Oktay Yıldırım savunmasını yaptı

Abone ol

Vatan Partisi Merkez Karar Kurulu üyesi Oktay Yıldırım Ergenekon Davası temyiz duruşmasında savunmasını yaptı. Oktay Yıldırım savunmasında “Ergenekon, bir davanın ya da bir yargılamanın adı değildir aslında. Ergenekon bir tür kod isimdir. Cumhuriyeti ayakta tutan temelleri, Türk Tarihini, Türk Ordusunu yıkıp yerine yenilerini kurmak için kullanılan bir operasyonun kod ismidir. Mahkemede görülen dava bu operasyonun sadece bir kısmıdır.” dedi. Yıldırım mahkemeden Ergenekon Davası kararının esastan bozulmasını talep etti.

Oktay Yıldırım’ın savunmasının tam metni şöyle:

“BU BİR SAVAŞTI. BURSA NUTKU VE ATATÜRK’ÜN GÖREVLERİNDEN

BİR ADIM GERİ ATMADIM.”

AÇIKLAMA: ERGENEKON DAVASI KARARI ESASTAN BOZULMALIDIR. ÇÜNKÜ…

Her şeyden önce, bu iddianın sahipleri, Türkiye Cumhuriyeti devletini cebren yıkmak için silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlanmaktadır. Davanın savcıları haklarındaki bu suçlamalardan dolayı yurt dışına kaçmıştır ve kırmızı bültenle aranmaktadır. Bu iddianameye göre söz konusu örgüt, hâkim savcı ve polislerden oluşmakta, bu eylemlerini de devletin kendilerine verdiği yetki ve silahları yasa dışı yöntemlerle kullanarak yerine getirmektedirler. Bugün huzurunuzda bulunan ve benim yedi yıl hapis yatmama neden olan dava da örgütün amaçları doğrultusunda gerçekleştirdiği eylemlerden biridir. Yani, bize terörist diyenler meğerse terör örgütü üyesiymiş…

Sırf bu bakımdan bile davanın esastan bozulması gerekmektedir.

Ergenekon, bir davanın ya da bir yargılamanın adı değildir aslında. Ergenekon bir tür kod isimdir. Cumhuriyeti ayakta tutan temelleri, Türk Tarihini, Türk Ordusunu yıkıp yerine yenilerini kurmak için kullanılan bir operasyonun kod ismidir. Mahkemede görülen dava bu operasyonun sadece bir kısmıdır.

Yapılması gereken şey, kamuoyunda, “bu değerlerin yozlaştığı” algısını yaratmaktı. O yapıldı. Bunun için de suçlar ve suçlular yaratıldı. Bu iddialar öylesine büyük olmalıydı ki, kamuoyunun şaşkınlıktan, ortaya atılan iddiaların insan aklına uygun olup olmadığını bile sorgulayacak hali kalmamalıydı. Korkmalıydılar bir de… Öyle korkmalıydılar ki, herkes “ ya benim de başıma gelirse” korkusuyla kırk yıllık silah arkadaşlarının linç edilmesine sessiz kalmalı… Bir asırlık cumhuriyetimizin bir suç, baskı ve hukuksuzluk tarihi olduğunu kabul etmeli, en azından bu iddialara karşı kimse ses çıkaramamalıydı.

Ya hukuk?

Hukuk bu işin hiçbir yerinde yoktur.

Amaç bu olunca yapılan işlemler de hukuksuz olmuştur.

Bu savunmada mahkemede yapılan savunmada anlatılan ayrıntılardan söz edilmeyecektir. Savcılığın iddialarının yetersizliği ve temelsizliği, ortaya konulan kanıtlar, avcılık iddianamelerinin yargılamalar boyunca nasıl çürütüldüğü anlatılmayacaktır. Onlar mahkemeye yazılı olarak verilen Esas Hakkında Savunmada anlatılmıştır.

Burada sadece yapılan işlemlerdeki hukuka aykırılıklar ve binlerce bozma nedeni arasından en ağır hukuk ve insan hakları ihlalleri maddeler halinde sıralanacaktır. Mahkemede yapılan savunma ise bu dosyanın eki olarak sunulacaktır.

İlk Arama İşlemi Hukuk Dışıdır- Deliller Yasak Delildir

1. Mahkemenin verdiği arama emrinde evin sahibi olarak gösterilen kişi evin sahibi değildir. Oysa bu durum arama kararını almadan önce ilgili mahalle muhtarından ikametgâh belgelerini alan polis tarafından bilinmektedir. İhbarda adı geçen kişinin arama yapılan evin sahibiymiş ve orada, ikamet ediyormuş gibi yazılması hukuk içinde açıklanamaz.

2.

Mahkeme kararı alınırken ilgili adres ile ilgili ikametgâh belgesi mahkemeye sunulmamış, saklanmıştır. Mahkeme de bu belgeyi sormamıştır.

3.

Evde oturan kişi evin kiracısıdır ve polise ihbarı yapan ihbarcıdır. Arama yapıldığı sırada da polisin yanında bir tek o vardır. Olay yerine geliş hikâyesi çelişkilerle doludur. Tek görgü tanığına göre polis ile birlikte gelmiştir. Hakkında suçlama yapılan kişi ise, arama yapılan evin sahibi olarak gösterildiği halde arama sırasında orada değildir.

