Tunca Arslan yazdı: ''1793 devrimi – VICTOR HUGO: Bir Yurttaşın Yanında, Bir Kral Nedir Ki?''

hukukanaliz.net yazarı Tunca Arslan, devrimin hukukunu ve adalet biçimlerini, Victor Hugo'nun ''1793 Devrimi'' romanıyla ele aldığı bir yazı yayımladı.

Abone ol

Tunca Arslan / hukukanaliz.net

Fransız Devrimi’nin önderi, tarihin “Satın alınamayan adam”, “Baştan çıkarılamayan adam” sıfatlarını uygun gördüğü Maximilien Robespierre, 17 Ocak 1793’te Kral 16. Louis’nin ölüm cezasına çarptırılmasıyla ilgili olarak Kurucu Meclis-Konvansiyon’da tarihi bir konuşma yapar. Hedefinde, Kral’ın “adil biçimde” yargılanmasını isteyen Jirondenler ve ılımlı Cumhuriyetçiler vardır. Siyasi rakiplerine karşı çok sert eleştirilerde bulunan Jakoben lidere göre Kral’ın idamı, kamu yararına bir önlemdir, ulusun yazgısının ve özgürlük isteğinin bir sonucudur.

Hukuk ve özgürlük ilişkisinde radikal bir dönüşüme, yeni bir tanıma işaret etmektedir bu konuşma. Robespierre, “Madem yargılayacaktık, niye devrim yaptık? Devrimin kendisi zaten bir yargılamadır. Yargılama süreci, suçluluğu ya da suçsuzluğu belli olmayan insanlar için gereklidir. Kral olması nedeniyle Louis’nin suçu ise yüzyıllardır sabittir” demeye getirir ve şöyle der:

“16. Louis’ye karşı bir davanın açılmasını önermek bile devrimden kuşku duymak demektir. Eğer mahkeme önüne çıkarılırsa, aklanma olasılığı vardır. Aklanırsa da suçsuz çıkabilir pekâlâ. Ama eğer suçsuzsa, devrim nerede kaldı? Eğer gerçekten suçsuzsa, bizler iftiracılardan başka neyiz ki?”

Fransız Devrimi’nin o meşhur sloganı “Bir Fransız yurttaşının yanında bir kral nedir ki?”ye uygun olarak, devrimin hukukunu ve adalet biçimlerini devreye sokar Robespierre:

“Bir Tiran’ın hak ettiği yargı, iktidarının yıkılışıdır. Çarptırılacağı ceza da halkın özgürlüğünün uygun gördüğü cezadır. Halklar, şimşeği çakarlar, yargıları budur onların. Halklar kralları itham etmezler, işlerini bitirirler sadece, hiçe indirirler onları!”

Robespierre, devrim hükümetinin en önemli görevinin iyi yurttaşları korumak, halk düşmanlarını yok etmek olduğunu ileri sürer ve şöyle seslenir: “Yasacılar, adaletli yasalar yapınız!”

“Devrimin Meleği” Saint-Just de benzer görüşlerdedir, hatta daha da ileri gider ve devrimin görevinin yalnızca Kral’ı, vatan hainlerini, halk düşmanlarını silip süpürmekle sınırlanamayacağını; “ilgisizler”i, yani eli kolu bağlı oturup Cumhuriyet için hiçbir şey yapmayanları cezalandırmanın da bir görev olduğunu haykırır.

Adalet yoluyla yönetilemeyenleri silahla yönetmek, zorbaları acımasızca ezmek gerekmektedir. Özgürlük düşmanlarının gösterdiği cüreti, özgürlüğü savunanlar da göstermelidir. Şimşek çakmış ve Fransa Erdem’i üstün kılmak için yıldırı-terör-giyotin dönemine girmiştir.

Victor Hugo’nun “1793 Devrimi” (Quatrevingt-treize) adlı romanı işte bu dönemi, bu atmosferi, bu iradeyi, bu kararlılığı anlatır.

Hugo’nun en çok bilinen romanları olan “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü”nden 45, “Notre Dame’ın Kamburu”ndan 43, “Sefiller”den 12 yıl sonra, 1874’te yayımlanmıştır “1793 Devrimi”. Yani, ele aldığı dönemin üstünden 100 yıl geçmiştir.

