Olimpiyatlarda seyirciyi coşturan Türk
TÜRKİYE'nin ilk basketbol anonsçusu Mustafa Özben, Londra Olimpiyatlarından sonra Rio'da da başarılı sunumuyla göz dolduruyor.
Olimpiyatları mesleğin zirvesi olarak tanımlayan Özben'in hayali, madalya maçında anons yapmak. İspanya-Brezilya maçında büyük çoğunluğu İngilizce bilmeyen seyirciyi coşturmayı bilen Özben, bu alanda en iyilerden biri olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Paralimpik oyunlarında da görev alacak Özben, İspanya-Brezilya maçı sonrası şunları söyledi:
Canan Kaya: Nerden aklınıza geldi Basketbol anonsçusu olmak. Türkiye'de pek bilinen bir meslek değil?
Mustafa Özben: Oldum olası basketbol en çok sevdiğim şey oldu hayatımda. Bu camianın üyesi olmak istedim hep. Bu işi yapmaya karar verdiğimde 25-26 yaşlarındaydım. Geçmişimden getirdiğim deneyim ve birikimlerimle basketbol camiasında verimli olabileceğimi düşündüm ve 2002'de ilk kez düzenlenen Efes Pilsen World Cup'ta anonsçu olmak için Türkiye Basketbol Federasyonu'na başvurdum. Görüşmeye çağırdılar. O gün tesadüfen Abdi İpekçi Spor Salonunda basketbol maçı vardı. Anons yapar mısın diye sordular. Böylelikle turnuvada çalışmaya başladım. O zamanki adıyla Efes Pilsen'in, şimdiki adıyla Anadolu Efes'in yöneticilerinin dikkatini çekmiş yaptığım anonslar. 2002-2003 sezonu itibariyle Anadolu Efes'te anonsçu olarak göreve başladım.
CK: İlk başladığınızda örnek aldığınız, ben de bunun gibi olayım dediğiniz birileri var mıydı?
MÖ: Biliyorsunuz bu işin anavatanı Amerika Birleşik Devletleri. Özel olarak takip ettiğim bir anonsçu yoktu, ama NBA maçlarını takip ederken hep bir kulağım anonsçuda olurdu."
CK: Hiç nerden buldun bu işi, yok mu başka bir şey demediler mi?
MÖ: En çok karşılaştığım sorulardan birisi bu. Aslında biraz da bu işe başlamam bir arayışın sonucuydu. O dönem benim için parlak bir dönem değildi, işsizdim. Çıkış yolu arıyordum bir taraftan. Bu işi ben keşfetmedim, ama Türkiye'de bu işi profesyonel anlamda ilk yapan kişi benim diyebilirim.
CK: Transfer olmuşsunuz ve bayağı ses getirmiş. Oyuncu gibi transfer olmak normal mi sizin işte?
MÖ: Aslında pek böyle şeyler yaşanmıyor, bu benim özelimde olan bir şey. Yıllar içinde markalaşmamdan dolayı bunlar yaşandı. 2002-2005 yılları arasında Efes Pilsen'de çalıştım, sonra 2005'te Fenerbahçe'ye geçtim ve 2014'e kadar burada çalıştım. Haliyle Fenerbahçe gibi bir kulüple çalışınca, hem erkek hem de kadın takımının maçlarında anonslar yapınca tanınmaya ve bilinmeye başladım. Dolayısıyla çok uzun yıllar sonra ilk başladığım yere, yani Anadolu Efes'e dönünce bu da ses getirdi.
CK: İlk defa 2012 Londra'da Olimpiyat anonsçuluğu yaptınız. Nasıl başladı sizin için Olimpiyatlara giden süreç?
MÖ: Bu işi her zaman profesyonel olarak yapmayı düşündüğüm için kendime adım adım hedefler koydum. Önce Efes Pilsen'de başladım, transfer teklifi, Fenerbahçe derken bu konudaki yeteneğimi geliştirdim. Önümün açılmasının en büyük sebebi Türkiye'nin basketbol konusunda uluslararası müsabakalara ev sahipliği yapmaya başlamasıydı. O dönemin Federasyon başkanı Turgay Demirel'in bu müsabakaları ülkemize taşımasıyla birlikte bu organizasyonlarda görev almam, vizyonumun da açılmasını beraberinde getirdi.
CK: Uluslararası karşılaşmalarda hiç Türkiye'nin maçında görev aldınız mı?
MÖ: 2010'da Türkiye'nin ev sahipliği yaptığı Dünya Kupası'nda oynanan birçok maçın yanında Türkiye maçlarında da çalıştım. Londra Olimpiyatlarında ise benim olduğum salonda hem kadınlar, hem erkeklerin maçları oynanıyordu. Türkiye'nin toplam 5 maçında görev aldım, ancak özellikle sen Türksün, hadi sen yap anonsu diye bir taleple değil, tamamen iş bölümünde kaynaklı bir tesadüf olmuştu.
CK: İyi bir anonsçuda olması gereken özellikler nedir size göre?