4. Davanın en önemli kanıtı olan sözde bombaların bulunması için yapıldığı iddia edilen aramanın tanığı, video kaydı ya da orada arama yapıldığını gösteren bir kanıtı yoktur. Arama yapılan yer bir mesken olduğu halde muhtar, bombaları saklamakla suçlanan kişi ya da komşulardan bir tanık aramaya dâhil edilmemiştir.

5. Arama yapılan yerde büfe işleten Burhan Yılmaz, gecekondunun bahçesine gelen polislerin ne yaptığına bakmak için büfesinden dışarı çıkmaya çalıştığında ise polisler tarafından çıkması engellenmiştir.[1] Orada neler olduğunu polis dışında kimse görememiştir.

6. Tutanaklara göre bombalara ilk müdahaleyi yapan bomba uzmanı polisler de daha sonra askeri mahkemede, “olay yerini görmediklerini, gittiklerinde bombaların çatının dışında kendilerine teslim edildiğini” söylediler. Yani orada ne olup bittiğini görme sorumluluğunu polisler dâhil üzerine alan kimse yok.

7. Bombaları oraya saklamakla suçlanan Mehmet Demirtaş olay yerine sözde arama bittikten sonra polis tarafından telefonla çağırılmıştır.

8. Olay yerinin fotoğrafları yoktur… Videosu çekilmemiştir… Kanıtların arama anında ya da aramadan sonra olay yerinin neresinde bulunduğunu gösteren fotoğraflama yapılmamıştır.

9. Bütün olay yerlerinde yapılması zorunlu olan Olay Yeri Krokisi yoktur. Yani Olay yeri karanlıklar içindedir.

10. Polisin tutanaklarına göre de arama yapılıp yapılmadığı ya da kaçta yapıldığı belli değildir.

a. Bomba uzmanlarının düzenlediği el yazılı tutanağa göre arama saat 20.30’da…

b. Bomba uzmanlarının tutanağındaki bilgilerden yararlanılarak bilgisayarda yazılan tutanağa göre 19.40’da…

c. Olayın tek tanığı Burhan Yılmaz’a göre ise polisin oraya geliş saati sabah 10.00-12.00 arasındadır. Yani daha ihbar bile yapılmadan önce…

d. Çakmak Polis Karakolu’nda çekilen video görüntülerine göre ise saat 18.30’da bombalar karakoldadır. Yani polis tutanaklarındaki bulunma saatinden 2 saat önce…

11. Polisin düzenlediği tutanaklar hukuka aykırıdır. Bu tutanaklara dayanılarak yargılama yapılamaz. Bütün tutanaklar polis karakolunda düzenlemiş ama bunları olay yerinde düzenlemiş gibi göstermek için plan yapmışlardır. Bu konu hakkındaki konuşmaları dava dosyasına 23 ay sonra sanıkların çabalarıyla eklenen video kaydında yer almaktadır.

12. Bütün bu anlatılanlardan ortaya çıkan sonuç şudur: Deliller yasadışı yollarla elde edilmiştir. Şaibelidir. Bir yargılamaya konu edilemez. Bu konuda “Yargıtay Ceza Genel Kurulu E 2005/7–144 K 2005/150 T 29.11.2005” sayılı içtihatla, elde edilen delillerin yasak delil olmasına karar verilen vaka bundan çok daha hafif koşullar taşımaktadır. Şüphelinin kendi evi karısı nezaretinde aranmış, şüpheli de bulunan uyuşturucular konusundaki suçlamayı, soruşturma ve kovuşturmanın bütün aşamalarında kabul etmiştir. Ama Yargıtay Ceza Genel Kurulu arama esnasında sanığın evde bulunmamasını hukuka aykırı bulmuş ve bu nedenle sadece elde edilen delili değil, bu delilden yola çıkılarak elde edilen diğer delilleri de hukuka aykırı bularak, bunlarla yargılama yapılamayacağına karar vermiştir. Dayandığı ilke ise şudur: “Zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir…” Buradaki durum o kararla kıyaslandığında çok daha ağır hukuk ihlalleri söz konusudur. Yukarda belirtildiği gibi adeta gizli yöntemlerle arama yapılmıştır. Zehirli bir ağaç dikilmiş ve onun meyveleri bütün ülkeye 7 yıl boyunca yedirilmiştir.

Delil-Sanık Bağlantısı Kurulmadan Yakalama Yapılmıştır

13. Polislerin hakkında gözaltı ve arama kararı aldıkları Oktay Yıldırım adına nasıl ulaştıkları belli değildir. Yapılan telefon ihbarında Oktay Yıldırım adı geçmemektedir. Sanık Ali Yiğit’in ifadesine göre bu isim kendisi tarafından ev araması sırasında polise verilmiştir. Ancak bunun bir yazılı kaydı olmadığı gibi sanığın ev araması da Oktay Yıldırım gözaltına alındıktan saatler sonra yapılmıştır. Yani bu beyan doğru değildir.

14. Oktay Yıldırım hakkında gözaltı kararı veren savcı Selim Berna Altay’ın bu kararına bir dayanağı yoktur. Kararının sayı numarası belli değildir, tarihi sonradan elle yazılmıştır. Bütün bunlar, o gözaltı kararının polis tarafından hazırlanarak savcılığa imzalatıldığının işaretleridir.

