Prof. Dr. Ümit Yazıcıoğlu yazdı: PKK nasıl bir örgüt?
Prof. Dr. Ümit Yazıcıoğlu yazdı
Kürt Sorununa çözüm sürecinde askeri faaliyetlerini durduran PKK'nın temelleri, farklı bir siyasi atmosferde, Kürt kimliğine yönelik baskıların en üst düzeyde olduğu bir dönemde atıldı. 12 Mart 1971 muhtırasının ardından yaşanan baskı dönemi de ülkedeki solcu hareketlerin gelişimini engellemeye yetmedi. PKK’nın temellerinin atılması da bu döneme rastlar.
1974 yılında Ankara’da kurulan Demokrat Yüksek Öğrenim Derneği'nin kurucuları arasında yer alan Sayın Abdullah Öcalan, daha sonra Kürdistan İşçi Partisi'ni yani PKK'yı arkadaşlarıyla birlikte, Diyarbakır’ın Lice ilçesi Fis köyünde kurdu. Bu ilmi araştırma 27 Kasım 1978’de kurulan ve 1984’ten itibaren Türkiye Cumhuriyeti devleti ve halkına karşı başlattığı şiddet eylemleriyle on binlerce insanın hayatını kaybetmesine neden olan PKK’nın Almanya yapılanmasını ve bu ülkedeki faaliyetlerini analiz etmektedir. Bu Makalede yer alan bilgiler alanında uzman kişilerce yazılmış olan açık kaynaklar ve yürütülen saha çalışmasında yapılan görüşmelerde elde edilen bilgi ve izlenimlere dayanmaktadır.
Kürdistan İşçi Partisi veya Kürtçe ismi olan Partiya Karkerên Kurdistan'ın kısaltmasıyla PKK; ABD, Avrupa Birliği, NATO gibi uluslararası kuruluşlar ve bazı devletler tarafından terör örgütü olarak kabul edilmiştir. Uluslararası terör çeşitli form ve boyutlarda karşılaşılacak bir tehdit olma özelliğini dün olduğu gibi yarın da taşıyacaktır.
2.) Terörizm ve Terör nedir?
İnternet çağında insanların niçin teröre başvurduğu ya da neden terörü amaçlarına ulaşmak için bir araç olarak kullandıkları, terörizmin haksız bir eylem olduğunu bile bile neden bu yola başvurdukları, insanları bu tarz şiddet içeren eylemlere başvurmaya iten faktörlerin neler olduğu gibi birçok soru sorulabilir. Esasında terörizm dini, ideolojik, sosyoekonomik, siyasi, psikolojik, kültürel nedenlerin yanı sıra, tarihi etmenler, liderlerin baskıları ve devlet zulümleri, uluslararası hukuk ihlalleri, temel haklardan mahrumiyet gibi birçok nedenden ötürü çıkabilir. Dolayısıyla Terörizm, bireyler veya ulus altı gruplar tarafından, siyasi ve sosyal amaçlar elde etme gayesi ile geniş kitleleri etkilemek ve sindirmek için önceden tasarlanmış şiddet ve tehdit eylemleridir.
Terörizm insanlığı tehdit eden, ne zaman ve nerede geleceği belli olmayan bir taktik olmasına rağmen uluslararası hukukta terörizme verilmiş ortak bir tanım bulunmamaktadır. Bu nedenle de günümüzde uluslararası hukukta terörizm konusunda iki önemli hukuksal sorun bulunmaktadır. Bunlardan ilki, terörizmin henüz kabul görmüş bir tanımının bulunmamasıdır. Yürürlüğe girememiş 1937 tarihli Terörizmin Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Cenevre Sözleşmesinin dışında henüz kabul gören genel bir tanım mevcut değildir.
Terörün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’ndaki tanımı ise şöyle: ’’Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.’’