MÖ: Bazı spor dallarında anonssörlük çok oluyor. Siz de izlediniz, her on saniyede bir şey oluyor. Bu yüzden basketbol anonsçusunun her şeyden önce oyuna çok hakim olması gerekir. Kuralları iyi bilmesi, bir hakem konsantrasyonuyla maçı takip etmesi lazım. Hem bilgilendirip, hem de seyirciyi eğlendirecek tarzda sunum yapmasını bilmeli. Bizim işimizin özellikle uluslararası organizasyonlarda en önemli noktalarından birisi, oyuncu isimlerinin doğru şekilde telaffuz edilmesidir. Tabii ki bir Çinli basketçinin adının bir Çinli gibi telaffuz etmek gerçekçi olmayabilir, ama bir Çinli gibi telaffuz etmek mümkündür. Bu kesinlikle dersinize iyi çalışmakla ilgili. Mesela ben bu turnuvadaki bütün takımlarda yer alan oyuncuların, teknik direktörlerinin isimleri ve doğru telaffuzlarını telefonlarıma kaydedip çalıştım. Sizin de gördüğünüz gibi bu tür organizasyonlarda çok ciddi bir prodüksiyon var. Bu, aynı zamanda bir eğlence işi. Bir prodüktörümüz var, sürekli kulaklıklarımıza yönlendirmeler yapıyor. Olimpiyat gibi devasa bir organizasyonda insanları yönlendirme anonslarımız var, güvenlik anonslarımız var. Bunların hepsi toplamda çok büyük bir prodüksiyon. Tek başıma sunum yapmıyorum. Benim yanımda Portekizce anons yapan bir arkadaşım var. Sahanın içinde maçın sunucusu diye tabir ettiğimiz bir arkadaşımız var, babası Amerikalı, annesi Brezilyalı.
CK: Bunca yıllık anonsçuluk mesleğinizde size en çok etkileyen şey ne oldu?
MÖ: Çok olmuştur, ama 1500'den fazla maçtan bahsediyoruz şimdiye kadar çıktığım. Her şey unutulmaz, ama her şey de unutuluyor. Aslında ben bu tarafını seviyorum. İşiniz bitince eve bir şey götürmüyorsunuz. Her maçın ayrı bir anısı var. Benim için olimpiyatlarda anons yapmak kıyas yapılamaz bir tatmin duygusu. Londra'da, Amerika-İspanya erkekler final maçını sundum. Kişisel kariyerim açısından ulaştığım en üst noktaydı. Şimdi sadece geriye madalya töreni kaldı. Umarım Rio olimpiyatlarında bizim mesleğin zirvesi olan madalya törenini sunma şansına erişirim.
CK: Böyle bir olasılık var mı?
MÖ: Çeyrek finaller sonrası belli olacak
CK: Nasıl coşturuyorsunuz seyirciyi, o an aklınıza geleni mi yapıyorsunuz?
MÖ: Üniversitede tiyatro oynadım. Daha sonra Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan tiyatrosunda çalıştım. Her zaman söylerim, benim üç aşkım var. Basketbol, İngilizce ve tiyatro. Tiyatro oynamanın bana gerek sesini kullanma, gerek tonlama açısından çok katkısı oldu. İşimde bunu kullanıyorum, ama tabii biraz da bu işler için Allah vergisi yetenek de olması gerekiyor. Sadece eğitimle olabilecek bir şey değil. İçten gelen bir şeylerin olması da şart. Bu işte enerji çok önemli. Günlük hayatta yaşadığınız sıkıntıları taşıyamayacağınız iş. Enerjinizin çok iyi olması lazım, ki bunu basketbol seyircisine geçirmeniz gerekir. Ne yaşarsam yaşayım, hastalık olabilir, üzüntü olabilir her şeyi iki saatliğine evde bırakırım. İki saatliğine hastalığımı, üzüntümü ertelerim yani. Tıpkı tiyatro sahnesine çıkar gibi. Çünkü bu bir performans işi. Bir nevi şov işi ama içinde ciddi bilgilendirme de var. Brezilya maçında gerçekten çok harika bir ortam vardı. Maç, son anına kadar büyük çekişmeyle geçti. Salonda 15 bin kişi vardı ve çoğunluğu Brezilyalıydı. Sizin de dediğiniz gibi büyük çoğunluk İngilizce bilmiyordu ama işte orda basketbol dilini konuşmaya başlıyorsun. Orada tonlamanızdan bile ortak bir bağ kurulabiliyor.
CK: Bir röportajınızda okumuştum. İşe ilk başladığınızda o dönemki kız arkadaşınız başta biraz bozuk çalmış sanırım. 4 ay önce evlendiğinizi söylediniz. Yeni evli bir insan olarak zor olmuyor mu ayrı kalmak. Eşiniz ne diyor bu işe?
MÖ: Eşim çok mutlu ve benimle çok gurur duyuyor. Basketbol anonsçuluğu işimde en büyük destekçim gerçekten. Maçlara geliyor benimle birlikte.
CK: Evde sorun yok diyorsunuz yani?
MÖ: Yok yok, eve iş götürmediğim sürece, bağırmadığım sürece sorun yok.
DHA