Parmak İzi Raporları Hukuka Aykırıdır

15. Mahkeme tarafından 16 Haziran 2007 tarihinde bombalar üzerinde parmak izlerim olduğu gerekçesiyle tutuklandım. Oysa parmak izi kesin raporu 18 Haziran tarihinde çıkmıştır. Üstelik üzerinde parmak izim olduğu söylenen yapışkan bant mahkemeye teslim edilmemiştir. Mahkeme beni, kanıt ve inceleme raporu olmadan tutuklamış, onlar daha sonra karara uygun olarak ikmal edilmiştir. Bunun adı hukuk değildir.

16. Kaldı ki, bombalar üzerinde parmak izi incelemesi yapılmamış, sadece yapışkan bant ve kutular incelenmiştir. Tesadüfe bakın ki, Polis Merkezinde parmak izim de bir yapışkan bant ile alınmıştır.

Deliller Yasa Dışı Yollarla Yok Edilmiştir

17. Bir yargılamada delillerin yargılama sonuna kadar bekletilmesi, mahkeme huzuruna getirilip tartışılması hukuka uygun bir yargılamanın temel koşullarındandır. Olmazsa olmazıdır. Ancak bu yargılamada kanıt bütünlüğüne bizzat soruşturma makamları tarafından müdahale edilmiş, kanıtlar şaibeli yöntemlerle ortadan kaldırılmıştır.

18. Polis, daha sözde bombaları sözüm ona bulduğu gün… Henüz hakkında hiçbir inceleme yapılmadan imha kararı almıştır. Bu karar alındığı sırada karara gerekçe olabilecek hiçbir inceleme ya da rapor yoktur.

19. Alınan karar savunma tarafına da tebliğ edilmemiş, yasal itiraz hakları ellerinden alınmıştır. Dahası bu kararı veren hâkimler bile söz konusu kanıtları görmemiştir. Bir yargıç, hakkında karar vereceği kanıtları görmeden o kararı nasıl verebilir?

20. Karar yasadışı yollarla verilmiştir, dayandığı bir kanun maddesi yoktur ve yürürlükteki yönetmelikler yok sayılmıştır. İmha kararı CMK. 137’ye dayanarak verilmişti. Oysa bu maddenin bombalarla bir ilgisi yok. Madde “konusu suç oluşturmayan dinleme kayıtlarının yok edilmesini” içeriyor. Somut durumda ise konu kayıtlar değil bombalar ve suçun kanıtı durumundalar. Yani imha edilmeleri mümkün değil. Buna karşılık Suç Eşyası Yönetmeliği madde 10. Bombaların yargılama boyunca nasıl ve nerede saklanacağını ayrıntılı olarak belirtiyor.

21. Bu dava kapsamında konu edilen mühimmat arasında hakkında bir rapor olmadan ya da hâkim karşısına çıkarılmadan imha edilen başka mühimmat yoktur. Cumhuriyet gazetesine atılan pimi çekilip aktif hale getirilmiş bomba bile yıllarca saklanmış ama bunlar daha işin başında kimselere gösterilmeden imha edilmişlerdir. Yani kanıtlar ortada yoktur.

22. Kaldı ki, yapıldığı iddia edilen imha işlemi de şaibelidir. Bir video kaydı ya da fotoğraf çekimi yoktur. Aramalara katılan polislerle imha işlemini yapan polisler aynıdır. İmha öncesi ve sonrası tutanaklar arasındaki büyük çelişki bulunmaktadır.

Başından Adı Konulmuş Soruşturma

23. Şu anda firarda olan savcıların iddianamelerine göre bu davaya Ergenekon adının verilmesi ancak benim tutuklanmamdan 8 ay sonra Veli Küçük’ün evinin aranması sırasında bulunan bazı belgelerde, Ergenekon adına rastlanmasıyla verilmiştir. Oysa 23 ay sonra ortaya çıkan bir video kaydı göstermiştir ki, polis karakolundaki bombaların başında konuşan polisler, daha ortada bırakın Veli Küçük’ü ben bile yokken, “soruşturma Ergenekon olunca s…kerim hakimini de savcısını da…” şeklinde galiz küfürlerle daha 8 ay sonra bulunacak delilleri bilmektedirler.

Savcı Yalan Söyledi, Kısıtlama Kararı Alındı

24. Savcılık, kısıtlama kararı almak için mahkemeye yalan beyanda bulunmuştur. Talep yazısında şöyle yazılmıştır: “Bazı ifade tutanaklarında, yakalanmayan şüphelilerin kimlikleri, örgüte ait silahların saklandığı yerler yazılıdır. İletişim tespit tutanaklarında birçok örgüt mensubunun adı geçmektedir. Diğer belgeler de benzer mahiyette olup, halen yakalanmayan şüphelilerin yakalanması için ve suç eşyasının kaçırılmasının önlenmesi için kısıtlama tedbirine ihtiyaç vardır”

Yani Zekeriya Öz demek istiyordu ki;

· Ortada bir örgüt var.

· Bunların silah sakladıkları yerler var.

· Elimde bu silahların saklandıkları adresleri gösteren ifade tutanakları var.

· Ben bu adamların telefonlarını dinledim ve elimde iletişim tespit tutanakları var.