Diğer bağlamda ikinci sorun ise, giderek artan terör eylemlerine karşı hukuksal alanda nasıl mücadele edileceğidir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bu yıl yapılan NATO zirvesinin sona ermesinin ardından İngiltere'nin Watford kentinde yaptığı açıklamada Türkiye ile terörizm tanımı konusunda "bir uzlaşmaya varmanın mümkün olmadığı" görüşünü ifade etti. Aynı görüşü yıllar önce Almanya eski İçişleri Bakanı Thomas de Maiziere de Ağustos 2017 de "Türkiye'nin terörizm tanımına katılmıyoruz," diyerek dile getirmişti. Bu adamların cümleleri gösteriyor ki Devletlerin tehdit algılamasındaki farklılık terörün ortak tanımına engel oluyor. Fransa gibi terörizmi sadece kendi çıkarları ile şekillendiren emperyalist ülkelerin veya toprak kazanımını değişik boyut ve şekillerde geliştirdikleri çatışma ortamı ile sağlamaya çalışan, hatta başka ülke toprakları üzerinde ortak payda ile vekil tayin edip onu savaştıran devletlerin terör ve terörist tanımını aynı zemine oturtmalarını beklemek terörle mücadelede zaman ve mevzi kaybına neden olacaktır.
Günümüzde artık bireysel, ulusal ya da uluslararası güvenlik söz konusu olduğunda kabul edilen ilk sıralardaki tehdit terör olmasına rağmen, halen ortak bir terörizm ve terör tanımı üzerinde mutabakat sağlanamaması, terörle mücadele söyleminin siyasi olmasından kaynaklanmaktadır denilebilir. Terörizm bazı devletler tarafından gizli bir savaş aracı olarak da kullanılıyor. Bu ülkeler doğrudan savaşa girmek yerine destekledikleri terör örgütü aracılığıyla dolaylı olarak savaşıyor. Dolayısıyla yukardaki alıntıdan anlaşıldığı gibi “Terörizm”, üzerinde anlaşılması zor bir olgu olduğu için teorisinde de çok farklı görüşler mevcuttur. Hangi eylemin terörizm, hangisinin direniş; kimin terörist, kimin bağımsızlık savaşçısı olduğunun somut bir şekilde belirlenememesi bir yana, dünyada yaşanan terör eylemlerinin kaynağı ve hedefi konusunda dahi birbirine zıt yaklaşımlar vardır.
3.) Almanya’daki PKK
Almanya’nın Kürtlere ve onlar içerisinden çıkan siyasi ya da silahlı gruplara yönelik ilgisi çok uzun zamandır var olan ve gerek bu ülkede gerekse de Türkiye ve Kürtlerin yaşadığı diğer ülkelerde çok konuşulan konular arasındadır. 1980’li yılların başında düzenli olarak Suriye üzerinden Avrupa’ya temsilciler göndermeye başlamış olan örgüt Avrupa’daki ilk profesyonel kadro yapılanmasını Almanya’da gerçekleştirmiştir. Örgütün gerek militan gerekse mali kaynak olarak beslendiği Avrupa ülkelerinin başında Almanya geliyor.
PKK’nın Avrupa çatı örgütü olan KCDK-E’ye bağlı olarak çalışan Almanya teşkilatı bu ülkede gizli ve açık olmak üzere iki yönlü bir yapılanmaya sahiptir. Gizli yapılanma “Heimat-Ülke Büro” özellikle örgüt liderleri ve mensuplarının sahte pasaportlarla Almanya’ya girişleri ve diğer Avrupa ülkelerine geçişlerinin sağlanmasından sorumludur. Ayrıca örgüt bu gizli yapının yanı sıra örgüt legal STK’ları yazılı ve görsel medya organları ve ticaret örgütlenmesiyle açık bir teşkilat yapılanmasına da sahiptir. PKK, Almanya’da eyalet ve bölge bazında örgütlenmelere gitmiştir, 1993 yılından bu yana yasaklı örgütler listesinde olduğu Almanya'da, 24 bin 'den fazla yandaşı bulunuyor.
