Cüneyt Arkın’ın itirafları- 2
Aydınlık gazetesi yazarı Mehmet Akkaya yazdı...
“İtiraf” sözcüğü kendisine ait... 2008’in 3 Ekim ve 5 Kasım tarihlerinde yazdığı iki yazının başlığı, “Cüneyt Arkın’ın itirafları”dır. Kabahati, günahı değildir onlar. İçini dökmüştür o yazılara. Eşine, çocuklarına bile söylemediklerini... Bilinmeyen çocukluğu, açlık yılları, öğrenciliği... Yeşilçam günleri, sevinçleri, üzüntüleri, pişmanlıkları, acıları... İç dünyasındaki hesaplaşmaları bile orada. 14 Ağustos’ta bu köşede ilk bölümünü okudunuz, bugün devam ediyoruz.
Malkoçoğlu’nun ilk işi, köydeki annesi babasını İstanbul’a getirmek, apartmanı yadırgarlar diye bahçeli bir ev almak olmuş. Boğazına kadar battığı borcu ödeyebilmek için gece gündüz çalışmak zorundadır gayri.
“İşte o günlerde Malkoçoğlu filminin setinde sarayın balkonundan perende ile aşağıda bekleyen atımın sırtına konacaktım. At ürktü kaçtı. Kıç üstü betona çakıldım. Omurgam kırılmıştı. Felç olmuştum...”
“Çılgınlar gibi dur duraksız, tatilsiz, insan üstü çaba, gayret ve çalışmalarım, kalelerden uçmalarım, iki atın arasında son sürat düşmana hücum etmem, rüzgar gibi giden atın karnı altına girmem, inip binmem, gibi başarılı çabalarımın altında yatan, acaba açlık korkusu muydu?”
12 Eylül yılları... Partilerin, sendikaların yasaklandığı, yüz binlerin tutuklanıp işkenceden geçirildiği yıllar. Yeşilçam için de ölüm çanları. Yasaksız film yoktu neredeyse. Sanatçıların hepsi aç. İşte o sıra, çoğu yurtdışında çekilen seks filmleri furyası başladı. 12 Eylülcülerin sesini çıkarmadığı filmlerdi.
Omurga kırığı ile felç yatan Arkın, ailesine bakamaz durumdadır artık. “Ailemde aç kalacak korkusuyla deliriyordum. Çalışmalıyım. İlk seks filmi teklifi geldi. Patron çantasına doldurduğu parayı yatağın yanına koydu. ‘Bu çok para, seni krallar gibi yaşatacağız’ dedi. Öksüz çocuklar gibi iç çeke çeke sabaha kadar ağladım. Biraz rahatladım. Ertesi gün hayatım boyunca ilkesine sadık kaldığım ‘ölümse ölüm’ şiirini yazdım: Ölümse Ölüm / ölümse ölüm / yaşadığında / eğer düşmüşse yere / insan şerefinden bir parça / ölüm pahasına / düşen ne varsa ayaklar altına / elin ayağın tutarken / alıp yerden / şerefini ve insanlığını / yükseklere taşıyamıyorsan / sahip olduğun / geriye kalanların hiçbir değeri yoktur.
“Benim kuşağım şöhret ve parayı bilememişti. Hiçbirimizin gelecek için birikmiş parası yoktu. Bir reklam filmi teklifi geldi. Malkoçoğlu, o beyaz yiğit atıyla cenk kıyafetlerini giyinmiş, tarihin içinden çıkıp gelecek bir ürünle dövüşecek ve onu yenemeyecekti. Hayal bile edilemez çok büyük paralar teklif ettiler. Hayatımın sonuna kadar krallar gibi yaşardım. Bir an bile düşünmeden ‘hayır’ dedim. Malkoçoğlu Türk gençliğinin tarihiydi.”
Hemen hiçbir filminde dublör kullanmamış, en tehlikeli sahnelerde kendisi oynamış. Karate eğitimi almış, altı yıl çalışmış, siyah kuşağa yükselmiş. Binicilik derslerini ise, Medrano Kazak Sirkinde almış. Gece gündüz çalışarak ama... 12 saat, bazı günler 16 saat. Cumartesi-pazar dahi çalışıyor. “Öğrenmeli, rolünü hakkıyla yapmalı.”
“Her filmde en az on tehlikeli sahne çekiyordum. Kırk beş yıl 72 kiloda kaldım. Trambolimlerim, emniyet yatağım, brandam, yüksek atlama sırığım, atraksiyon sirk araçlarım, atlarım hepsi bu kiloya göre ayarlanmıştı. 73 kilo olmaya hakkım yoktu. Korkunç, insana bıkkınlık veren, ruhu tüketen bir disiplin içinde yaşıyordum.
“Libya asıllı Türk vatandaşı 400 metre engelli dünya şampiyonu sevgili Geşaş atletizm hocamdı. Her gün, ama her gün, sabaha karşı Levent’ten Tarabya’ya beni koştururdu. Haftada bir gün barfiks, ya da sırıkla yüksek atlama vardı. Yorulmak, düşmek yoktu. Düştün mü tokadı yiyordum.”
Cüneyt Arkın olalı, öpüp kokladığım, saçlarını okşadığım, yanağına yanağımı değdirdiğimde baharların geldiği... adına şiirler yazacağım gerçek bir sevgilim olmamıştı. Korkunç bir boşluk...”
“Sonra içki geldi. Yatmadan bir duble, oldu iki üç... Sefa Önal boş şişelere bakıp ‘sen sarhoş olmak için değil, ölmek için içiyorsun. Akıl almaz bir intiharı yaşıyorsun’ dedi.” Yirmi dört yaşındadır o sırada.
“Cüneyt Arkın’ın enkazını yaşarken bir ilçe belediyesinin İstanbul’un fethi dolayısıyla düzenlenecek şenlikte, beyaz atın üstünde şehre giren Fatih’i canlandırmam istendi. İşte o gün yeniden savaşçı ruhumu kazandım.
Çoluk çocuk, kucağında bebeleri, anneler, genç kızlar, yaşlılar, dedeler, nineler, herkes Cüneyt Arkın’a öylesine eşsiz, insanı ağlatacak derecede duygu dolu, sevgi, saygı, vefa, samimi bağlılık, sımsıcak ilgi gösterdiler ki... Tarifsiz bahtiyar oldum.”
Not: Cüneyt Arkın yazılarının son bölümü yarın