'Unutmazsak değiştirebiliriz'
Haziran 2013'te "Birkaç ağacın sökülmesi" ile başlayarak çok kısa süre içinde yurtiçinde ve yurtdışında milyonlarca insanı sokağa döken Gezi Parkı eylemleri yakın tarih Türkiye siyasi tarihine damgasını vururken bu yönde yazılan kitaplar da bir bir raflardaki yerini aldı.
Gökhan Çelik / ulusalkanal.com.tr
Gezi Parkı sürecinin en başından beri ses kayıt cihazı ile toplumsal bellek mücadelesine katkı sunmak için biriktirmeye başlayan, süreç içerisinde birçok müdahaleye tanıklık eden, Gezi Parkı'nda binlerce insanla hüznü ve heyecanı paylaşan bir isim Eda Yiğit. Olayların başladığı 27 Mayıs gününden başlayarak 18 Haziran Duran Adam eylemine dek neredeyse her gelişmeyi arşivleyen Yiğit, tüm bu birikimini "Gezi Direnişi" kitabında bir araya getirdi.
Toplamda 2 aylık yoğun bir çalışma sonucu raflarda yerini alan “Gezi Direnişi" kitabı hakkında Eda Yiğit ile görüştük.
Öncelikle Eda Yiğit'i tanıyabilir miyiz?
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Şehir Planlama bölümünde lisans eğitimimi tamamladım. Sonrasında yüksek lisans eğitimini yine aynı üniversitede kentsel planlama üzerine yaptım. Bir yandan eğitime devam ederken İstanbul’da bir belediyede şehir plancı olarak çalıştım. Aldığım eğitim, kente ve kentlilerin yaşam kalitesini iyileştirilmesine dair pek çok üretim yapılabilecek bir alanken, siyasetle kurduğu bağın çarpıklığı eğitimde edindiğim birikimi kullanmama engeldi. Mesleki ve gündelik hayata dair beklentilerimi tamamen altüst eden zor bir dönemdi ama akademik dilin dışında “kamusal alana” dair farkındalık geliştirmeme, sorgulayarak başka türlü bir uyanıklık yaşamama neden oldu diyebilirim. Bulunduğum konumda mücadele yürütemeyeceğimi anladığımda kendime başka çıkış yolları aramaya başladım. Sözlü tarihle ilgili maceram bu vesileyle başladı. Osmanlı Bankası Müzesi’nde Sabancı Üniversitesi’nden Prof. Dr. Leyla Neyzi’den sözlü tarih eğitimi aldım. İlk projeme bu eğitimle başladım. Bomonti Bira Fabrikası’nda çalışan işçilerin hayat hikâyeleri, örgütlenme biçimleri, sendikal deneyimleri üzerine çalıştım ve sözlü tarih yöntemini kullanarak bu konuda yüksek lisans tez çalışmamı tamamladım. Sonrasında işçilerle kurduğum iletişimin bir sonucu olarak belgesel projesine başladım hala tamamlanamadı ama bu sene içinde hem belgesel hem de bu konuda kitap çalışmasını bitirmeyi istiyorum. Sözlü tarihle tanışmak bir iş ya da geçinme aracı olmanın dışında sürekli hayatımda var olan bir yaşamı kavrama aracına dönüştü. Bir ürüne dönüşsün dönüşmesin anlatıları biriktirmeye başladım. Belediyeden ayrıldıktan bir süre sonra önce gönüllü olarak, sonra yönetici asistanı ve sözlü tarih uzmanı olarak İstanbul’un ilk kent müzesi olan Adalar Müzesi’nde çalışmaya başladım. Bu süreç müzecilik açısından öğretici olduğu gibi İstanbul ile kurduğu ilişki bağlamında Adalar’ı tanımak ve her yönüyle bir sözlü tarih arşiv çalışmasının nasıl yapıldığını da anlamama yardımcı oldu. Bu dönemde İstanbul dışında yaşayan Adalı Rumlarla, İsveç’te yaşayan göçmenlerle sözlü tarih çalışmaları yapma imkânına sahip oldum. Müzede 3 yıllık çalışma deneyiminin ardından, bir müze projelerinde araştırmacı olarak çalıştım.
Direnişi sürecinde biriktirmeye nasıl başladınız?
