebilir. Bu nedenle tohumluk olarak sertifikalandırılamaz, ticari olarak pazarlanamaz. Bazı tv kanallarında, hibrit tohumdan yetişen sebze ve meyveleri tüketenler de kısır olur söylemi akla zarar bir söylemdir.

Yine yukarda anılan mahfillerde çiftçi kendi yetiştirdiği üründen tohum alıp tarlasına ekemez söylemi yanlıştır. Üretici kendi ürettiği üründen tohum ayırabilir. Ancak, 5553 tohum sertifikasyon kanununa göre ticaretini yapamaz.

2006 yılında çıkarılan 5553 sayılı tohum sertifikasyon yasasına çok saldırı vardır. Bu yasa ile tohumculuğumuzun yabancı tohum tekellerine teslim edildiği savlanmaktadır. Bu da yanlıştır. 5553 sayılı tohum sertifikasyon yasası tohum, fide ve fidan ıslahçısını, sertifikalı tohum üreticisini ve çiftçiyi koruma altına almıştır. Kontrolsüz tohum yetiştiriciliği bazı hastalıkların taşınmasına, yabancı döllenme ile saf çeşitlerin dejenere olmasına neden olabilir. Bu nedenle günümüzde, belki de iyi niyetli olarak yaygınlaşan tohum takasçıları yanlış yapmaktadırlar.

Bu gün Türkiye’de birçok yabancı tohum şirketi vardır ve bunlar 5553 yasa ile kontrol altındadırlar. Bu yasa gereği yabancı tohum firmaları yurt içinde ne kadar tohum üretirlerse o kadar ithal izni almaktadırlar. Bu nedenle tohumculuğumuzun tamamen dışarıya bağımlı olduğu veya bu konuda İsrail’e bağımlı olduğumuz asılsız bir iddiadır. TÜİK verilerine göre İsail’den ithal ettiğimiz tohum miktarı toplam ithalatımızın % 0,15’i düzeyindedir.

Günümüzde 300’den fazla yerli tohum şirketimiz vardır. Yine TÜİK verilerine göre 2018 yılında 1milyon 50 bin ton tohum üretilmiş, bunun 500 bin tonu ihraç edilmiştir. Tohum ihracatımız ithalatı karşılar durumdadır. Bu yerli tohum şirketleri tohum ıslahında biyoteknolojiyi kullanmaları için teşvik edilmelidirler.

Tohum ıslahında GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) konusunda da gerçeğe uymayan hurafeler toplumumuzda geniş yer bulmaktadır. Baştan söyleyelim, bitki ıslahında gen değişim işlemi geride kalmış bir biyoteknolojidir. Gen değişimi yerine mutasyon teknolojisine geçilmiştir. Yani bitkide istenilen özellikleri sağlayabilmek için bitki hücresinde bazı genler ışık, ısı gibi bazı etkenlerle baskı altı alınarak mutant genler elde etmeye yarayan bir teknolojidir. Bu doğada sürekli olan bir değişimdir. Canlıların evrimi bu şekilde gerçekleşmektedir. Biyoteknolojide ileri gitmiş bazı ülkeler ya da şirketler, DNA sarmalının bir kısmının değiştirilmesi esasına dayanan CRISPR teknolojisine geçmişlerdir.

AB’de olduğu gibi ülkemizde de genetiği değiştirilmiş materyalin girişi yasaktır. Şunu da belirtmek gerekir ki dünyada genetiği değiştirilmiş gıda tüketmekten dolayı zarar görmüş bir insana dair rapora rastlanmamıştır. Bize göre GDO konusundaki olumsuzluklarla ilgili bilgilerin kaynağı bu teknolojiye sahipemperyal şirketlerdir. Çünkü böylelikle bu teknolojiye başkalarının sahip olmasını önlemek için kamuoyu oluşturulmaktadır. Olumsuzlukları dünyaya yaymarı bu nedenledir.