· Bu iletişim tutanaklarında birçok örgüt mensubunun adları geçmektedir.

· Elimde başka belgeler de var ve onlar da benzer bilgileri içermektedir.

Daha soruşturmanın üçüncü günüydü, ama savcı her şeyi biliyordu. Yıllar sonra bu belgeleri istedik göndermediler, birkaç kez ısrarlı talepte bulunduktan sonra ellerinde böyle belgeler olmadığını, yazılanların “matbu hata” ile yazıldığını öne sürdüler. Yani bu da “sehven”di. Bir paragraflık matbu hata olur muydu? Bu da davanın esastan bozulmasına yetecek nitelikte hukuk dışı uygulamalardan biridir.

25. Kaldı ki, kısıtlama kararı polis tarafından yazılmış, Savcı Zekeriya Öz sadece imzalamıştır. Bunun kanıtı yazının başlığında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı başlık yazısının altında “CMK’nun 250. Maddesiyle Yetkili Bölümü” yazısıdır. Savcılıkta bölüm yoktur. Savcılık “bölüm” değildir. Hiçbir savcı kendi yazdığı talep yazısına kendi makamını “bölüm” olarak yazmaz. Fakat Emniyet Müdürlüğü’nde “bölüm” vardır. Polisler de 250. Madde ile yetkili savcıların konumlarını “bölüm” olarak belirtmektedirler(Klasör-1, PDF-194). Ayrıca savcılık talep yazılarının sağ üst köşesinde tarih olmaz. Bu tamamen Emniyet kaynaklı yazılara has bir özelliktir. Yani kararlar ve talepler Emniyet Müdürlüğü görevlilerince hazırlanmış ve savcılar da bunların altını imzalamıştır.

Danıştay Davası Yasa Dışı Yollarla Bağlandı

26. Danıştay davası bu dava ile hiçbir irtibatı olmadığı halde getirilip birleştirildi, çünkü bu davanın açılma amacı Danıştay davasını buraya getirmekti. İddianame savcıları, dava birleştirilmeden önce Ankara’ya gidip Osman Yıldırım ile yasa dışı ve gizli görüşmeler yapmışlardır. Bu görüşmelerin tutanağı, video ya da ses kaydı yoktur. Savcılık, yasa dışı, gizli kapaklı, karanlık ilişkilerin tarafı olamaz. Böyle savcıların yaptıkları işlemler başlı başına bozma nedenidir.

27.

Savcılar bu görüşme için Ankara’ya gittiklerinde kendilerinden önce Osman Yıldırım ile görüşen ve bu görüşmesini mahkemeye değil de gazeteci Şamil Tayyar’a ileten Av. Mehmet Ener’le görüşmüş, o görüşmeden sonra Osman Yıldırım’ı ziyaret etmişlerdir. Av Mehmet Ener, Danıştay davasının İstanbul’a taşınmasının kilit ismidir. Osman Yıldırım bu görüşmelere kadar mahkemede bir kez bile Ataşehir görüşmesinden ya da Ergenekon’dan söz etmemişti. Mehmet Ener ziyaretlerinden sonra Ergenekon masallarını anlatmaya başladı ve savcılar da bunları iddianamesine yazdı.

28. Davanın kilit ismi Osman Yıldırım’ın benimle ya da başka bir dava sanığıyla tanışıklığı, ilişkisi yoktur. “Bana bu evde bombalar ve talimat verildi” dediği evi bile önünde bekleyen yüzlerce polis ve gazeteciye rağmen bulamamıştır. Tarif edememiştir. Evin diğer sakinleri kendisini doğrulamamıştır. Bu davanın çelişkilerle ve yalanlarla dolu detaylarına girmeyeceğim, onları size basılmış olarak teslim ediyorum. Özelikle Danıştay Davası’nın bütün belge ve ayrıntılarını içeren 9:45 isimli kitap başlı başına bir kanıt niteliğindedir.

Aynı Kişi Hem sanık, Hem Tanık, Hem de Gizli Tanık Yapıldı.

29. Cumhuriyet gazetesinin bombalanması ve Danıştay cinayeti hükümlüsü Osman Yıldırım hem tanık, hem gizli tanık, hem de sanık olarak kullanıldı. Bu davanın diğer sanıklarından gizlenmeye çalışıldı. Osman Yıldırım bir olayı tanık olarak anlattı, sonra da gizli tanık olarak doğruladı ve mahkeme bu ayak oyununa dayanarak karar verdi. Mahkeme bunu bildiği halde bilmiyormuş gibi davrandı. Bu durum mahkeme aşamasında ortaya çıktığı halde, savcıların bunu esas hakkındaki mütalaaya yazmalarına ses çıkarmadı. Hâkim sıfatı taşıyan hiç kimse böyle bir olayın parçası olamaz. Sadece bu bile başlı başına bir bozma nedenidir.