Direniş esnasında ses kaydıyla sözlü tarih tanıklıkları biriktirmem refleks olarak gelişti. Gezi Parkı'nda direnişin parçası olan örgütlü ve örgütsüz olanlarla, feministlerle, taraftar gruplarıyla, üniversite öğrencileriyle, Müslümanlardan, beyaz yakalılarla, ünlülerle görüşmeler yaparak, herhangi bir kurumu ya da grubu temsil etme kaygısı taşımayarak, kendi özgün tanıklıklarını dinlemeye başladım. Daha öncesinde tanışıklığım olan kişilerle ve onların görüşme için öneride bulunduğu kişilerle konuştum. Onlarda başka kişilere yönlendirdiler. Bu sayede Gezi öncesinde tanımadığım yeni insanlarda hayatıma girmiş oldu. Tabi tüm biriktirdiklerimin ileride neye dönüşeceği konusunda bir fikrim yoktu. Doğaçlama olarak birikmeye başladı. En kuvvetli hissim yaşadıklarımızın belgelenmesi ve arşivlenmesi gerektiğiydi. Nitekim gündüzleri 'sosyal medya' mesaisi yaparken; işte kim ne dedi?, gündem nasıl şekilleniyor?, insanlar nasıl tepki veriyor?, bu sokağa nasıl yansıyor? hangi bilgi daha doğru? soruları üzerinden, kendim için sağlıklı olarak bir arşiv yapmaktı amacım.
Peki süreci kitaplaştırmak nereden aklınıza geldi?
Bu süreçte ben kişisel arşivime devam ederken, bir yayıncı ile tanıştım ve Gezi direnişiyle ilgili kitap hazırlamak ister misin dedi. Bu aslında düşünmediğim bir şeydi ama sonuçta kendim için biriktirdiğim, değerli gördüğüm bu arşivin başkaları için de değerli olabileceğini düşünerek böyle bir yolculuğa başlamış olduk. Sonrasından 2 aylık yoğun bir süreç geçirdik. Öyle ki gece ve gündüzün bir birine karıştığı bir dönemdi. Kısa bir zamanda sürecin içinde aktif olarak yer bulan malzemeyi mümkün olduğunca eksiksiz toplamak, kitap için röportajları tamamlamak, gerekli izinleri almak bunun yanında hızlı ve atik davranmak gerekiyordu. Sürecin devam ediyor olması motivasyonumu daha da artırdı. Bir de tabi şöyle bir durum var. Rastladığınız bilgiler, haberler, videolar yayından kaldırılabiliyor, silinebiliyor dolayısıyla tekrar ulaşmak istediğiniz bulamayabiliyorsunuz bu sebepten şuan böyle bir çalışma yapmaya kalkışsam, aynı malzemeyi bu şekilde toparlama şansım olmayabilir. O yüzden belgeleme konusunda niyetime ulaştığımı düşünüyorum.
Gezi direnişinden hemen sonra bugün artık 20'den fazla kitap yayımlandı. Bu kitaplar arasında, "Gezi Direnişi" kitabının farkı nedir?
Bu çalışmanın en önemli özelliği Gezi direnişi sürecinde belge niteliği taşıyan birçok malzemenin bir arada bulunabileceği bir kitap olması. Kapsamlı bir belgeleme-inceleme çalışması oldu. 'Gezi Direnişi kitabında yer alan kronoloji çalışmasında yayınlanmamış fotoğraflarla birlikte gün gün yaşananlar, sosyal medyada en çok yer bulan görsel malzeme, Gezi’de özellikle ilgi çeken ve varlık gösteren gruplarla yapılan röportajlar, sanal ortamda yaptığımız ankette direnişle ilgili ‘sıradan’ insanların sokağa çıkma nedenlerini okuyabilecekleri özgün bir bölüm bulunuyor. Mesela röportajlar. Röportajların içinde Gezi’de var olan gruplar, “alternatif” medya temsilcilerinden ulusal ve sol medya, siyasi gruplar var. Direnişi nasıl yorumladıklarını, bu süreci nasıl deneyimlediklerini konuştuk.
Gezi’de var olan gruplardan; TMMOB Şehir Plancıları Odası Şube Başkanı Tayfun Kahraman, Devrimci Müslümanlar Kurucu Üyesi Eren Erdem, Sosyalist Feminist Kolektif Üyesi Banu Paker, Anti Kapitalist Müslümanlar dönem sözcüsü Özgür Kazım Kıvanç, TMMOB Fizik Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu Üyesi Alper Mertoğlu, LGBT Blok'tan Özlem Çolak gibi isimlerle görüştük.
Medya ve siyasi partilerden, Ulusal Kanal Genel Yayın Yönetmeni Yener Güneş, Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İlker Yücel, İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Hasan Basri Özbey, soL Gazetesi Editörü Yiğit Günay, Türkiye Komünist Partisi Merkez Komite Dönem sözcüsü Zehra Güner bulunuyor.
Diğer özgün bölümlerden biride anket bölümümüz. Bu bölümde sorulan tek bir soru vardı. " Neden Gezi Parkı’ndaydınız?" sorusunu yönelttik katılımcılara. Bu soruya çok çeşitli yanıtlar geldi. Böylece biz de bu soruya verilebilecek ne kadar çok yanıtın olabileceğini görmüş olduk.