Burada olumlu bir örnek verebiliriz. Birincisi diyabet hastalarının kullandığı insülün hormonu genetiği değiştirilmiş mayadan elde edilmektedir. İkincisi ise dünyada altın pirinç diye tanınan genetiği değiştirilmiş pirinçtir. Bu pirinç geni değiştirilerek karoten (Avitamini) sentez edebilir hale getirilmiştir. Böylelikle ağırlıklı olarak pirinçle beslenen toplumlarda demir alımı teşvik ederek anemi (kansızlık) hastalığının önlenmesinde önemli katkıda bulunulmuştur.

Ülkemizin gen kaynağı olan yerli tohumlarımız, bir tanesi Ankara’da diğeri İzmir’de olmak üzere iki tohum bankasında muhafaza altına alınmıştır. Gerektiğinde bu tohumlar ekilip yenilenerek çimlenme kabiliyetlerinin korunması sağlanmaktadır.

Yine bu 5553 sayılı yasa ile yerli tohumlarımız tescillenerek, yabancıların eline geçmesi önlenmiştir.

2-buğdaya yapılan saldırılar:

Yine yukarda bahsedilen bazı ortamlarda buğdaya bilir bilmez saldırılar yapılmaktadır. Bu gün ABD dahil birçok ülkenin en stratejik ürünü buğdaydır. Arkeolojik kazılarda da rastlandığı gibi buğday binlerce yıldır insanlığın asli gıdası olmuştur ve olmaya da devam edecektir.

Bazı odaklar çok eski çeşitler olan, verimi ve besleme değeri çok düşük olan Kara Kılçık buğdayı ve Siyez buğdayı çeşitlerini övüp tavsiye etmektedirler. Bu da buğday ihracatçısı ülkelerin işine yaramakta, Türkiye bu ülkeler için Pazar olmaktadır. Günümüzde batı ülkeleri ıslah edilmiş yeni çeşit buğdayları ekmekte bir dekardan besin değeri yüksek olan 1000 kg buğday hasat etmektedir. Bu rakam ülkemiz de ortalama 250-300 kg/dekardır. Yukarda bahsedilen eski çeşitlerin üretimini teşvik etmek bu rakamı daha da aşağı çekecektir. Bu çeşitlerde dekara verim 150-200 kg.dır. ıslah edilmiş yeni çeşit buğdaylarda protein oranı %15-17 civarındadır. Eski çeşitlede ise %10’un altındadır.

Buğdayda kromozom değişikliğinden, hatta hibrit buğdaydan bahsedilmektedir. Bir canlının kromozomu değişirse o canlı yaşamaz ya da kendi türünün temsilcisi değil başka bir tür olur. Bu söylem tümüyle yanlış ve bilgisizlik örneğidir. Buğday ve baklagiller çiçek yapıları gereği açık tozlaşma ile döllendikleri için hibrit yapılmaları olanaklı değildir. Buğdayda, nerede ise yüz yıldır ıslah çalışması yapılmaktadır.

Üstün özellikleri ve yüksek verimli bir buğday çeşidini ıslahla sabit bir çeşit haline getirilmesi 14-15 yıl sürmektedir. Bu mesele,Gazeteci Soner Yalçının Saklı Seçilmişler kitabında bahsettiği gibi yalan yanlış bilgilerle olan işler değildir.( buğdayın geçmişten günümüze gelişim şeması ektedir.)

3-Tarım ilaçları ve hormonlarla ilgili yanlışlar:

Aslında bu söylem yıllar önce Türk tarım ürünleri, özellikle meyvelerimiz için iyi bir Pazar olan Arap ülkelerini elimizden almak isteyen ve bunu başaran Hollanda tarafından uydurulmuştur. Aslında AB’de kullanılan zirai ilaç miktarı Türkiye’nin tam 10 katıdır. Zirai mücadelede kullanılan ruhsatlı ilaçlar kontrol altında ve reçete ile satılmaktadır.

