Mustafa Solak yazdı: 17 Eylül mitinginde AKP aklandı mı?

Abone ol

17 Eylül Mitingi’ni düzenleyen, TÜSİAD, MÜSİAD, TÜRK-İŞ, TESK, TOBB, , Memur-Sen, Hak İş, Türkiye Barolar Birliği, Kamu gibi kuruluşların ortak açıklaması şöyle:

“Teröre hayır, kardeşliğe evet diyoruz. Vatandaşlarımızın can güvenliği ve huzur en büyük önceliğimizdir. Gelin kardeşlik irademizi herkese gösterelim, toplumu germekten kaçınalım. Başka Türkiye yok.” 1

17 Eylül eylemine ilişkin düzenleyici örgütlerin dışında halkta eyleme katılımı savunanların gerekçesi özetle “PKK emperyalizmin piyonudur, PKK’ya vurmak ABD’ye vurmaktır, Türkiye bölünmesin, kardeşliğe sahip çıkmalıyız” idi.

Yürüyüşe katılmamayı savunanlar ise şunları gerekçe olarak öne sürüyordu:

“Eylemin düzenleyicileri arasında AKP yandaşı kurumlar var, sermaye var, vatan-millet-bayrak edebiyatıyla şehitlerdeki sorumluluklarını dile getirmeyerek emperyalizmi ve AKP’yi aklayacaklar. Bu sebeple de işçi sınıfı, burjuvazi ile yan yana gelmemelidir.”

Vatan, Cumhuriyet ve Emek Birlikteliği etkinleştirilmeli

Katılıp/katılmama yönündeki fikirleri ele almadan önce bir şeyi vurgulayalım. Toplum emperyalizme, PKK’ya karşı ayağa kalkmışken içinde çok sayıda kuruluşun yer aldığı ‘Vatan, Cumhuriyet ve Emek Birlikteliği’ ne yapıyor?

Bu birliktelik 2012’de Ankara Ulus’ta 1 milyona yakın kişiyi bir araya getirmişti. Tek tek veya birkaçı biraraya gelerek şehit eylemleri yapıyorlar ama katılım sınırlı ve birliktelik harekete geçirilmiyor.

“Birliktelik” içindeki kimi kurumlar eyleme katılmayı doğru buluyorlarsa neden halkı alanlara indirmiyor?

Tersinden, üye kurumlardan katılmayı doğru bulmayanlara göre bu eylemle “halkın AKP’ye tepkisinin dindirilmesi” amaçlanıyorsa, bu amacın önüne geçmek, daha iyisini koyacağınız eylemle olanaklı değil midir?

Kısaca, bir işte kusur arayanlar kendi öncülüğünü ortaya koymalıdır. Aksi, eleştiriyle yetinmektir, halka önderlik görevini yerine getirememektir.

Toplumsal hareketlerdeki çelişmeleri anlayalım

Haklılık/haksızlık tartışmasına girmeden önce belirtelim ki katılıp/katılmama gerekçesiniz mücadelenin içindeki çelişmeleri, (tutarsızlıklar, olumluluk/olumsuzluklar), yalpalamaları, ileri-geri gidişleri açıklayan argümanlara dayanmalıdır. Örneğin içinde “insanların bayrak taşıdığı, teröre lanet okunduğu her eyleme katılmak gerekir” demek tek başına katılıp katılmamanın gerekçesi olamaz. Bayrak bizlerin iyiniyetimizin kullanılması için perde olabilir, daha geniş halk kitlesini bir araya getirmek için önemli bir etken de olabilir. Soyut “vatan”, “bayrak”, “sermaye”, “emperyalizm karşıtlığı” söyleminin altında somut hangi taleplerin hedeflendiği araştırılmalıdır.

Aslında tartışmanın özü emperyalizme ve gericiliğe (etnik ve dini) karşı milletimizin mücadelesindeki çelişmeleri yeterince ortaya koymamaktan ve asıl düşmanı tanımamaktan kaynaklanıyor.