Peki ankette sorduğunuz soruyu bu seferde ben size yöneltsem ve desem ki, "Neden Gezi Parkı direnişine katıldınız?" cevabınız ne olurdu?
Aslında bunun bir nedeni değil, çok nedeni var. Ben zaten şehir plancısı olduğumdan kent hareketini takip eden, sözlü tarih uzmanı olduğum için toplumsal olayların “sıradan” insanlara nasıl yansıdığını merak eden, araştıran ve belgeleyen biriyim. Bunlarda orada olmama nedendi. Ama sırf insani ve vicdani olarak sokakta olmanın gereklilikleri vardı. Sokağınızda çatışma oluyorsa, gaz kokusundan evinizin pencerelerini açamıyorsanız hatta evinizin içine kadar gaz bombası atılabiliyorsa, sokakta direniş için orada olun ya da olmayın polis şiddetine maruz kalabiliyorsanız, ulaşım seferleri keyfice iptal ediliyorsa, bunlarda sokağa çıkmaya neden olabilir. Bir tık ötesine geçelim yaşadığınız şehirde kamusal bir vicdanınızı sızlatan devasa projeler yapılıyor, kente dair haklarınız gasp ediliyorsa, etrafınızda sürekli olarak kepçeler, vinçler özel şirketler ve holdingler için kamusal olan varlıklarınızı elinizden alıp şehri delik deşik edebiliyorsa, bu da sokağa çıkmak için bir neden olabilir. Başka bir boyuttan bakalım, emeğinizle geçinmeye çalıştığınız bir ortamda haklarınızı sürekli olarak kaybettiğiniz, güvencesizleştirildiğiniz ve sendikasızlaştırıldığınız bir ortamda taşeron hayatlar yapamaya mecbur bırakılmış olmanız sokağa çıkmanız için bir nedendir. Sınıfsal ortak taleplerle emekçilerin örgütlendiği bir direniş olarak yorumlamak mümkün olmasa da sınıfsal karakteri yadsınamaz. Sonuç olarak Gezi’de yaşadıklarımızı tüm bu nedenlerin birbiriyle buluşmasıydı. İnsanlar reaksiyon vererek kendilerini sokağa attılar hem iktidara hem de birbirlerine seslerini duyurabilmek için, birlikte ses vermek için. Neden Gezi’de derseniz. Taksim’in toplumsal tarih bakımından sembolik anlamı çok önemli. Keza Beyoğlu’na yapılan kentsel saldırılar bu süreci tetikleyen nedenlerden bir tanesi oldu. Gezi, Y kuşağının tecrübe edindiği ilk direnişti. Sonrasında bu sürecin nasıl evrileceğini hep birlikte yaşayıp tecrübe edeceğiz. Tabi örgütlenme konusunda edinilen deneyimleri ve birikimi kullanarak mücadeleyi sürdürmek gerekiyor.
Gezi Süreci hepimizin bildiği gibi yalnızca Gezi Parkı'nda kısılı kalmadı. 27 Haziran günü Gezi Parkı'nda çıkan kıvılcım alevlenerek tüm İstanbullu, tüm yurdu hatta ve hatta neredeyse tüm dünyayı sardı. İstanbul'da bir fiil gezi sürecine müdahil olarak gerek yurtiçi gerekse de yurtdışında ki bilgi ve belgelere nasıl ulaştınız?
Özelikle Türkiye’de yaşayan ama eğitim ve çalışma gibi nedenlerle yurtdışına giden orada Gezi Parkı direnişine destek veren, eylemlere katılanlarla iletişim kurduk. Paylaştıkları fotoğraflar, yayınlanan video ve haberlere ulaşmak konusunda yönlendirdiler. Buradaki amaç aslında gezi olaylarının dünyada ne denli yankı uyandırdığını yansıtabilmekti. Örneğin Brezilya'da toplu taşıma ücretlerine karşı başlayan eylemlerde "Aşk bitti burası Türkiye" pankartı açıldı. Onun dışında Almanya, Hollanda, İtalya, Belçika, Amerika, Arjantin, Çin, İspanya, İsveç, Yunanistan, Rusya gibi aklıma gelen ülkelerden geziye destek eylemlerinden fotoğraflar yer alıyor.
Kitapta direnişin gün ve gün işlendiğini görüyoruz. Peki kitabı hazırlarken sizi en çok hangi bölüm daha çok heyecanlandırdı?