Örgüt 2002 yılında Almanya’yı coğrafi olarak Kuzey, Orta ve Güney olmak üzere üç “saha”ya ayırmış; 2012 yılında “Güney” sahası kendi içinde Güney-1 ve Güney-2 olarak ikiye bölmüştür. Bu değişiklik Güney bölgesinde PKK’nın zamanla daha güçlü bir yapıya ulaştığına işarettir. Teşkilatın ana gövdesini oluşturan 4 sahaya bağlı 31 bölge bulunmaktadır. Her saha ve bölgenin sevk ve idaresinden PKK’nın üst düzey yönetim kadrosu tarafından belirlenmiş bir isim sorumludur. Alman Anayasayı Koruma teşkilat raporlarına göre 2016 itibarıyla örgüt Almanya’daki teşkilatlanma yapısında değişikliğe gitmiştir. Buna göre 31 bölge mevcudiyetini korumuş ancak eski yapılanmada Kuzey, Orta, Güney-1 ve Güney-2 şeklinde ayrılan sahalar çözülmüş ve yeni 9 ana bölgeye ayrılarak yeniden yapılandırılmıştır. Bu dokuz bölgenin başına bir yönetici atanmıştır.
Rotasyon ilkesine göre en fazla bir yıl aynı bölgede görev yapabilen yöneticiler, örgüt üyelerini bu kısa zaman zarfında eylemler ve finansal destek için motive etmekte ise başarısız olmaktadır. Ancak örgüt üst düzey yöneticilerinin emir ve direktiflerini uygulamak zorunda olan bölge yöneticileri çoğu zaman hedeflerine ulaşmak için baskı ve tehdit yoluna gitmektedir. PKK’nın üst düzey yöneticileri komşu ülkelerde ikamet ederken Almanya’daki yapılarını bu atanmış alan ve bölge sorumluları ile idare etmektedir. Örgütün Almanya’da özellikle büyük oranda göçmenlerin yaşadığı Kuzey Ren Westfalya, radikal sol örgütlerin merkezi sayılan Hamburg ve Stuttgart bölgelerinde etkili olduğunu söylemek mümkündür.
a) Eski Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel‘in ZDF’te dillendirdikleri
Alman televizyon kanalı ZDF’deki bir açık oturuma Ekim 2019‘da katılan eski Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, PKK ve Almanya’daki faaliyetleri hakkında şu açıklamalarda bulundu. "BİZ, PKK'yı 1980'li, 1990'lı yıllarda Almanya'daki eylemleriyle tanıdık. Otobanlarda lastik yakarak bloke ettiği eylemlerle. Biz burada da yasak olan bir örgütten bahsediyoruz. Niçin yasakladık söyleyim; Organize suçlar işlediği için. Haraç toplamaktan, silah ve uyuşturucu ticaretinden dolayı yasakladık. Bu paralarla Türkiye'deki çatışmaları finanse etti. Biz, PKK'yı bunları burada yaptığı için yasakladık, Türkiye'deki yaptıklarından dolayı değil.’’ Siğmar Gabriel‘in ZDF deki bu açıklamalarındaki ’’Biz, PKK'yı Türkiye'deki yaptıklarından dolayı değil, Almanya’daki yaptıklarından dolayı yasakladık’’, mealindeki cümleleri Almanya’nın örgütü algılamasındaki farklı yanını ortaya çıkarıyor.
Yani kendi devlet idarelerinin siyasi, askeri ve ekonomik amaçlarına ulaşmak için, başka bir devletteki ulus altı grup ya da bireylerine her türlü desteği verdiklerini ve bu destek vasıtasıyla rakip ülkeyi zayıflatmayı amaçladıkları ortaya çıkıyor. Zaten bu durum örgütü’ ün güney yapılanmasını Güney-1 ve Güney-2 şeklinde ikiye ayırması bu örgütün on yıldır kendisine sempatiyle yaklaşan Yeşiller tarafından yönetilen bu bölgede daha rahat hareket ettiğini ve daha çok üyesi bulunduğunu akla getirmektedir. Ayrıca örgüt hem Almanya’da ve hem de tüm Avrupa’da kendi sözde parlamentosu, yargısı ve yürütme kurulu olan ve devlet içinde özerk bir başka devlet gibi hareket eden paralel bir devlet ve toplum yapılanması peşindedir. Almanya ise halen bu durumun farkında değil, çünkü Ortadoğu’da bu örgütü kendi emelleri doğrultusunda yönlendirmeye çalışıyor.
b) Almanya’daki örgütün finans ve insan kaynağı
Almanya’da da örgütlenen PKK bu ülkedeki Kürtlerin politize olmuş kesiminden üye kazanmak konusunda zorluk çekmemiş ve hatta Kürtler dışında Almanlar ve diğer etnik kesimlerden destekçiler de bulmuştur.