Hegel çağdaş diyalektiğin kurucusudur. Her şeyin kendi zıttıyla çatışarak geliştiğini açıklar. Marks’ta zıt fikirler (tez-antitez), tarihi harekete geçiren çelişmelerdir. Her fikir, nesne içinde taşıdığı karşıtlıkları ve çelişkilerin karşılıklı ilişkilerin toplam sonucu olarak yeni bir aşamaya ulaşır. Tıpkı ekilen meyve çekirdeğinin topraktaki su ve minerallerle ve aynı zamanda çekirdeğin yapısındaki biyolojik etmenlerle etkileşim halinde meyve olması gibidir. Dolayısıyla Marks “görünen, gerçek olsaydı bilime gerek kalmazdı” diyerek soyut kavramların çekiciliğine veya iticiliğine değil, altta yatan çelişkilerin etkileşimine ve ortaya çıkarılmasına vurgu yapar.

17 Eylül Mitingi'nde ABD ve AKP aklandı mı?

Bu bilgiler ışığında 17 Eylül eylemine katılmama gerekçelerine değinelim.

a) “Eylemi düzenleyenler emperyalizmin, AKP’nin sorumluluğunu vurgulamadıkları için AKP’yi aklamış olacak” iddiası: En büyük düşman, gericiliklerin (etnik-dini) kaynağı veya destekçisi emperyalizmdir. PKK’nın ABD piyonu olduğunu düşünüyorsak, “PKK ile mücadele etmenin ABD ile mücadele etmek” olduğunu da kabul ediyoruzdur. Açılımı yapanın, PKK’nın silah depolamasına göz yumanın kim olduğunu millet biliyor. Bunun için sözcüklerimizde ille de “emperyalizm”, “ABD”, “AKP” kavramlarının geçmesine gerek yok. Dincilerin ve sermaye kesiminin emperyalizme ve AKP’ye tavır alıp almayacağı, alıyorsa nereye kadar alacağı, dolayısıyla samimiyeti ayrı bir tartışma konusu ama vatanın bütünlüğüne sahip çıkmanın (bunu niyet etmese bile) nesnel olarak cephesine emperyalizmi almak olduğunu bilelim.

İnsanlar, balkonunda çayını yudumlamak varken kendisini sokağa inmek durumunda bırakanların emperyalizm ve AKP olduğunu bilemeyecek kadar saf olmadığına göre “AKP sorumludur” denmemesi nasıl "AKP aklaması" oluyor?

b) “Bu AKP eylemidir” iddiası: TÜSİAD, MÜSİAD gibi sermaye kesimi ile Memur-Sen, Hak İş gibi dinci gericilerin olması nedeniyle eylemin “AKP’nin emriyle” düzenlendiğini savunuyorlar. Bir kere düzenleyiciler bunlardan ibaret değil. Kamu-Sen, Barolar Birliği de var.

Görünenin altındaki gerçeği bulalım. En azından bu iki örgüt AKP ile kavgalı. Bunlar bu eylemin AKP aklayıcılığına çevrilebileceğine dair düzenleme komitesi içinde kaygılarını dile getirmemiş olabilirler mi?

İkincisi çağrıda “herkes Türk bayrağı ile gelsin, gelemeyen evine bayrak assın. Vatan, bayrak, şehitler ile ilgili slogan dışında slogan atılmayacak” denerek AKP’yi temize çıkaracak bir ifade yok. Zaten AKP’den de bir katılım olmadı ve ertesi günkü AKP yanlısı gazeteler mitingi önemsemeyen bir şekilde haberleştirdiler. Yürüyüşte AKP’nin sorumluluğunu aklayan ifade, slogan, konuşma duydunuz mu? Aksine “Mustafa Kemal’in askerleriyiz”, “şehitlerin sorumlusu AKP’dir” sloganları atıldı. Geleydiniz de emperyalizmin, AKP’nin sorumluluğuna ilişkin slogan ataydınız.

Eylemin “Saray'dan talimatlı” olduğunu belirten Selahattin Demirtaş da benzer söylemi kullanıyor. Dahası “Kürtler sanki bayrağa saldırıyor” serzenişiyle de mitingin “PKK’ya değil Kürtlere karşı yapıldığı” algısı yaratmaya çalışarak eylemi “ırkçı” buluyor. Demirtaş’ın korktuğu 250’den fazla sendika, dernek, vs örgütün eylemi toplumsallaştırması. PKK’ya karşı milletin ortak tepki göstermesini hazmedemiyor.