31 Mayıs günü benim için çok kritik bir gündü. Sanırım herkes için öyledir. Sabah 11'de Divan Otel önünde yapılan basın açıklaması. Bir avuç insanın polis barikatını aşarak Gezi Parkı'na girmesi. Astım krizi geçiren insanların otellere taşınması. Öğlen Taksim Meydan'da basın açıklaması sırasındaki polisin gazla, tazyikli su ile müdahalesi hayatım boyunca hafızamda silinmeyecek anlardı. Taksim Meydanı’ndaki sert müdahalenin ardından ben Taksim İlkyardım Hastane’sine gittim koşarak. Oraya Lobna’yı getirdiler. Otistik çocuğunu kaybetmiş bir babanın çocuğunu aradığı söylediler. Gazdan göz gözü görmediğinde çocuğunu kaybetmiş. O çaresizliğin içinde sadece kan lazım mı? diye sorabildim. O günün gecesi ise, binlerce insanın korkularından sıyrılmış, çığrından çıkarcasına hep bir ağızdan slogan atması, mücadele etmesi inanılmazdı.
Peki bu süreci bir mücadele olarak nitelersek adını ne koymak gerekir?
Bu bir bellek mücadelesi. Neden Gezi direnişinde kaybettiğimiz insanların isimlerinin yazdığı sembolik mezar taşları polis tarafından defalarca kaldırıldı? Çünkü insanların parka gelip onları hatırlaması dolayısıyla direnişi anımsanması istenmedi. Ama daha önce söylediğim gibi hatırlamak için çok neden var. Hem hatırlamak hem de hatırlatmak için bu mücadeleyi sürdürmek ve belleği taze tutmak gerekiyor. Çünkü unutmazsak, değiştirebiliriz. Hatırlamak için ölümsüzleştirmek dolayısıyla benim bu süreçte payıma düşen belgelemek oldu. Aslında cep telefonlarıyla, kameralarla, fotoğraf makineleriyle birçoğumuzun yaptığı şeyde buydu. Bunun için profesyonellik gerekmiyor.
Peki Eda Yiğit ismini başka kitaplarda görebilecek miyiz; İlerde başka çalışmalarınız olacak mı?
Şuan piyasada olan kitap bir belgeleme ve inceleme çalışmasıydı. Ancak benim Gezi sürecinde biriktirdiğim tanıklıklar üzerinde bir kitap daha hazırlamayı planlıyorum. Bu çalışma devam ediyor. O kitabın farklı olan yanı ise, hem görme engelliler için hem de okumayı pek sevmeyenler için tanıklıkların seslendirilmiş bir versiyonunun CD olarak kitapta yer alması olacak. Herkesin “kendinden olmayana” dair özdeşlik kurabileceği bir çalışma olmasının hayalini kuruyorum ve bu yönde çalışmayı planlıyorum. Farklı yaş, cinsiyet, etnik köken ve politik görüşe sahip tanıklardan oluşan bir seçki. Niyetim aynı toplumsal belleği taze tutmak için bir yol yaratmak. 2 aylık bir çalışma sonrasında sanıyorum okuyucu ve dinleyicilerine ulaşacak.
Gezi Direnişi kitabında kimler katkı sundu?
Aslında iletişim kurduğum herkes, arşivinde olan ya da kendi belgelediği ya da ulaşabildiği malzemeyi paylaştı. Memnuniyetle ve açık yüreklilikle destek oldular. Aydınlık Gazetesi fotoğrafçıları ve muhabirleri, Belgesel Fotoğraf Birliği’nden Yücel Tunca destek verenlerden bir kaçı. Adını tek tek sayamayacağım kadar kişi amatör olarak çekmiş oldukları fotoğraflarını paylaştı. Kitap basıldıktan sonra pekçok kişiden de haberimiz olsaydı, vermek isterdik dediklerini duyuyorum.
Kitabı kime ithaf ettiniz peki?
Tarihi anlara birlikte tanıklık ettiğimiz tüm insanlara ve artık aramızda olmayanların anısına ithaf ettim.
Neden kitap 18 Haziran'da bitiyor?
18 Haziran gününün şöyle bir özelliği var. Gezi 15 inde boşaltıldı ve herkeste bir an için "Şimdi ne yapacağız" sorusu yankılandı. Toplu olarak direnişi canlı tutma kaygısı taşınırken ve tam umutsuzluğa yaklaşırken o sırada duran adam çıktı. Sadece “durarak” yapılan bir eylem biçimi, herkesin her an her yerde yapabileceği bir eylem. Yaratıcıydı. Nitekim diğer şehirlere de sıçradı. Umutların yeniden yeşermesine neden oldu. İşte bu umudu hep taze tutmak için kitabı 18 Haziran'da bitirdik.
Kitabı satın almak için görsele tıklayın:
Telefon ile detaylı bilgi almak için: 0212 266 63 70
ulusalkanal.com.tr