Dünyada zirai ilaç üreticileri genellikle Batılı çok uluslu kimya şirketleridir. Bu şirketler sermaye olarak çok güçlüdürler, ar-ge için çok yüklü bütçeler ayırırlar. Tarımda problem oluşturan hastalık ve zararlılar için pestitisleri geliştirirler. Üniversitelerde geliştirilen pestitisleri satın alma yoluna da gidebilirler. Dünya çapında geçerli patentler alır ve ruhsatlandırırlar. Bu pestitis artık on yıl koruma altındadır.

On yıl sonra komodite olur. Yani her firma üretebilir duruma gelir. Üretim artınca ilacın fiyatı yarı yarıya veya üçte bir seviyesine kadar düşer. İlk üretci firma da buna uymak zorunda kalacağı için ilk on yıldaki kazançları çok düşmüştür. Bu süre içinde çalışmaları devam etmiş komodite olan pestitisin yerine yeni bir formülasyon geliştirilmiştir. Bundan sonra artık ilk formülasyon insan sağlığına zararlı olduğu, kanserojen olduğu söylemi yayılır.

Ruhsat dünya çapında iptal edilmelidir ki yeni fomülasyon yüksek fiyatlarla devreye girsin. Bunun için kesenin ağzı açılır her türlü basın- yayın kanalında eski ilacın insan sağlığına zararları anlatılır. Bu arada bilimsel yayın yapan dergiler de unutulmaz. Bu dergilerde bu yayınları gören akaemisyenler(!),sağlık sektöründe söz sahibi olanlar yüklenirler bu olayın üstüne yüklenirler.

Aman zirai ilaçla mücadele edilen meyve ve sebzeleri tüketmeyin kurtlu elma tüketin önerileri ayyuka çıkar. Oysa en güçlü etkiye sahip bir pestitis % 40 yoğunluğndadır ve bunun bir lit.lik bir şişede muhafaza edilir. Bu preparat 1000 lt suya konarak meyve bahçelerinde 5 dk alana, sebze bahçelerinde 10 dk alana püskürtülür. Bunu, örneğin bir elmaya ne kadar zirai ilaç düştüğü hesaplanırsa 0,0000003 gr zirai ilaç isabet ettiği görülecektir.

Günlük yaşamımızda zorunlu olar kullandığımız, temas ettiğimiz kimyasallar düşünülürse bu tabir yerinde ise devede tüydür. Ayrıca zirai mücadele yapılmadığı zaman meyve ve sebzelerde hastalık ve zararlıların açtığı lezyonlarda hızla üreyecek bakteri ve fungusları düşünürsek elma üzerindeki bu kalıntı hiçbir şeydir. Kaldı ki kimse ilaçlı sebze ve meyveyi yıkamadan yemez. Yani işin özeti zirai ilaçta dönen sömürüye dayanmaktadır.

Kontrollü, tekniğine uygun kimyasal zirai mücadele şimdiye kadar yapılmıştır bundan sonrada yapılacaktır. Üreticilerin hiçbirisi ürettiği ürünü kurda yedirmeye hastalıklarla çürütmeye razı olmayacaktır.

Hormon meselesine gelince; tamamen bilgisizliğe dayanan bir uydurmadır. Bütün canlılar da olduğu gibi bitkilerde de onlarca hormon vardır ve kendi bünyelerinde sentezlenir. Bunların hangi birisi bitkiye verilecektir? Entansif tarımsal üretimde bitkilerin öz sularının hızlı hareketi için ve verilen gübrelerden azami istifade etmeleri için bazı bitki gelişim düzenleyiciler (BGD) kullanılır. Bunlar hormon değildir. Bu zirai ilaç kalıntısı ve hormon söylentilerini kazıdığımızda karşımıza önce Hollanda çıkmaktadır. Bunun hikayesi deburaya sığmayacak kadar uzundur.

Not: Tv beslenme programlarında sebze ve meyvenin şekline bakarak hormonlu olduğunu tespit eden hekimler izlediğimi hatırlıyorum.

