El Chapo'nun mirası: Meksika'da şiddet ve uyuşturucu
1990'larla beraber, başta Sinaloa karteli olmak üzere, ABD ile Meksika arasında 7 önemli ulusaşırı suç örgütü ortaya çıktı ve bunlar uyuşturucu rotasını yönetmeye başladılar.
Meksika’nın en güçlü uyuşturucu/suç kartellerinin yuvalandığı Sinaloa bölgesindeki Culiacan şehrinde, ünlü uyuşturucu baronu “El Chapo” (bücür) lakaplı Joaquin Guzman’ın oğlu Ovidio Guzman Lopez, devriye gezen güvenlik güçleri tarafından yakalandı. 18 Ekim’de gerçekleşen bu hadisenin akabinde, Lopez’in serbest bırakılması için harekete geçen uyuşturucu çeteleri şiddetin dozunu artırarak şehri adeta savaş alanına çevirdiler ve 20 civarında güvenlik görevlisinin ölmesine, 30 kişinin ise yaralanmasına sebep oldular. Ayrıca çatışmalar esnasında 30 tutuklu hapishaneden kaçtı. Meksika resmi makamlarınca alınan karar gereği, El Chapo’nun oğlu Lopez “daha fazla ölümün yaşanmaması için” serbest bırakıldı.
Bu noktada tartışılması gereken temel sorunlar, devletin bölgedeki otoritesini zayıflatan sebepler, bölgedeki uyuşturucu ve suç gruplarının etki kapasitesi ve bu gruplara karşı alınan önlemlerin boyutlarıdır. Bir diğer tartışılması gereken konu ise ABD’nin bu sorunları, bölgeye müdahale etme aracı olarak görmüş olması ve bölgeye yönelik “güvenlikleştirici” politikalar geliştirmesinde yatmaktadır.
Latin Amerika, ulusaşırı suç örgütleri ve Sinaloa bölgesi
1930’larda Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Latin Amerika kıtası arasında süren alkol kaçakçılığı, 1960’larla beraber uyuşturucu kaçakçılığına evrilmişti. Latin Amerika’da Kolombiyalı Pablo Escobar ile yaygın hale gelen uyuşturucu kaçakçılığı, Meksika’yı önce bir pazar, akabinde ise ana üretici ve dağıtıcı haline getirdi.
1980’lerin çift kutuplu siyasi atmosferinde, Latin uyuşturucu baronları ve solcu gerilla grupları arasında koordineli çalışma zemini doğmuştu. Pablo Escobar gibi sadece uyuşturucu kaçakçılığıyla ilgilenen kimi unsurlar, yerlerini artık şiddet uygulayan gruplara bırakmaya başladılar. 1984 sonrasında böylesi bir atmosferde, gerilla oluşumları ve uyuşturucu kaçakçıları arasında ortaya çıkan ittifakla birlikte, “narkoterör” kavramı ortaya çıktı; sol grupların ve uyuşturucu baronlarının adeta “birbirlerinden öğrenme” aşamasına geçildi. Bu aşamada uyuşturucu baronları sol motivasyonlu gruplardan silahlı çatışma yöntemlerini ve iktidara yönelik baskı mekanizmalarını öğrenirken, sol gruplar da illegal finans kaynaklarını elde etmeye yönelik yöntemleri ve çeşitli organize suç rotalarını keşfettiler.
Meksika’nın özellikle Sinalao bölgesinde bulunan Culiacan şehri, 1980’lerin sonu itibarıyla kokain ticaretinde bir ivme kazanarak ünlendi. Öte yandan, uyuşturucu kaçakçılığıyla uğraşan yerel kartellerin ve çetelerin çoğalmasıyla birlikte bölge halkı da zenginleşmeye başladı. Bu duruma paralel olarak, bölgede uyuşturucu üretimi ve ticareti alanında çalışanların sayısı arttı ve işsizlik azaldı. Özellikle üretim safhasında çiftçilik, hasatla görevli mevsimlik işçilik, pilotluk, sürücülük ve kimyagerlik gibi iş kolları öne çıktı. Hatta Meksika ve civarında “narko-dolar” kavramı ortaya çıktı. Bölge halkının refah seviyesinin neredeyse tek kaynağının uyuşturucu olduğu ABD Dışişleri Bakanlığı’nca ifade edildi. Fakat yine 1980’lerin sonları boyunca, Latin Amerika bölgesindeki hükümetlerin meşruiyeti halkların gözünde azaldı. Meksika başta olmak üzere, bölge devletlerinin aşırı dış borçlanmaya gitmesiyle, uyuşturucu üretimine yönelik zorlayıcı tedbirler getirildi. Bu durum özellikle Meksika’nın kırsal kesimlerinde yüksek bir işsizliğe neden oldu ve bölgedeki siyasi sebeplerin de etkisiyle Kolombiya, Peru ve Bolivya gibi devletlerde, rejimlerin darbe yoluyla değişmesine sebep oldu.