Bilirkişi Raporları Delilleri Kararttı

30. Duruşmalar devam ederken çeşitli konularda başvurulan bilirkişiler, sanki mahkemenin emrindeymiş gibi raporlar yazdılar. Söz gelimi, TÜBİTAK neredeyse bütün Türkiye’nin duyduğu bir ses kaydını yok saydı. Bir polis videosunda konuşan polislerden biri “soruşturma Ergenekon olduğu zaman s…kerim hakimini de savcısını da” diyordu. Bu cümle davanın bir tertip olduğunun en büyük kanıtlarından biriydi. Toplam 7 dakika 32 saniyelik bu CD’nin bir bütün halinde çözümlenmesini biz talep ettik. Ama TÜBİTAK kendisinden istenmediği halde, sadece bu cümleyi kaydın tamamından ayırmış, ayrıca bir kayıt olarak göndermişti. Açıklamasında ise, “soruşturma Ergenekon olduğu zaman s…kerim hakimini de savcısını da” kelimelerini, “hiçbir mazereti olan oluyorsa s…kerim hakimini de savcısını da” şeklinde değiştirmişti. Bu kaydı bütün Türkiye dinledi, televizyonlarda yayınlandı. Ama TÜBİTAK bunu raporuna yazarken delil olan “Ergenekon” kelimesinin geçtiği yeri kararttı.

31. Polislerin tutanaklarındaki sayılar, numaralar ve işlemlerin nasıl yapıldığına ilişkin beyanlar çelişkili ve gerçeğe aykırı olduğu için bilirkişi talep ettik. Ama bilirkişi sorularımızın birçoğuna cevap vermedi. Verdikleri cevapları itiraz konusu olan tutanaklara dayandırdı. Açıklayamadıklarını da “sehven” diye geçiştirdi. Yapılan imha işlemi ile ve patlayıcıların özellikleriyle ilgili sorularımıza hiç cevap verilmedi. Bilirkişi, kısaca, “ben bilmem mahkeme bilir” dedi.

HSYK Delil Uydurdu

32. HSYK bizim bu mahkemenin uygulamalarıyla ilgili olarak şikâyette bulunacağımız yegane yerdi. Ama bırakın şikâyetlerimizi değerlendirmeyi hem bizi yargıladı hem de hakkımızda olmayan yeni kanıtlar uydurdu. İddianamede bile yer almayan yeni suçlamaları varmış gibi raporuna yazdı. Söz gelimi evimde 4 silah ele geçirildiğini, bunların bir tanesinin gaz tabancasının namlusu değiştirilerek gerçek silah yapılan bir tabanca olduğunu ayrıntılı bir şekilde raporuna yazmıştı. Oysa benim evimde hiç silah ele geçmemiş, ruhsatlı iki tabancama polis tarafından el konulmuş, onlar hakkında da Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nın ruhsat beyanına rağmen yine de “ruhsatsız silah bulundurmak”tan ceza verilerek el konulmuştur. HSYK nasıl olur da suç uydurabilir? Fazla vaktinizi almamak için sadece bir örnek verdiğim HSYK kararına itirazımız ve gerekçelerini içeren ayrıntılı dosya mahkemenize sunulacaktır.

İddianamede Olmayan Suça Ceza Verildi

33. Hakkımızdaki iddianamede “tehdit” suçlaması yoktur. Bu konuda ne ceza talebi vardır ne ifademiz alınmıştır, ne de bu suçun nasıl işlendiğine ilişkin bir kanıt bulunmaktadır… Ama buna rağmen mahkeme heyeti ihbarcının bir beyanıyla tarafımıza “tehdit” suçundan da ceza vermiştir. İddianamede yer almayan ve ceza talep edilmeyen bir suça ceza verilemez. Bu da davanın esastan bozulmasına tek başına yetecek uygulamalardan biridir.

Tanığın Tanığı, Gizli Tanık Yapıldı

34. İhbarcı Ali Yiğit’in tarafıma yönelttiği tehdit suçlamasını doğrulamak için, “Gizli Tanık A” ve “Gizli tanık B” adlarında iki gizli tanığın ifadesi alınmıştır. Bunlar mahkeme huzurunda kendileri de beyan ettikleri gibi tehdit olayına tanık olmamışlar, tehdit edildiğini söyleyen kişiyle konuşmalarını aktarmışlardır. Tarafıma “tehdit” suçlamasıyla verilen cezanın tek dayanağı bunlardır.

Ruhsatlı Silahlarımıza, Ruhsatsız Diye Ceza Verildi

35. Hem savunma tarafından ruhsatları birer birer gösterilen, hem de Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından resmi yazıyla mahkemeye bildirilen taşıma ruhsatlı 4 adet tabancam bulunmaktadır. Bunların iki tanesi polis tarafından alınmıştır. Mahkeme esnasında defalarca belirtilmesine rağmen bu silahlardan dolayı “ruhsatsız silah bulundurmak” iddiasıyla tarafıma ceza verilmiş ve silahlara el konulmuştur. Aynı ruhsat kartı üzerine kayıtlı silahın 2 tanesi evimde durmaktadır. Onları üzerimde taşımaktayım, ama diğer iki tanesi adli emanettedir. Bu da yargılamanın nasıl bir nefretle yapıldığını göstermesi bakımından önemli ve tek başına bozmayı gerektirecek hususlardan biridir.