4-İhracattan döndü söylemlerinin asılsızlığı:

Yine basında ve sosyal medyada sık sık rastladığımız bir konu, şu kadar miktar domates veya biberi Rusya geri göndermiş. Bunu duyan halkımızı da alır bir endişe, bize mi yedirdiler bunları diye?

İhraç edilen hiçbir ürünün özellikle sebze ve meyvede ihraç edildikten sonra geri gelmesi söz konusu değildir. Zira geri gelmesi demek ihracatçının ürününü tekrar ithal etmesi gerekir ki bu olanaklı değildir. İhraç edilen ürünün gittiği yerde ayıplı olduğu tespit edilir ise yetkililerce rapor tutulur, orada imha edilir ve yapılan masraflar da ihracatçıya fatura edilir.

Ancak hiçbir ihracatçı kendini riske sokup böyle bir ürünü ihraç etmeye kalkmaz.Zira, ihracatçı ürün göndereceği ülkenin normlarını önceden öğrenir, bu normlar ülkeler arasında yıllık olarak ticaret bakanlıklarına ve ülke gümrüklerine bildirilir. İhracatçıda ürün göndereceği ülkenin normlarına göre ürün hazırlar. Bu normlar ambalajdan hastalık ve zararlılar yönünden karantina kurallarına kadar bir dizi kuralı içermektedir. Öncelikle şu bilinmelidir ki ihracatçı, ürünlerine sağlık yönünden Türkiye’de akredite bir labaratuvardan sağlık raporu almadan bizim gümrüklerimizden çıkmasına izin verilmez. Bu raporda zirai ilaç yönünden ürünün gideceği yerin bildirdiği MRL (maksimum rezüdi limiti) den yüksek olmaması hastalık ve zararlı kalıntısı olmadığı tespit edilir. Rapor sonucu gideceği ülkenin normlarına uyuyorsa ihracına izin verilir.

5-Topraklarımızın zehirlendiği hurafesi:

İşi bilmeyenler tarafından, tarımda kullanılan kimyasal gübrelerin topraklarımızı zehirlediği sık sık gündeme getirilmektedir. Hiçbir üretici toprağını zehirleyecek kadar gübre kullanmaz. Çünkü üretim ekonomik bir iştir, yüksek ücretler ödeyerek aldığı kimyasal gübreyi gereğinden fazla kullanmaz. Ayrıca gereğinden fazla kullanması tarlasına ektiği ürüne de faydadan çok zarar verir, ürünü kurutabilir.

Sağlıklı ürün almak için bitkinin topraktan kaldırdığı bitki besin elementlerinin kimyasal gübrelerle takviye edilmesi zorunludur. Bunlar, ana besin maddeleri olarak azot (N), fosfor (P) ve potasyum(K)dur. Bu bitki besin elementleri ayrıca topraktaki mikrobiyolojik faydalı bakterilerin de besin kaynağıdır. Kimyasal gübreler bu mikroorganizmaları da beslediği gibi fazla kullanılması bunlara da zarar vereceği için ölçüsünde kullanılır ve toprakların zehirlenmesi söz konusu değildir.

Bu kimyasal gübrelerle toprağın zehirlendiğini iddia edenler, bunların yerine hayvan gübresi. Kompost ve solucan gübresi önermektedirler. Bunların da elbette toprağa yararı vardır en azından toprağa organik madde kazandırırlar. Fakat, bu önerilen gübreler içinde bitki besin elementlerinin hangisinden ne kadar olduğunun tespiti her zaman olanaklı değildir. Profesyonel tarım işletmelerinde hayvan gübreleri zaten kullanılmaktadır. Toprakta yeteri kadar organik madde varsa ki olmak zorundadır. Zira tarım yapılan arazide bitki artıkları ve bitki kökleri olacaktır, bunlarda organik maddedir ve toprakta doğal olarak solucan da bulunur. Kompost önerisine gelince, bütün tarım arazilerimize yetecek kompostu nereden bulacağız? Ancak bunun bu konuda belediyeler için geliştirdiğimiz bir proje vardır.