Başta İngiltere olmak üzere tüm Avrupa kraliyetlerinin devrimi boğmak için harekete geçtiği, Fransa’daki Kralcı kuvvetlerin Paris’i ele geçirmek için taşra bölgelerinde örgütlendiği dönemde, 1793 Mayısı’nın son günlerinde başlar roman. Paris, yalnızca Fransa’nın geri kalanına değil, tüm Avrupa’ya karşı direnmektedir. Anatole France’ın “Tanrılar Susamışlardı”da, Charles Dickens’ın “İki Şehrin Hikâyesi”nde de anlattıkları gibi giyotin sürekli işlemektedir. Hukuktan ve adaletten anlaşılan başlıca şey, Cumhuriyet’i ve özgürlüğü ayakta tutmak için Kralcılara hayat hakkı tanımamaktadır. Özgürlük-Eşitlik-Kardeşlik ülküsü için, adalet için, halkın mutluluğu ve erdem için; bir gemiyle İngiltere’den gelip Vendee bölgesinde toplanan Kralcı kuvvetlerin başına geçen aristokrat generalin ve emrindeki 300 bin köylünün başı mutlaka ezilmeli, “yasanın kılıcı” keskin kılınmalıdır.

Romanın giriş bölümünde, Kralcı generali Fransa kıyılarına çıkartacak gemide zincirlerinden kurtulan bir topun dalgaların da etkisiyle oradan oraya savrularak verdiği tahribatı benzersiz bir dille betimleyen Hugo, “93, Avrupa’nın Fransa’ya; Fransa’nın da Paris’e karşı savaşıydı. Peki ihtilal neydi? O da Fransa’nın Avrupa’ya, Paris’in de Fransa’ya karşı zaferiydi. O korkunç anın, 93’ün yüzyılın bütününden bile büyük olmasının nedeni işte buydu” demektedir kısaca.

“Devrim denilen illetin” uyuz hastalığı gibi giderek kendilerine de bulaşacağından korkan, “Bizi bu dertten ancak İngiltere kurtarabilir” diyen Kralcılar ise “Her şeyi ateş ve kana boğmak”tan yanadırlar:

“Cumhuriyeti iki ateş arasına alalım. Avrupa bize yardım ediyor. İhtilalin de Cumhuriyet’in de işini bitirelim. Krallar Cumhuriyet’e karşı mutlakiyet için savaşacaklar, bize de yerel savaşlara girişmek düşüyor.”

Robespierre’in, “Yabancı bir düşmanı kovmak için 15 gün yeter ama monarşiyi tasfiye etmek için tam 18 yüzyıl beklemek gerekti!”, Danton’un “Yarım iş yok. İhtilalde yarım yamalak iş olmaz. Düşmanı tamamen ezelim!” dediği günlerde, Paris’ten gelen Cumhuriyetçi taburlar ile Vendee’de bekleyen Kralcı ordu, nihai savaş için hazırlanmaktadır.

Victor Hugo şu önemli saptamayı yapar romanında: “Memleket ve vatan. Bu iki sözcük bütün Vendee savaşının da özetidir. Yerel düşüncenin evrensel düşünceyle kavgası. Yurttaşa karşı köylüler.”

Bir başka deyişle, ileri ile gerinin savaşıdır bu ve adalet de hukuk da yasa da bu mücadele açısından yeniden yorumlanmaktadır.

Hugo, ormanda çocuklarını kaybeden bir anne ya da savaşta karşı karşıya-gırtlak gırtlağa gelen amca-yeğen (Kralcı Marki Lantenac ve Cumhuriyetçi Gauvain) ilişkileri üzerinden “romantik akım”ın tüm gereklerini de yerine getirir. Baştan sona büyük coşkuyla okunan bu dev romandaki adalet anlayışının en net ifadesi, “Teslim almak yok, affetmek yok, merhamet etmek yok” şeklindedir.

Devrimci Gauvain, “Görünürdeki yapıtın arkasında bir de görünmeyen yapıt olduğunu” söyler, görünen yapıt vahşi ve korkunçtur, görünmeyen ise eşsiz. Bir barbarlık iskeletinin üzerinde uygarlığın tapınağı yükselmektedir ve “yasa”, mutlak Cumhuriyet’tir. Hugo’nun müdahalesi ise şöyle olur:

-Ben daha yükseklere bakıyorum.

-Adaletinde üstünde ne olabilir ki?

–Bağışlama…

“1793 Devrimi” romanı, başlı başına “devrimci adalet” kavramı üzerine bir tartışmadır. Bu tartışma çerçevesinde Hugo, Kralcılar ile Cumhuriyetçilerin Saudraie Ormanı’ndaki savaşını anlatırken, Paris’ten yola çıkıp bölgeye doğru gelen bir giyotinin yolculuğunu da öyküler.

Ülkü Tamer’in o enfes şiirlerinin adlarına da yansıdığı üzere, “Lady Giyotin”, “Aziz Giyotin”, “Yurtsever Kısaltıcı”, “Ulusal Bıçak”, “Halkın İntikamcısı” olarak, Vendee’ye doğru, adaletin hükmünü gerçekleştirmek için, yüklendiği at arabasının üzerinde, adeta bir melek gibi kanatlanmış halde gelmektedir giyotin. Yasanın temsilcisi, adaletin ikiz kardeşi, çürümüş olanın düşmanıdır.

Şöyle der Hugo: “Adaletin, aklın ve gelişmenin ideal kanatlarını açan bir melek; ama önce her şeyi silip süpüren bir melek.”