Sermayenin zorunluluğu varsa emekçinin de zorunluluğu var

c) “Vatan-millet-bayrak edebiyatı burjuvanın sömürü perdesini gizlemek için” iddiası: Tekelci sermaye düzeni yani emperyalizm çağındayız. Vatanı da, bayrağı da en kararlılıkla savunacak elbette işçi sınıfıdır. Bu tamam ama sermaye kesiminin “kararlılıkla savunmaması” demek “Türkiye ile, vatanla ilgili kaygısı hiç yok” anlamına gelmez. Burjuva “ha” deyince sermayesini başka ülkeye taşıyıp sömürüsüne devam edemez. Kaldı ki tekelci sermayenin arkasında kendi devletleri var. Türkiye’deki burjuva, sermayesini, fabrikasını taşıyarak kolaylıkla ABD’deki, Avrupa’daki burjuvazinin sömürü alanına müdahale edemez. Devleti yöneten sermaye sınıfı, devlet aracılığıyla bunu engeller. Bu sebeple Türkiye’deki sermaye öncelikle kendi ülkesinde sömürüyü sürdürmeye çalışır.

Burjuvazi emperyalizmle sömürü payını artırabildiği ölçüde işbirliği yapar. Sömürü payı azaldıkça işbirliğini sorgular, kendi ülkesinin emekçisiyle (elbette ileride eski kar oranına ulaşmak hedefiyle) birleşme eğilimine girer. Ülkenin bölünmesi, çatışma ortamı, insanların can derdine düşmesi, yatırımını, satışını, ticaretini rahat, güvenli, uzun dönemi düşünerek yapmasına engeldir. Dolayısıyla ulaşımın, iletişimin günlük yaşamın istikrara kavuşması mal ve hizmetlerini rahatça üretmesi, dağıtması, satabilmesi için sermaye kesiminin basın metninde belirttiği “huzur”u araması sınıfsal çıkarına uygun bir taleptir. Bu sınıfsal zorunluluğudur. Emperyalizm, sömürü kaynağı olan ülkesinin parçalanması noktasında (küçük bir kesimi hariç) sermayeyi razı edemez.

Sermaye Marks’ın “tarih sınıf mücadelelerinin tarihidir” ifadesine uygun davranarak milleti kendi safına çekmeye çalışıyor. Eylemi “burjuvazinin emperyalizmin ve AKP’nin sorumluluğunu aklama eylemi” olarak gören çevreler bir yandan ABD’nin PKK’yı öne sürerek Türkiye’yi bölmeye çalıştığını tespit ediyor. Diğer yandan da burjuvazinin emperyalizmle, vatanla derdinin olmadığını savunuyor. Sermaye “emireri” derecesinde emperyalizm işbirlikçisiyse eğer, o halde burjuvazi, vatanın birliğini hedefleyen ve piyonu olan PKK’ya tepki eylemi örgütlemenin, “amiri” ABD’yi kızdıracağını düşünmüyor mu?

Düşünüyor ve çıkarının emperyalizmin değil milletin yanında olmakla sağlanacağını görüyor. ABD’nin piyonu PKK’ya tepki eylemi örgütlemesi (ister niyet etsin ister etmesin) emperyalizmle bağını adım adım koparmaya götürmektedir.

Nasıl ki sermaye zorunluluklarıyla hareket ediyorsa işçi sınıfının da iktidara gelebilmek için taleplerini milletin talebi olarak yansıtma zorunluluğu var. Marks ve Engels’in birlikte yazdıkları “Komünist Parti Manifestosu” adlı eserde işçi sınıfının “siyasal iktidarı ele geçirmek” için “kendini ulusal sınıf düzeyine getirmek, kendini ulus yapmak durumunda” olmasından bahseder. İşçi sınıfı, taleplerini toplumun talepleri haline getirebildiği, toplumun talepleriyle birleşebildiği ölçüde toplumun bütününü kucaklayan bir sınıf, kısaca ulusal sınıf haline gelebilir. Marks ve Engels için, kendi çıkarını toplumun çıkarı haline getiren işçi sınıfının “kendisi de ulusaldır.”

Örneğin tütün fabrikasına sahip çıkan işçi, tütünü üreten çiftçinin, satan bakkalın (esnafın) da taleplerine sahip çıkarak, kendi çıkarını toplumun çıkarıyla birleştirmektedir.