6-Organik tarım uydurması:

Tarıma organik demek kadar abes bir şey olamaz. Tarımsal üretim nasıl yapılırsa yapılsın, yani ister entansif ya da geleneksel yöntemle yapılsın organiktir yani canlıdır. Organik tarım, 2. Dünya savaşından sonra gelişmiş ülkelerde ortaya çıkmış bir deyimdir ve daha çok az gelişmiş ülkelerde geleneksel üretim şekliyle elde edilmiş gıdaları tercih eden zenginlerin tercih ettiği gıdaların dayattığı bir üretim şekli olarak değerlendirebiliriz. Son yirmi senede gelişmiş ve üreten az gelişmiş ülkeler olurken, tüketenler gelişmiş ülkelerdir.

Daha sonra ABD’de bir grup bir araya gelerek (IFOAM) belirli bir standart geliştirerek ürünlerin bu standarda göre sertifikalandırma kuralı çıkarmışlardır. Bu gün her ülkenin organik üretim ve gıda sertifikalandırma kuruluşları vardır hepsi de IFOAM standartlarına göre sertifika vermekteler ve bu IFOAM’a (Uluslararası Organik Tarım Hareketi Fedarasyonu) kuruluşuna komisyon vermektedirler. Bunun yanı sıra organik tarımda kullanılacak gidileri (gübre, zirai ilaç vb.) üreten bir sektör oluşmuş, klasik girdilere göre çok daha pahalı ürünler olarak piyasa sürülmektedir. Kabul edilen üretim şeli hem çok pahalıya mal olmakta hem de verim klasik üretim şekline göre yaklaşık %40-50 daha düşük verim alınmaktadır.

Değeri hocamız Yıldırım KOÇ, AB’den para alan sendikalar yazı dizinde yazmıştı, 2000 yılında Dev. Maden-iş sendikası Hollanda hükümetinden STK’lar kanalı ile para aldığını, bu parayı koşullu verdiklerini açıklamıştı. Koşulları, Maden-iş sendikası bu para ile organik tarım kitabı yazdırıp bedava dağıtılması imiş. Buradan da anlıyoruz ki bu üretim şekli bizim menfaatimize değildir.

Not: Televizyonda, sertifikaya da gerek duymadan sebze ve meyveyi koklarak organik olup olmadığını anlayan(!) hekim izledim.

7- Et ve yumurta tavuğu üretimindeki hurafeler:

Ülkemizde milli sermaye ile kurulmuş endüsriyel et ve yumurta tavukçuluğumuz dünya ile yarışır duruma gelmiştir. Ancak bu sektör, kendini bilmez, bu konuyla ilgisi bilgisi olmayan diplomalı cahiller yüzünden çok sekteye uğramıştır. Geçtiğimiz yıllarda onkolog olduğunu söyleyen bir hekim, elinde kesilmiş bir et tavuğu ile kanal kanal dolaşıyordu. Bu yediğinizi tavuk sanıyorsunuz, bakın bunun kemikleri bile gelişmemiş diyordu. Bunu yetiştirirken hormon ve antibiyotik kullanılıyor, bunlarda tüketenler için birçok risk oluşturmaktadır açıklamaları yaptı. Bu açıklamaları aylarca sürdü ve hala yapmaktadır. Bu açıklamalar sonucu et tavuğu yetiştiren işletmeler yurt dışında ve yurt içinde sürekli Pazar kaybedip zor duruma düştüler. Bir kısmı kapandı, bir kısmı da yabancı sermayenin eline geçti.

Gerçek ise bu hekimimizin söylediklerinin tam tersi idi. Bu et tavukları hibrit tavuklardır. Islah çalışmaları sonucu verilen gıdaları çok çabuk ete dönüştüren gen yapısına sahip oluşmuştur. Gayet sağlıklı ve insanlara ucuz protein sağlayan canlılardır. Yetiştirilmeleri tabir yerinde ise el bebek, gül bebek şeklindedir. Anneler bebeklerini büyütürken bu kadar ihtimam gösteremediklerini biliyoruz.

