Cem Yılmaz ve Yeşilçam
Aydınlık gazetesi yazarı Burçak Evren bugünkü köşesinden Cem Yılmaz'ın Arif V 216 filmini ele aldı.
Evren yazısında, "Arif V 216, geçmişe duyulan özlemin siyah-beyaz değil, tekmili renkli, unutulmaz bir şöleni... Ve de bu türdeki -kim ne derse desin- bugüne dek verilmiş en güzel örneği..." dedi.
İşte Burçak Evren'in yazısı;
Sektör olamayışın tüm olumsuzluklarını yaşayan Yeşilçam’ın en büyük sorunlarından birini, hiç kuşku yok ki, dışardaki sermayeyi sinemaya aktaramamaktan kaynaklanan sıkıntılar oluşturuyor. Yeşilçam, dışardaki sermayeyi içeriye aktaramayışının ötesinde, sinemadan kazanılan artı değeri de, sinemanın içinde tutamayıp dışındaki alanlara yönlendiriyor. Böylece sinemamız yıllar yılı, ne dışardaki sermaye için güvenilir bir alan haline geldi, ne de sinemanın içindekiler (tabii başta yapımcılar) kendi alanlarına güven duyup, kazançlarını bu alanda değerlendirme yönünü seçebildiler.
Çoğunlukla birkaç filmlik sermayeye sahip olan Yeşilçam yapımcılarının bu durumu, sinema alanını bir sektör haline getirmeye yetmediği gibi, bir dizi alt yapı (stüdyo, plato, yeni teknolojiye sahip olma vs) olanaklarının oluşmasından da yoksun bıraktı.
ÇIKIŞ ÖRNEĞİ
Çoğu kişi, yıllık ortalama 250 filmlik bir verimliliği Yeşilçam’ın halk sineması oluşuna bağlarsa da, bu oldukça yanlıştır. Yeşilçam’ın bu verimliliği, 1974 öncesi tek ve en ucuz eğlence olmasına karşılık halkın desteğinden ya da gereksiniminden değil de, tümüyle “amortisman” sorunundan oluşmuştur. Birçok şirket, yıl içinde ürettikleri filmlerin vergisini vermemek için, yıl sonlarında küçük bütçeli, dar kadrolu amortisman filmlerine yönelerek vergiden kaçmışlar, dolayısıyla da film sayılarında, büyük artışlar olmuştur. Yani bu niceliğin arz ve talep dengesiyle hiçbir ilgisi yoktur. O yıllarda, yıl içinde üretilen film sayısıyla sinema salonları sayısı oranlandığında bu gerçek ortaya çıkar.
Cem Yılmaz’ın Arif V 216’sını izlerken, biraz geçmişe dönüp bu tür bir muhasebeye girişmenin kaçınılmaz olduğunu gördüm. Nereden nereye...Kim ne derse desin, Cem Yılmaz, giderek unuttuğumuz, arthouse filmlerinin içinde boğulduğumuz, kitlesel komedi filmlerinin saçmalıkları arasında sıkışıp kaldığımız bir dönemde ana akım filmlerinin ne olduğunu, hem de geçmişe dönüp nostaljik esintiler içinde bizlere sunan, sunmakla da kalmayıp büyük bir keyifle kitlelere izletmenin üstesinden gelen bir sanatçı...
BAŞARININ GERİSİNDEKİ KAYNAK
Bilimkurgunun sınır tanımayan, sinemamız için yeni ve de cesaret -tabii biraz da para- isteyen atraksiyonlarıyla, Yeşilçam nostaljisinin kaçınılmaz duygusallığını seyri keyif verici bir izlencede buluşturmak sanırım pek kolay bir şey değil.
Filmin bir çeşit sloganı haline dönüşen, “iyi insanlar yalnızca filmlerde olmuyor” sözünden hareketle, sinemanın geleceği de, ne yazık ki, yalnızca “festivallerde boy gösteren, güdümlü art house filmlerde” de olmuyor. Kitlelerin tekrar sinemaya dönmesi için, herkesin beğenisini toplayan, Cem Yılmaz gibi sanatçıların örneklediği bu tür ana akım filmlerine büyük bir gereksinim var.
Ama Cem Yılmaz’ın sinemamıza getirdiği en büyük değer, filmlerinin yalnızca gişe getirisi, ya da güldürü türündeki içtenlikten kaynaklanan, tüm güldürü trüklerini cömertçe sunup loş salonlarda karşılığını bulan, yüksek bütçeli, zengin kadrolu yanından gelmiyor; yetenek ve niyetinin yanı sıra, sinemanın dışında kazandığı sermayeyi, Türk sinema tarihinde hiçbir yapımcının bugüne dek yapmadığı, yapamadığı bir cömertlik, güven ve de cesaretle sinemaya aktarmasından geliyor... Ve bunu yaparken de, Arif V 216’da olduğu gibi, Yeşilçam’ın geçmişine, 60’lı yıllarına dönerek adeta gülücüklerle bezenmiş bir saygı duruşunda bulunmayı da ihmal etmiyor.
Arif V 216, geçmişe duyulan özlemin siyah-beyaz değil, tekmili renkli, unutulmaz bir şöleni... Ve de bu türdeki -kim ne derse desin- bugüne dek verilmiş en güzel örneği...