Tertemiz hareket arayanlar balkondan izlemekle kalır

Toplumsal hareketlerde her an tertemiz (geçmişi tutarlı, açıktan emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı çıkan) davranış beklenemeyeceğine göre sırtında yumurta küfesi olanlar (devrim yapmak isteyenler) hareketin zaaflarına takılmayarak mücadelenin emperyalizme ve gericili gerileten yönüne bakmalı ve desteklemelidir. Mücadelenin, bileşenlerinin kusurları, geçmişleri, artniyetleri genel mücadeleden ayrı, kendi adacığında tek başına ve/veya tamamen kendine benzeyen sınırlı birkaç örgütle mücadele vermenin gerekçesi olmamalıdır. Kurtuluş Savaşımız da yalpalamalarla, çelişkilerle, zigzaglarla doludur.

Mustafa Kemal, kongreler sürecinde alınan kararlarda bir yandan “vatanın bağımsızlığını milletin azim ve kararı belirleyecektir” diyerek Cumhuriyet’in kurulacağını ima ederken bir yandan da “padişaha bağlılık”tan bahsedilmiştir. Mücadelenin seyri böyle çelişiktir ama yönelim bağımsızlığa, emperyalizme karşı milleti birleştirmeye yöneliktir. O dönemde olsalardı bazılarımız “ey Atatürk neden padişahın işgallerdeki sorumluluğunu dile getirmiyorsun!” diyerek kongre kararlarını padişaha “teslimiyetçi”lilikle suçlayacaklardı. Tutarlı devrimcilik arayışı, haliyle hareketsiz bırakıp ya kenardan seyretmelerine, ya da kendi dar adacıklarında milletin dikkatini çekmeyen eylemlerle yetinmelerine neden olacaktı.

Amasya’da yapılan toplantıda Rauf Orbay’ın mücadelenin emperyalizme ve padişaha karşı olması hususundaki titrek tutumu da mücadelenin yalpalamalı seyrine örnektir. Amasya genelgesine “misafirim” derler, imza atmaktan kaçınırlar ilk başta, Atatürk iknaya çalışır ve belli belirsiz imza atar. Atatürk güvensiz tavırlarına rağmen milli mücadeleyi bu kişilerle yürütmek durunda kalmıştır. Herhalde O da tutarlı, bilinci kendisi gibi açık olanları tercih ederdi.

Padişahın Harbiye Nazırı (Genelkurmay başkanı) Fevzi Çakmak “sergerde” (başı bozuk, eşkiya) dediği, İstanbul’a getirerek padişaha teslim etmek istediği Mustafa Kemal’e katılmak için Anadolu’ya geçmeye karar verdiğinde Gevye’de Ali Fuat Paşa’nın (Cebesoy) karargahına götürülür. Ali Fuat Cebesoy Ankara’ya haber verir. Mustafa Kemal "geri gönderiniz" der. Ali Fuat Cebesoy, İstanbul Hükümeti Harbiye Nazırı’nın bile Ankara’ya gelip milli iradeye katılmış olmasının çok iyi bir hava yaratacağını anlatarak Mustafa Kemal’i caydırır. Ali Fuat Paşa Cebesoy bunu “Milli Mücadele Hatıraları” kitabında anlatır. Örnekler çoğaltılabilir.

Her şeyin emperyalizm ve AKP tarafından belirlendiğini düşünenler hem buna yanıt veremiyorlar hem de milleti farkında olarak/olmayarak küçümsemiş oluyorlar. Halk olandan bitenden habersiz çoçuk gibi parkta oynuyor sanıyorlar, milletin bugüne kadar gösterdiği tepkilerin “PKK ile mücadelede payı yok” varsayıyorlar.