İddianamedeki Örgüt Beşiktaş Adliyesi’nde Kuruldu

36. İddianame hayali bir örgütten söz etmektedir. Beşiktaş Adliyesi’nin koridorlarında kurulmuştur. MİT, TSK ya da Emniyet kayıtlarında daha önce hiç bir kaydı yoktur. Bir tek eylemi yoktur. Toplantısı, para kaynağı, eylemi, kurucusu, kuruluş yeri ve tarihi yoktur. Örgütün varlığının dayandırıldığı belgelerin tamamen uydurma olduğu daha dava sonuçlanmadan ortaya çıkmıştır. MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun bu konuda ifade vermek istemiş ama kabul edilmemiştir. Asıl örgüt o belgeleri Şenkal Atasagun’un önüne koyup, devletin bütün kapılarını dolaşmasını sağlayanlardır.

37. Varlığı iddia edilen bu örgütün tek eylemi, Danıştay saldırısını yapmaktır. Fakat bu saldırı Ankara’da yapılmasına rağmen yargılamasının İstanbul’da yapılıyor olmasının hukuk içinde bir izahı yoktur. Yargılama suçun işlendiği yerde yapılır, ama mahkeme örgütün merkezinin İstanbul olduğu kanaatiyle davayı İstanbul’da görmektedir. Fakat ne mütalaada ne de iddianamede bu örgütün merkezinin neresi olduğuna ilişkin tek iddia ya da kanıt yoktur. Yargılamanın İstanbul’da yapılmasını sağlamak için bütün hukuk dışı yolları uygulayan Zekeriya Öz, bugün devleti yıkmak için silahlı terör örgütü kurmak ve yönetmekten kırmızı bültenle aranmaktadır.

38. En önemlisi bu örgütün bir darbe planladığı ve bu darbeyi yapmak için kamuoyunu kaos ortamına sürükleyecek eylemler yaptığı iddia edilmektedir. Yani amaç suç darbe, araç suç da kaos oluşturacak eylem olan Danıştay saldırısıdır. Bu, iddianamenin iddiasıdır. Sözüm ona darbe 2003-2004 yılında planlanmıştır ama bu darbenin araç eylemi olan Danıştay saldırısının tarihi 2006 yılıdır. 2003 yılındaki darbenin eylemi nasıl olur da 2006 yılında olur? Sadece bu bile ortada bir örgüt değil bir kurgu olduğunun kanıtıdır.

39. Ergenekon adında bir örgüt olduğunu söyleyen tek kurum polistir, o da iddianameden öğrendiğini belirtmektedir.[2] Madem bir örgüt var ve bunu polis savcıdan, savcı da MİT’ten gelen belgelerden, MİT de Tuncay Güney’den öğrendi… O halde yapılacak tek şey bu kişileri dinlemekti, ama dinlemediler.

Gaziler Günü Yürüyüşü Bile Örgütsel Faaliyet Sayıldı

40. Amaç yargıyı bir silah olarak kullanıp Milli direnci kırmak olunca, yaratılan uydurma örgütün, örgütsel faaliyetleri de vardı. Savcıların ifadesiyle: ”Oktay Yıldırım’ın Ergenekon örgütünce düzenlenen legal görünüşlü tüm eylemlerde ön saflarda yer aldığının, bu kapsamda;

41. 9 Mart.2006 günü Galatasaray Meydanında Hukukçular Birliği ve Türkiye Harp Malulleri Gaziler Şehit Dul ve Yetimleri Demeği tarafından düzenlenen. Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve diğer komutanlar hakkında Van Cumhuriyet savcısı Ferhat Sarıkaya’nın hazırladığı iddianameyi protesto etmek konulu, basın açıklaması…

42. 9 Nisan 2006 günü Beyazıt meydanında Büyük Hukukçular Birliği organizesinde düzenlenen. Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey’in idam edilişinin yıldönümü konulu basın açıklaması...

43. 17 Mayıs 2006 günü Fransız konsolosluğu önünde Büyük Hukukçular Birliği tarafından düzenlenen. Sözde Ermeni soykırımı yasa tasarısını protesto etmek konulu basın açıklaması...

44. 7 Haziran 2006 günü Sultanahmet Adliyesi önünde Perihan Mağden'in Vicdani Ret konusundaki açıklaması nedeni ile düzenlenen. Büyük Hukukçular Birliği, Perihan sen Şehit anası değil ancak denizanası olabilirsin, Vicdani retçilik PKK ya hizmettir, ABD hizmetindeki Fettullah Ordu ve Emniyetten kirli elini çek, Küreselciler tarikatlar siyasi iktidar şeytan üçgenini bozacağız dövizlerinin taşındığı ve Her Türk asker doğar, Burası Türkiye ya sev ya terk et, Türkiye Türktür Türk kalacak, Katil ABD işbirlikçi AKP. Asker doğduk asker ölürüz sloganlarının atıldığı basın açıklaması…

45. 12 Haziran 2006 günü AB Birliği Bilgi Merkezi önünde Türkiye’m Topluluğu ve Türk Ortodoks Patrikhanesi tarafından düzenlenen, Türkiye’nin AB üyeliği müzakere süreci konulu. Sevgi Erenerol, Kemal Kerinçsiz ve Mehmet Zekeriya Öztürk'ün de katıldığı, basın açıklaması…

46. 20 Temmuz 2006 günü Galatasaray Lisesinden Taksim anıtına düzenlenen yürüyüş…

47. 28 Temmuz 2006 günü, Bir milyon Ermeni otuz bin Kürt öldürüldü ifadeleri nedeni ile yargılanan yazar Ferid Orhan Pamuk'un duruşmasının yapıldığı sırada Şişli Adliyesi önünde yapılan protesto eylemi…

48. 20 Eylül 2006 günü Beyoğlu Adliyesi önünde Büyük Hukukçular Birliğinin organize ettiği Küresel BOP projesi çerçevesinde askeri işgal ve parçalanma tehlikesi ile karşı karşıyadır konulu protesto eylemleri…[3]

Bunlar Ergenekon örgütünün faaliyetleriymiş.