1990’larla beraber, başta Arellano-Felix Organization (Tijuana Cartel), Los Zetas, Amado Carrillo Fuentes, Gulf, La Familia Michoacana ve Beltran-Leyva olmak üzere, Sinaloa karteliyle beraber, ABD ile Meksika arasında 7 önemli ulusaşırı suç örgütü ortaya çıktı ve bunlar uyuşturucu rotasını yönetmeye başladılar. Kendi aralarında çekişmeyi sürdüren gruplar suikast, bombalama gibi saldırılarda birbirlerini hedef aldılar. Karşılıklı saldırılarda çok sayıda kayıp vermiş olsalar da, ABD’nin 2011’de yayımladığı Kongre raporuna göre, El Chapo’nun ulusaşırı suç çetesi, baskın aktör olarak hâlâ varlığını sürdürüyor. El Chapo 2014’te yakalanmış, akabinde hapishaneden kaçmış ve 2016’da Meksika’da yakalanarak tekrar tutuklanmıştı. Gücünü koruyan Sinaloa kartelinin başına ise El Chapo’nun oğlu Ovidio Guzman Lopez gelmişti.
ABD Uyuşturucu ile Mücadele Dairesi (DEA) ve Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Programı (BM UNODC) tarafından hazırlanan raporda, ulusaşırı suç örgütü olarak adlandırılan ve uyuşturucu ticaretini yöneten Sinaloa ve Jalisco Nueva Generacion kartelleri hâlâ en büyük kriminal uyuşturucu tehdit olarak niteleniyor. Uyuşturucu ticaretiyle gelen iç anlaşmazlıklar ve ABD ile yaşanan çatışmalarla beraber, ABD’nin komşusu Meksika’da ulusaşırı suç örgütleri her türlü yasa dışı faaliyetlerini sürdürmeye devam ediyorlar.
1960’ların sonu ve 1970’lerde Richard Nixon’ın küresel uyuşturucu ticaretinin azaltılmasına yönelik girişimleri Meksika’da da karşılık buldu. Bu anlamda ABD, finansal ve askeri yardımlarıyla uluslararası çapta uyuşturucuyla mücadele etmek adına, Meksika bölgesindeki şiddet olaylarına da dikkat kesildi. Özellikle 2006 yılında ABD, Kolombiya ve Meksika hükümetleri uyuşturucu kartellerinin tamamına yönelik bir savaş başlattılar. Böylece devlet otoriteleri tarafından uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadeleye yönelik önemli adımlar atıldı. Buna ek olarak 2007’de ABD ve Meksika arasında “Merida Girişimi” adlı hukuki düzenlemeleri ve sınır güvenliğini içeren bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma ile ABD Meksika’ya yaklaşık 2 milyar dolarlık yardımda bulundu. Anlaşma sonrasında, Meksika’da dönemin Devlet Başkanı Felipe Calderón eliyle yürütülen uyuşturucu savaşı ülke içinde şiddetin artmasına neden oldu.
Mücadelenin ilerleyen safhalarında ortaya çıkan sayılar, bölgedeki uyuşturucu kartellerinin etki kapasitesini ölçmeyi sağlıyor: ABD kongresi ve DEA raporları tarafından en son 2013’te bildirilen verilere göre, uyuşturucuyla savaş sırasında 120 binden fazla insan hayatını kaybetti. Ayrıca bahse konu kartellerin yıllık ortalama 15 ila 55 milyar dolar arası gelir elde ettiği tespit edildi. Bununla beraber, karteller tarafından 1990’larda Karayipler-Güney Florida hattı üzerinden ABD’ye taşınan kokain, günümüzde Meksika-Orta Amerika hattı üzerinden taşınıyor. Meksikalı ulusaşırı suç örgütleri, ABD’ye taşınan kokainin yüzde 95’inden sorumlu olmakla beraber, haşhaş ekimi, metamfetamin ve eroin kaçakçılığı da yapıyor. Meksika’da mafya ve çete benzeri yapılanmalar olan ulusaşırı suç örgütleri 2010 ve 2017 yılları arasında yaklaşık yedi bin silahlı soyguna karıştılar.