Kısa zaman içerisinde Almanya, PKK’nin finans ve insan kaynağını temin ettiği en önemli ülkeler arasına yükselmiştir. Her yıl PKK’nin Almanya’da değişik yöntemlerle topladığı milyonlarca dolar Türkiye ve Kandile aktarılmaya başlanmıştır. Alman Anayasayı Koruma Teşkilatının 2018 raporuna göre PKK 24 bin 500 üyeyle Kürtler arasında en yüksek mobilizasyonu sağlama potansiyeline sahip örgüttür. Ayrıca Federal Anayasayı Koruma Teşkilatına (Bundesamt für Verfassungsschutz) göre Almanya’daki PKK üyelerinin sayısı 2019 yılı Aralık ayında yaklaşık 27.000 kişiye yükselmiştir. Örgüt ilk olarak 1980’li yılların başında düzenli olarak Suriye üzerinden Avrupa’ya temsilciler göndermeye başlamış ve Avrupa’daki ilk profesyonel kadro yapılanmasını Almanya’da gerçekleştirmiştir.
Bazı politikacı ve yazarlara göre, PKK gerek geçmiş dönemde, gerekse günümüzde eylemleri için çeşitli Marksist-Leninist örgütler veya partiler ile iş birliği yapmıştır. Nitekim örgüt, 12 Mart 2016 tarihinde Halkların Birleşik Devrim Hareketi bileşenleri ile birleşerek Türkiye'de faaliyet yürüten bazı komünist ve Marksist-Leninist silahlı örgütlerle ortak bir cephe oluşturmuştur. Bununla birlikte PKK'nın bazı ülkelerden maddi, manevi ve politik destek gördüğü öne sürülmektedir. Türkiye'deki eylemlerinin finansmanının büyük bir kısmı Türkiye dışından sağlanmaktadır.
Avrupa’da faaliyet gösterdiği ilk yıllardan itibaren Kürt milliyetçiliğini Kıta’da yaşayan Kürt kökenli topluluklar üzerinden yeniden inşa etmeye çabalayan örgüt, diasporik ulus oluşturma stratejisini hayata geçirmeye çalışmaktadır. Örgüt, menziline giren diğer Kürt siyasi ve kültürel grupları tasfiye ederek Türkiye karşıtlığı üzerinden mobilize etmeyi hedeflemektedir. Böylelikle Avrupa ve Kürt kamuoyu nezdinde Kürtlerin temsiliyetini örgüt tekeli altına almayı arzu etmektedir. Öte yandan PKK’nın sivil toplum görünümlü faaliyet ağı sadece ideolojik düzeyde faaliyet göstermemekte; propaganda faaliyetlerinin finansmanı, militan devşirme gibi örgüt faaliyetlerinin idame ettirilmesine önemli ölçüde fırsat sunmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Temmuz 2015 yılında yayımladığı İnsan Ticareti Raporu’nda, Türkiye ve ABD’nin terör örgütü olarak kabul ettiği PKK’ya çocukların katıldığı belirtilmiş; ayrıca, Kürt kökenli çocukların kaçırıldığı veya PKK’ya katılmaya zorlandıkları ifade edilmiştir. Güvenlik birimlerinin tahminlerine göre, örgüt mali kaynaklarının yüzde 65’ini Almanya’daki faaliyetlerinden elde ediyor. Alman iç istihbarat teşkilatı BfV’ye göre de, PKK’nın yalnızca 2019 yılında Almanya’da topladığı paranın miktarı 23 milyon avroyu geçiyor. Son dönemde örgütün Almanya’da dernekleşmeden çatı örgütlere geçtiği gözlemlenmektedir.