Dikkat edilsin, Diyarbakır meydanında, teröristbaşı Apo’nun mesajlarının okunabilmesi, askerin ve polisin giremediği o meydanlarda Amerikan Kürdistan’ı ilan edilmesi için, elbette Kaymakam Kemal’i anmak ya da Gaziler Günü yürüyüşü suçlama nedeni, yasadışı örgüt faaliyeti olmalıydı.

Zaten Abdullah Öcalan’ın avukatları, bu mahkemeye gelip, yine PKK’ya yakınlığı bilinen ve bu davaya müdahil olması mahkeme tarafından kabul edilen Şebnem Korur Fincancı’nın avukatı sıfatıyla bizleri sorgulamadılar mı?

Tanık olarak, PKK’nın elleri kanlı elebaşılarından Şemdin Sakık dinlenmedi mi, bu kadar komutana karşı?

Elbette bu koşullar altında Kıbrıs şehitlerini anmak, yasadışı örgüt etkinliği sayılmalıdır.

Buna hiç şaşırmıyorum.

Bu Yargılama Nasıl Yapıldı:

Bu yargılama aslında sehven yapıldı. Hem de başından sonuna kadar…

Hiç işlenmemiş suçlar yazarak, olmayan dosyaları varmış gibi göstererek arama kararları çıkardılar. Sorduk: “Sehven” dediler...

Hiç kimsenin tanık olmadığı, hiçbir kaydı olmayan aramalar yaptılar. “Telsizle şu saatte ihbar aldım” dedikleri saatte karakolda sehpaların üzerinde olan bombaları, bundan 2 saat sonra gecekonduda bulduğuna ilişkin tutanak düzenleyen polislere, “bu nasıl oldu” diye sorduk: “Sehven” dediler…

Hiç olmayan dinleme tutanaklarını varmış gibi gösteren, elinde silah depolarının adreslerinin olduğunu, örgütün üye listelerinin bulunduğunu yazarak gizlilik kararı alan savcılara, “nerede bu silah depolarının adresleri ve örgütün üye listeleri” dedik: “Elimizde yok öyle şeyler, sehven oldu” dediler... Ama o kararı da uyguladılar.

Hiç ilişkisi olmayan bir maddeye dayanarak, kimsenin göremediği delilleri, kimsenin görmesine de fırsat vermeden imha etme kararı veren mahkemeyi HSYK’na şikâyet ettik. “Bu imha kararı nasıl verildi” dedik: “Sehven” dediler…

“Bütün tutanaklardaki bomba numaraları birbirinden niye farklı” dedik: “Sehven” dediler…

Başka davalarla birleştirebilmek için bazı sanıkların ağzından hiç çıkmayan ve hiçbir ifade tutanağında yazılı olmayan sözleri, söylenmiş gibi iddianamesine yazan savcılara, “bu nasıl oldu” dedik: “Sehven” dediler… Ama o davaları da birleştirdiler.

Ellerimle polise teslim ettiğim ruhsatlı beylik tabancam, iddianameye “ruhsatsız” diye yazıldı, bir de suçlamalara karine yapıldı. Daha sonra HSYK’na yaptığım şikâyette buna bir açıklama beklerken birkaç ekleme de HSYK’dan geldi. Meğer benim evimde 3 tabanca ile bir tane de ses ve gaz tabancasından dönüştürülmüş olmak üzere 4 tabanca bulunmuş da benim haberim yokmuş. Bir önceki haksız ithamı düzeltirken başıma bu gelince korktum. Bunu da düzeltmeye kalksam, bir sonrakinde “roketatar bulundu” bile yazılabilirdi…

Beni haklı çıkaracak başka deliller de ne hikmetse esrarengiz bir şekilde ortadan kayboldu. Mahkeme önünde bilirkişiye gösterilen ve bilirkişinin beni doğrulayacak şekilde tespitlerde bulunduğu bir kasatura MKE’ye gönderildi, ortadan kayboldu. Sorduk: “Sorumluları arıyoruz” dediler ama bana ceza verdiler… Delil kaybolmuştu ama olsundu… Mahkeme Başkanı’nın Milli savunma Bakanlığı’na Müsteşar Yardımcısı olduğunu çok sonra öğrendik.

Bütün soruşturma boyunca bizler kendi ifade tutanaklarımızı bile göremezken bütün iddianame daha yazılırken basına servis edildi. Yıllarca televizyon kanallarında operasyon medyası tarafından yargısız infaz edildik ama burada yapılan savunmalarımızı birkaç basın organı, Aydınlık ve Ulusal Kanal dışında gören de gösteren de olmadı. Sonra onlar da bunun bedelini, genel yayın yönetmenlerinin hapsedilmesiyle ödediler.