d) “İçinde şunlar var, onlarla olmam”: Bu örgütlerin içinde AKP yanlısı dinci örgütlerin olması tabanlarının hepsinin AKP’li olduğunu göstermediği gibi her durumda AKP taraftarlığı yapacağını da göstermez. Gerici de bölücü de olsala emekçiye dayanan bir tabanları var. Üst yönetim ne olursa olsun sıradan memurun, işçinin bu topraklarla bağı var. Herkesi AKP’ci, emperyalizm yanlısı görürsek toplumsal hareketlerdeki değişmeleri, çelişkileri anlayamayız. Şu sendikadan bu kurumdan olmak kimseyi otomatikmen işbirlikçi, gerici, bölücü yapmaz. Olanlar da bölünme gibi ortamlarda konumlarını sorgularlar. Bu örgütlerin emperyalizme karşı samimiyetleri başka konu ama yöneticilerin, üyelerinin ülken birliğine yönelik endişelerine (göstermelik de olsa) duyarlık gösterme zorunluluğu var. Çelişmeyi anlamak zorunluluğu anlamaktır. Örgütlerin niyetlerden çok bu zorunluluğu anlamalıyız.

Eylemi düzenleyenlerden bazıları (açık AKP’ci olanlar) eylemin “PKK ile mücadele eden hükümet” algısı üzerinden AKP’ni oylarını artırma kaygısı olabilir ama bunu açıklıkla yapamamaktadırlar. Bu sebeple de halk “genel, teröre tepki, millete bütünlük ve kardeşlik eylemi” algısı üzerinden yürüyüşe katılmıştır.

Kaldı ki eylem düzenleyicilerden ibaret değildir. 250’nin üzerinde örgüt destekleme kararı almıştır. Birbirine zıt düşünen o kadar kurumun yer alması milletin birliğine yönelik tehlikeye karşı duyarlılığı ve “AKP’yi aklamaya” dönük algının kabul görmediğini gösterir. Aksine sendikaların, meslek örgütlerinin eyleme gövdesini koyması PKK karşıtı eylemlerin toplumsallığını arttırır. Irkçı, kışkırtıcı unsurların etkisini ortadan kaldırır. “Kim bayrağa saldırmış. Bu çağrı ırkçılıktır” ifadesiyle bayrak üzerinden eylemi “ırkçı” bulan Demirtaş tam da Kürt vatandaşlarımıza yönelik ırkçı davranış göremediği için milleti ayrıştıramamanın sıkıntısıyla saldırmaktadır.

Püri pak müttefik arayışı halka önderlik edemez

Bu kadar örgüt birbirine “şunlar katılıyorsa ben katılmam” dememişken bazılarımızın “kendi gibi tertemiz” örgüt arayışı mücadelenin kenarında kalarak halkla birleşmelerini önler.

Toplumsal mücadeledeki zorunlulukları kavrayanlar düzenleyenlerin niyetlerine ilişkin çıkarım yapmakla beraber milletin talebini, duyarlılığını dikkate alarak eylemde halkla buluşmalıdır ki yarın kendisi eylem yaptığında halkı yanına çağırmak da zorlanmasın. Dahası AKP’nin, AKP’ci örgütlerin halk hareketini kendi hesabına yontma çabası da eylemin içinde olmakla olanaklıdır.

Ayrıca “içinde şunlar varsa olmam” söylemi mücadeleyi küçültür. Böyle pirüpak örgüt arayışı müttefiksiz bırakır. “Ben gerekirse tek başına eylem yaparım” anlayışı iktidar ve emperyalizm karşısında etkili sonuç doğurmuyor. Emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı eylem ve davranışında tutarlı örgüt arayışı emekçileri iktidar olmaktan uzak tutar. Çünkü bu söylemi söyleyenin kendisi de her zaman istediği gibi tutarlı değildir. Bireyler olarak bile her gün kendimizi sorgulayıp “şu gün şu konuda hata yaptım” demiyor muyuz?

Birilerinin niyeti ile değil ortak açıklama etrafında davranırız, niyetleri ortak söylemin dışında olanları da eylem içinde önlemeye çalışır, ortaya çıkarır ve eylemin başarısına uğraşırız. Tutarlı örgüt aramaya kalksak birkaç tane buluruz, eminim onları da beğenmeyecekler çıkacaktır. Eylemde herkesi bağlayan, ortak taleplerdir ve bu “birlikte yaşama irademizi göstermeliyiz, ortak değer ay-yıldızlı al bayrak” denerek belirtilmiştir. Buradan “o örgüt büyür, AKP’nin oyları artar” diyen (kaldı ki bu bir tahmin, kesinliği yok, belki de “bu işi bu noktaya getiren AKP, o halde oy vermeyelim” denmesine neden oluyordur) pasifizmin dalgasız sularında rahat rahat yüzer ama halka önderlik edemez. İşte o zaman birileri halkı istediği yöne sürükler, herkes büyürken sen yerinde sayarsın.