4.) Demokratik konfederalizm ideolojisi
Öcalan, Demokratik konfederalizm ilkesini aynı isimli eserinde şu şekilde tanımlamıştır; “Demokratik konfederalizm bir devlet sistemi değil, halkın devlet olmayan demokratik sistemidir. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere halkın tüm kesimlerinin kendi demokratik örgütlenmesini yarattığı, politikayı doğrudan ve özgür-eşit konfederasyon yurttaşlığı temelinde, yerelde kendi özgür yurttaşlık meclislerinde yaptığı bir sistemdir. Dolayısıyla öz güç ve öz yeterlilik ilkesine dayanır. Gücünü halktan alır ve ekonomi de dahil her alanda öz yeterliliğe ulaşmayı benimser. Demokratik konfederalizm ... klan sisteminden ve aşiret konfederasyonlarından günümüze kadar uygarlık tarihi boyunca devletçi toplum merkezileşmesine girmek istemeyen doğal toplumun demokratik komünal yapısına dayanır."
Amerikalı düşünür Murray Bookchin (1921-2006) toplumsal ekolojinin en önde gelen ismidir. Gençlik yıllarında önce Marksist ABD Genç Komünistler Birliği içinde yer almış, sonra sendikalizmi, sonra anarşizmi savunmuş, 1970’lerden sonra ise “anarşizm-Marksizm” karışımı olan “komünal konfederalizm” ideolojisini geliştirmiş ve savunmuştur. Bookchin, konfederalizm; "her şeyden önce üyelerinin veya delegelerinin çeşitli köyler, kasabalar ve hatta büyük şehirlerin semtlerindeki popüler yüz-yüze demokratik topluluklardan seçildiği bir yönetici konsüller ağıdır..." demektedir. Bu teorik tanımlama üzerinden dikkate alınması gereken temel soru, bu tür bir yapının mümkün olup olmadığı değil, PKK'nın böyle bir yapıya uygun düşüp düşmediğidir.
PKK'nın tarihi süreci ve işleyişi dikkate alındığında örgütün; militarist, totaliter, statükocu, tek tipleştirici ve Stalinist bir öze sahip olduğu görülür. Bu gerçekten ’de anlaşıldığı gibi sözde demokratik konfederalizm ideolojisi çerçevesinde sokaktan başlayarak mahalle, köy, kasaba, şehir, bölge ve ülke teşkilatlanmasına giden örgüt, bu alanlarda aşağıdan yukarıya doğru bir örgütlenme biçimini benimsiyor gibi görünse de, esasında ideolojik ve idari olarak yukarıdan aşağıya hiyerarşik olarak yönetilmektedir. Halbuki Murray Bookchin, toplumsal sorunların temelini “tahakküm ve hiyerarşinin oluşturduğu görüşündedir.
Toplumun, “tahakküm ve hiyerarşi” çözümlemesinin, Marks’ın sınıfsal çözümlemesinden daha kapsayıcı ve daha açıklayıcı bir çözümleme oluğunu savunur. Marksizmin, toplumsal çözümlemeyi emek-sermaye çelişkisine hapsettiği eleştirisinde bulunur. Bookchin, daha da büyük bir sorun olan ve emek-sermaye çelişkisini de kapsayan kültürel, sosyolojik ve psikolojik boyutların Marks’ın göremediği iddiasını gündeme getirir. Marks’ın iddia ettiği gibi “sınıfsız” ve “sömürüsüz” bir düzen kurulsa bile yine de tahakküm ve hiyerarşi sorunu ortadan kalkmadıkça toplumsal sorunun çözülemeyeceğine inanır. Bookchin, ekolojik bir toplum kurulması dışında bir çözümün olmadığında ısrar eder. Devlet yapısına karşı komünal-konfederal bir yapı söylem olarak örgüt tarafından savunulsa da, örgütün yapısı ve hükümleri, Öcalan ve PKK’nın “Bağımsız Birleşik Kürdistan Devleti” amacından vazgeçmediğini ortaya koymaktadır.
ulusal.com.tr