ABD ve Meksika arasındaki uyuşturucuyla mücadele işbirliğinin raporlara yansıyan bir başka yönü de ABD’nin Meksika üzerinde kurmak istediği tahakküm olarak karşımıza çıkıyor. ABD Soğuk Savaş süresi boyunca, komünizm ve yerel isyancı tehdidine vurgu yaparak Meksika hükümetinin bu unsurlara karşı mücadele etmesini sağladı. Bu bağlamda, Meksika ve civarı sadece uyuşturucu kaçakçılığı anlamında değil, aynı zamanda 1950’lerden beri ideolojik olarak Sovyet Rusya’nın ekseninde olması nedeniyle de ABD’nin “yakın çevresinde” hayati bir ulusal güvenlik tehdidi olma özelliğini taşıyordu.
Soğuk Savaş’ın hemen sonrasında ise uyuşturucu tehdidiyle mücadele hususunda ABD’nin Meksika’yı yönlendirmesi söz konusu olmuştu. Bu anlamda, askeri güvenliğini güçlendirmesi gereken Meksika, silah ticareti hususunda ABD’nin eksenine girerek, neredeyse tüm savunma ihtiyaçlarını ABD’den karşılamaya başlamıştı. 2018’de dönemin CIA başkanı Mike Pompeo’ya göre ise ABD’nin bölgeye yönelik tüm müdahalelerine rağmen, Meksika ve civar ülkelerde “siyasi risk” devam ediyordu.
Bu tespit, ABD’nin bölgeye ve Meksika’ya daha fazla angaje bir güvenlik politikası izleyeceğini gösteriyordu. Özellikle Meksika’da o dönem gerçekleşen seçimlere Rusya’nın karıştığına yönelik iddialar ve yerel suç/uyuşturucu örgütlerinin “devlet desteği” aldığına yönelik söylentiler, ABD’nin Meksika’ya yönelik “güvenlikleştirici” politikalarını artırmasını kolaylaştırdı. Böylelikle ABD’nin, “yakın çevresi” Meksika başta olmak üzere Latin Amerika’nın muhtelif yerlerine her türlü “müdahaleci” anlayışını sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Bununla beraber, çeşitli medya ve istihbarat birimlerine yansıyan bilgilere göre, önemli CIA yetkililerinin uyuşturucu ve silah kaçakçılığı gibi alanlarda Meksikalı yerel uyuşturucu kartelleriyle birlikte çalıştığı tespit edilmiştir.
ABD ve Meksika’nın 1980’lerden bu yana mücadele ettiği sorunların başında gelen uyuşturucu kartelleri, her iki ülke için halen somut bir tehdit olma özelliğini sürdürüyor. Ayrıca ABD, 1950’lerin sonundan 1990ların ortalarına kadar bölgeyi önce CIA eliyle, akabinde ise uluslararası hukuk normlarına dayanarak şekillendirmeye çalışmış ve gerek komünizm tehdidi gerekse uyuşturucu savaşlarını “bahane” ederek bölge üzerinde etki tesis etmiştir.
Alınan hukuki ve askeri önlemlere karşın Meksika’da etkinliğini sürdüren uyuşturucu/suç örgütleri ulusal tehdit olarak da adlandırılabilir. Bu tehdidin son somut örneği olarak El Chapo’nun oğlu Lopez’in güvenlik güçleri tarafından yakalanması ve akabinde çıkan çatışmalar gösterilebilir. Nitekim çıkan olaylardan dolayı Meksika güvenlik güçleri Lopez’i saatler sonra serbest bırakmak zorunda kaldı. Bu durum Meksika ve bölge devletleri adına birtakım tehditlerin devam ettiğini gösteriyor. Bu sorunların başında, Meksika hükümetinin ülkenin özellikle Sinaloa gibi uyuşturucu/suç yapılarının yuvalandığı bölgelerde egemenliğini kaybetmesi geliyor. Öte yandan, El Chapo çetesinin diğer ulusaşırı suç örgütleri üzerinde kurmuş olduğu otoriteyle beraber, gerek Sinaloa’da teritoryal hakimiyeti gerekse de bölgede şiddet kullanma tekelini ele geçirmesi kuvvetle muhtemel görünüyor. Böylesi bir ortam, yıllardır mücadele edilen El Chapo’ya ait suç yapılanmasının, 1980’lerdeki şiddet sarmalına geri döndüğüne işaret ediyor.
Sonuç olarak bu yapı, narkotik özellikleri haiz ulusaşırı bir suç örgütünden daha ziyade narko-terör gruplarının özelliklerini bünyesinde barındırmak itibarıyla bir ulusal güvenlik tehdidine dönüşmüş durumdadır.