AKP karşıtlığı, “AKP’ye yarayacak” anlayışı (bir zamanlar “KESK ile yan yana görünmeyelim” denirdi) veya tutarlı tavır (emperyalizm, gericilik, PKK, AKP, çözüm süreci yanlılığı yapmamış veya açıktan emperyalizme tavır alan örgüt arayışı) arayışı edilgen bırakıyor. Daha önemlisi çözüm getirmiyor. AKP’nin, başkalarının hesabına takılan emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı halkı harekete geçiremez.

Devrimciliğin ölçütü nedir?

Bir zaaf da özellikle emekçi eylemelerinde herhangi bir örgüt beğenmediği gerici, bölücü diğer örgütlerle ortak eylem yapabiliyor. Ama bu eylemlerde diğer örgütlerin antiemperyalizmi, AKP’ciliği sorgulanmazken 17 Eylül eyleminde bu kadar sorgu neden?

Anlaşılan ne kadar eleştirsek de bilincimizde bazı örgütleri (KESK, DİSK gibi) “devrimci” görme, diğerlerini “sağcı” veya “zaten bunlar hep emperyalizm işbirlikçisi” deme kolaylığımız var. Bu örgütler PKK’ya, açılıma, PKK sempatizanı belediyelerin silah depolamasına aykırı laf söylemezken “devrimci” bulup eylem yapabiliyorsunuz da şimdi neden kaçıyorsunuz? Başkasını “devrimci” sayıp da emperyalizmle karşı karşıya gelen de kusur arayan, “devrimci yön” görmeyen anlayış, haliyle “kendi devrimcisi”ni 17 Eylül benzeri eylemlerde göremeyince çevresine bunu anlatamayacağını düşünüyor ve haliyle eyleme katılmaktan kaçınıyor.

Gericiliğin kaynağı, en büyük gerici (emperyalizm gericiliktir, istedikleri kadar laik olsunlar) ABD ise, o halde devrimciliğin, ilericiliğin ölçütü emperyalizme tavır almaktır. Kişinin kendine “antiemperyalistim, “devrimciyim”, “solcuyum” demesi yetmiyor, eylemli olarak emperyalizme tavır alması gerekiyor. Onun için kişilerin, örgütlerin üzerindeki “sağcı”, “solcu, devrimci” kimliklerinden ziyade emperyalizme, PKK’ya tavırları antiemperyalizmin ölçütü sayılmalıdır.

Gündemi tartışan değil gündem yaratan olmalıyız

Türkiye, bayraklarla meydanlara dolup tepkisini gösterirken, dışımızda planlanan eylemi tartışmak durumunda kaldık. Hayat boşluk kabul etmez, biz birleştirip harekete geçmezsek ihtiyaç başkalarınca doldurulur. AKP bu eylemlere katılmayarak değil laik Cumhuriyetten yana olanları birleştirerek yıkılır. Biz seçimler ve sonrası için Cumhuriyetçileri birleştirmeyi neden düşünmüyoruz da bu tür eylemlere katılıp katılmamaktan medet umuyoruz?

Gündemi tartışan değil gündem yaratan olmak istiyorsak reflekslerimizi hızlı tutmalı, Cumhuriyet cephesini büyüterek, (bunun yolu da en başta ‘Vatan, Cumhuriyet ve Emek Birlikteliği’ni daha işlevsel ve kurumsal kılmaktır) gerekli planlamaları yapmalıyız.

Giderek yükselsen halk hareketinin gerisine düşmemek için atak ve birleştirici davranalım.

Mustafa Solak

ulusalkanal.com.tr

---------------------

DİPNOT

1. //

dunya.com/toplum/toplumsal-haber/stklardan-cagri-17-eylulde-herkes-sihhiyeye-274648h.htm

Hacılar yurda döndü Gündem HDP'den CHP'ye koalisyon sinyali Gündem Yalçın Akdoğan: Terör örgütü panik atak geçiriyor Gündem Davutoğlu'ndan Suriye açıklaması: Her şeyi kabul ederiz! Gündem