Hiçbir usül yasasında olmayan uygulamalara maruz kaldık. Avukatlarımızla görüşmelerimiz engellendi, bir belgeyi bile alıp veremedik. Sanık sandalyelerinde, üzerimize sarkıtılan dinleme mikrofonlarıyla dinlendik, kaydedildik.

Yargılama başladıktan sonra bazen savcılar, dava dosyasında ya da iddianamede bile olmayan belgeler okudu, bazen de bizzat mahkeme yıllar önce gelmiş belgeleri sakladı.

Yargılamanın halka açık olduğu söylendi, ama öyle bir dağ başında yapıldı ki, insanlar gelip gitmekten yoruldu. Bırakın halkı avukatlar bile gelemedi.

Türkiye’de 600’den fazla celse boyunca devam eden bir yargılama yapılmadı ve hem yargılama hem de soruşturmanın aynı anda yürüdüğü bir başka örnek olmadı. Yani yargılama yapılırken aslında iddianame de tam olarak bitmiş değildi ve savcı biz savunma için ne kanıt bulursak hemen ona göre bir karşı iddia geliştirme şansına sahipti.

Buna rağmen, bütün bu celseler boyunca iddia edilen örgüt bulunamadığı gibi bir de yeni davalar eklendi. Zaten kendi başına bile içinden çıkılmaz halde olan dosyaya 22 dava daha eklendi. On milyonlarca sayfalık bir dava dosyası oluştu. Buna karşılık sadece haftada iki saatlik bir bilgisayar kullanma hakkı ile kendimizi savunmamız istendi.

Neredeyse bütün sanıkların tahliye olması gerektiğine inanan mahkeme başkanı görevden alındı. Belki da tarihte ilk kez, kendi başkanı hakkında dinleme kararı veren bu mahkeme aynı zaman da diğer mahkemelerden farklı olarak 6 üyeli bir mahkemeydi. Bunun da tarihte bir eşi yoktu belki.

Bazı tanıkların aylarca dinlenmesine karşılık 156 tanığın anlattıkları ve dava dosyasına eklenen bütün deliller hakkında savunmaya sadece 15 dakikalık bir süre verildi. O, 15 dakikalık savunma hakkının verildiği gün söylediğim gibi, çok aranırsa belki dünyada bu tür uygulamaların yapıldığı ülkeler ve mahkemeler bulunabilir, ama eminim ki, aynı kişinin hem sanık, hem tanık, hem de gizli tanık olduğu mahkemeler dünyanın hiç bir ülkesinde yoktur. İnsanların yargılanmadan kurşuna dizildiği yerler vardır, ama eminim ki, böyle bir yargılama yoktur. Bu mahkemede o da oldu. Sanık kimliğiyle anlattıklarını, tanık ve gizli tanık kimlikleriyle doğruladı ve bu da iddianameye yazıldı. Savcılık şöyle diyordu: “filancanın anlattıklarının gizli tanık falanca da doğruladı…”

Bir örgüt olma iddiasıyla yargılandık ama dinletilen gizi ya da açık tanıkların iddialarına bile “sizi tanımıyor” gerekçesiyle soru sormamıza izin verilmedi.

Bizlere mahkeme salonunda küfredildi. Sadece hâkime dedik ki, “buna izin verecek misiniz sayın başkan”. Bunu söylediğimiz için mahkeme salonundan çıkarılıp duruşmalardan men edildik. Küfredene ise adeta ödül gibi konuşma izni verildi. Hâkimin ayağa kalkıp, “bana küfrettirmeyin” diyen sanığa, “otur ulan yerine” diye bağırdığı bir mahkemeye de rastlanılmamıştır, eminim. Ve hâkimin bu sözlerinin duruşma zabıtlarına yazılmadığı bir mahkemeye de…

Biz eşi örneği olmayan bir davada, eşi örneği olmayan bir mahkeme tarafından, eşi örneği olmayan yöntemlerle yargılandık.

Sadece bize zulmetmekle de yetinilmedi. Ailelerimiz ve minik çocuklarımız da türlü eziyetlere maruz kaldı. Ben hapisteyken, görüş günlerinde ailemi cezaevine getirip götüren arkadaşım bile gözaltına alındı da “her hafta cezaevine gidecek parayı nereden buluyorsunuz” diye sorgulandı…

Minicik çocuklarımız, alt bezlerine kadar soyundurulup aranarak ağlama krizlerine sokuldu.

Ailelerimize mahkeme salonunda bir el sallamamız bile çok görüldü de salonlar boşaltıldı, kapılar kapatıldı.

Biz çok hukuk dışı koşullarda yargılandık.

Kimsenin bir daha bu tür hukuksuzluklara maruz kalmamasını diliyorum. Ve bütün bu nedenlerden dolayı kararın esastan bozulmasını, yasak delilerin ayıklanmasını, Danıştay dosyası başta olmak üzere ilgisiz bütün davaların ayrılmasını talep ediyorum…

OKTAY YILDIRIM

[1] 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, 2008/191 E. 18 Eylül 2012 tarihli 232. Celse zabıtları

[2] Esas Hakkında Mütalaa, s: 175

[3] Esas hakkında Mütalaa, s: 358

Vatan Partisi'nden Umut Oran'a cevap Gündem Ergenekon’da sona doğru Gündem Bu dünyaya O'nun gibisi gelmedi! Gündem Saray'dan seçim rüşveti Gündem