Onlara verilen antibiyotikler, eğer insana zararlı ise önce benzer organizmaya sahip o piliçlere zarar verir ki kesime yakın hiçbir kimyasal ilaç verilmez çünkü bunun ülkemizde ve dünyada kabul edilmiş bir kuralı vardır.

Sanıyorum 2017 yılında idi bir program için ULUSAL kanala gitmiştim. O sırada yukarda bahsedilen onkolog programda idi. Program bitince sunucuyu uyarmıştım, sunucu hanım da sen ne anlarsın, basit bir Ziraat Mühendisisin diye beni azarlamıştı. Haklıydı belki arkadaşımız çünkü ülkemizde işler karışıktı, hasta tedavi etmesi gereken hekim tavukçuluk hakkında topluma bilgi verebiliyordu.

Anılan hekimi dinledikten sonra onlarca anneden “ben artık çocuklarıma tavuk eti yedirmiyorum”diyeşikayetler dinledim ve bunun yanlış olduğunu seve yedirmeleri gerektiğini anlatmaya çalıştım. Aynı şekilde endüstriyel yumurta üretimi de saldırılar olmaktadır. Yerine gezen tavuk uydurmaları tavsiye edilmekte ne yazık ki Tarım bakanlığı da gezen tavuk projelerine destek vermektedir. İçerde bilir bilmez sözde bilim adamlarının(!) beyanatları yüzünden son zamanlarda tek ihraç kapımız olan Irak hükümeti de Türkiye’den yumurta alımını kesmiştir.

8-Süt ve süt ürünleri ile ilgili hurafeler:

Bu konu ile ilgili çok ünlü bir gazeteci yazarımız, gerçekle ilgisi olmayan yalan yanlış bilgilerle dolu bir kitap yazmış, toplumda da özellikle okumuş kesimde çok rağbet görmüştü. Bunun eleştirisini içeren yazım teori dergisinin internet sayfasında halen günceldir ve okunabilir.

Başka mecralarda da bu konu ile alakasız beyanlara çok rastlanmaktadır. Özellikle piyasada satılan hazır yoğurtlara akıl almaz saldırılar yapılmaktadır. Şunu bilmiyorlar ki yoğurt sütten başka bir şeyden yapılamaz. En çok da yoğurda konan katkı maddelerinden söz edilir. Katkı maddesi konulan sütten yoğurt olmaz. Zira sütü yoğurda çeviren laktabasillüs bakterileridir. Koruyucu konulan sütte bu bakteri üremez ve sütte yoğurda dönüşmez. Ancak yoğurtta ve sütte yağ oranları farklı olabilir buda lezzet bakımından farklılık yaratır, doğal olarak fiyatları da farklı olur.

Bütün bu konular oldukça kısa ve anlaşılır şekilde anlatılmaya çalışılmıştır. İstenirse çok daha ayrıntıyla da açıklanabilir. Bu olumsuzlukların ve üreticilere zarar veren insanlara korku salan olumsuz ve yanlış beyanlardan kaçınmak gereklidir. Hatta bu tür yanlış bilgilerle halkı kandıranları cezalandıracak yasalar olmalıdır. Piyasa da hileli, tağşişli ürünler bulunabilir. Bunların kontrolleri yapılmaktadır ve bu ürünler toplatılıp piyasaya sürenler hakkında yasal işlem uygulanmaktadır.

ulusal.com.tr

ABD'den Suriye'nin doğusundaki petrol sahasına sevkiyat Gündem Türkiye'nin yeni denizaltısı Piri Reis suyla buluştu Gündem Atlantik yalanı Meclis'e takıldı Gündem İşaret fişeğini Amerikan NY Times gazetesi attı: Hükümete Doğu Türkistan tuzağı Gündem