“Aziz Giyotin” şiirinde Ülkü Tamer’in “Ölüm farkı kalkıyor suçlular arasında / Sınıflar arasında, / Soylulara kolay ölüm, halka zor ölüm yok / Öldürürken bundan böyle, zulüm yok!” dediği gibi, tarihsel adaletin parıldayan simgesidir.

Yalnızca Romantik akımın değil, bütünüyle edebiyat tarihinin zirve noktasını oluşturan en önemli yazarlardan biri, uçsuz bucaksız bir “edebiyat okyanusu” olarak Victor Hugo’nun net biçimde saptadığı şey şudur:

“Denizden daha büyük bir görüntü varsa o da gökyüzüdür; gökyüzünden daha büyük görüntüyse insan ruhunun içidir.”

“Umudu, ancak hiçbir zaman mirasına konulamayacak kimselere” bağlamak, “Devrimleri insanlığın taç giyme törenleri” olarak kavramak, “İnsanın vatanının çehresine de annesinin çehresi gibi bağlı kalması” gerektiğini bilmek, “Kınından sıyrılan insanüstü bir kılıcın sesini duymak” demektir Victor Hugo…

“1793 Devrimi” ile çok daha önce yazılan “Sefiller” arasında ilginç bir bağ vardır. Uzun bir döneme yayılan, toplam 1630 sayfalık, dünya edebiyatının zirve noktası “Sefiller”in ilk bölümlerinde yaşlı bir adamdan söz eder Hugo.

Piskopos Bienvenu, yani kürek mahkûmu Jean Valjean’ın çaldığı şamdanları kendisine armağan eden din adamı, kentin çok dışında kırlık arazide yıllardan beri tek başına yaşayan ve kendisinden dehşetle söz edilen, tecrit edilmiş bir adamın ölmek üzere olduğunu duyar. Konvansiyon’un bir üyesi olan G.’dir bu yaşlı adam ve halkın gözünde “aşağı yukarı bir canavardır”. 1793’te, Kral’ın idamı yönünde oy kullanmamıştır gerçi ama yine de “yarı kral katili” sayılmaktadır ve herkesten uzak yaşadığı kulübesinden “cellatın ini” diye söz edilmektedir. Yalnızca genç bir çoban ara sıra uğrayıp kendisine yardımcı olmaktadır.

Romanın “Piskopos, Bilinmeyen Bir Işığın Karşısında” başlıklı bölümünde, Bienvenu, takdis etmek için gittiğinde ilk kez tanıştığı G.’nin son nefeslerinde bile alçakgönüllülük ve özgürlük hisseder: “Parlak bakışlarında, kendinden emin konuşmasında, güçlü omuz hareketlerinde ölümü şaşırtacak bir şeyler vardı. Ölüm meleği Azrail onu göründe ters yüz olur, yanlış kapıyı çaldığını sanırdı.”

Aralarında insanlığa, devrime, vicdana dair kısa bir tartışma geçer. 86 yaşındaki devrimci, 1793’ün insanlık tarihinde çakan bir yıldırım olduğuna inancını sürdürmekte, din adamlarına “saltanat arabalarında gezen solucanlar” demekte, geleceğin “Fransız Devrimi’nin öfkesini beraat ettireceğini” bilmektedir. Kendisini kısaca şöyle anlatır:

“Memleket toprakları istilaya uğramıştı, savundum; Fransa tehlikedeydi, göğsümü gerdim. Zengin değildim, şimdi de fakirim. Devletin büyüklerinden biriydim, hazinenin mahzenleri öylesine tıklım tıklım doluydu ki, altın ve gümüşlerin ağırlığı altında nerdeyse çatlayacak olan duvarları payandalamak gerekmişti, bense Arbre-Sec Sokağı’nda yirmi iki meteliğe yemek yiyordum. Mazlumlara yardım ettim, acı çekenleri rahatlattım. Mihrabın örtüsünü yırttım, doğru ama vatanın yaralarını sarmak için yaptım bunu.”

Döşeğinde ölmek üzere olan yaşlı Jakoben bir şey daha söyler din adamına: “Devrimler sona erdiği zaman farkına varılır ki, insanlık tartaklanmış ama yol almıştır”.

İnsanlığın gerçeği, bir kez de Victor Hugo’dan öğrendiğimiz üzere, işte budur. İnsanlık da adalet de düz bir çizgide ilerlememekte, sarsılmak ve tartaklanmak pahasına yol almaktadır.

Fahrettin Altun'dan CHP'li Aykut Erdoğdu'ya tepki Gündem Doğu Perinçek yazdı: ''Gökte bir yıldız kaydı'' Gündem Moto kuryeler mesleki yeterlilik belgesi istiyor Gündem Burdur'da kaybolan 10 yaşındaki Kerim Can Güney bulundu Gündem