Yüzyıllık saflaşma ve “Tarafsız komünistler“
İçerisinde bulunduğumuz 2015 senesinde, topraklarımızda meydana gelen iki önemli hadisenin 100. yıldönümündeyiz; Çanakkale Zaferi ve Ermeni Tehciri. Çok tartışılan ve tartışmaya devam edilecek olan bu iki olayın 100. senesinde oluşumuz, yaşanan bu iki olaya her zamankinden daha fazla anlam yüklemektedir ve her zaman olduğundan daha fazla simgeselleştirmektedir. Zaten keskin olan "taraflar" daha da keskinleşmiştir. Yüzyıllık hesaplaşmalar yeniden tarih sahnesindedir. Ancak bir taraftan da, yazımızın konusunu oluşturan "tarafsızlar" var. Komünist Parti (KP)'den Aydemir Güler'in kaleme aldığı "2015 Neyin Yüzüncü Yılıydı?" yazısı da bunlardan biri. Güler'in "tarafsızlığına" yeniden değinmek üzere, öncelikle yazıdaki bazı noktalara değinmek ihtiyacı çıkıyor önümüze.
Güler, öncelikle her zamanki gibi "her türlü milliyetçiliği" bir torbaya doldurarak "tuhaf" bir atmosfer tanımlıyor ve buna şaşırıyor. Aslında şaşılacak şey tam da budur, dünyayı hâlâ siyah ve beyazdan ibaret sanmak! Daha da şaşılacak olan bir diğer şey ise, Güler'in yazısında yer alan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek'le ilgili olan "... asıl ilginç olan resmi devlet kampanyasının flaş taşıyıcısı olarak Doğu Perinçek'in misyon üstlenmesiydi. Avrupa mahkemelerinde kavga verebilsin diye yurtdışına çıkış yasağının kaldırılmasının bu anlama geldiğini saptamak durumundayız. Hükümetin doğrudan devreye girdiğinde zerre inandırıcılığı olmayan bu konuda, Perinçek'in daha etkili olacağı nereden çıktı, onu da anlayamadık." ifadeleridir. Biz anlatalım. Anlayabilmek için öncelikle araştırmayı iyi yapmak gerektiğini düşünenlerdeniz. Görülmektedir ki Güler yazısını, AKP'nin Ermeni Soykırımı iddialarına bakışının mevcut siyasi atmosfere göre nasıl değişken olabileceğini, bu tür konularda hükümetin toplumsal refleksleri gözetmeksizin adım atamayacağının su götürmez bir gerçek olduğunu, tarihinin en tıkanık günlerini yaşayan AKP'nin diğer çoğu toplumsal meselelerde yaşadığı gibi emrinde bulunduğu emperyalizmin kırbacıyla halkın kırbacı arasında bocalayıp durmakta olduğunu düşünmeyerek yazmış ve doğal olarak "anlamamış". Perinçek'in yurtdışına çıkış yasağının kaldırılması için yapılan devasa kampanyaları, CHP'nin pasifist tutumunu(tabanından ve bazı vekillerinden gelen desteğe rağmen), Mhp üst yönetiminin bozguncu tavrını(yine tabanından ve bazı vekillerinden gelen desteğe rağmen), her türlü farklı ideolojiye sahip insanların - evet bazı AKP'liler de dahil - Ermeni Soykırımı yalanlarına karşı birleşmeleri ve bunun gibi çokça örnek, istenirse rahatça araştırılıp bulunabilir şeylerdir. Emperyalizmin soykırım yalanlarına karşı verilen mücadelede bugüne kadar atılmış adımlara, elde edilen kazanımlara "resmi devlet politikasının flaş taşıyıcılığı" adını vermek, ya AKP'nin devlet politikalarından, ya da soykırım yalanlarına karşı mücadeleden bihaber olmak demektir, ikincisini daha olası buluyoruz.
Yeri gelmişken belirtelim, "AKP'li isimlerin" soykırım iddialarına karşı olduğunu belirtmesiyle devletin resmi politikası arasında farklılıklar vardır. Devletin resmi politikasını hükümet yetkililerin "ben de karşıyım" sözlerinde değil, önerdikleri yasa tasarılarında, yasamaya ve yürütmeye dair attıkları adımlarda aramak gerekir. Güler'in çözecek babayiğit aradığı "azınlıkların el konan mallarının iadesi" gibi örneğin. AKP ne derse desin, eninde sonunda emperyalizme bağımlıdır ve toplumsal uyanışın, beğenilmeyen "milliyetçiliğin" artışta olduğu bugünkü Türkiye koşullarında kendisinin önünü tıkayan, çıkmaza süren esas çelişki de buradadır. Araştırmadan, atılan adımları derinlemesine incelemeden, AKP'yi sadece televizyonlardaki propaganda konuşmalarından takip edenler, AKP'ye milliyetçi de der, hatta yeri gelir Kemalist de der.
Belirttiğimiz bütün bu hususların dışında, Güler'in alıntıladığımız yazısında Doğu Perinçek'e biçilen "flaş taşıyıcı" yaftasının, bazı "sosyalistlerin" neredeyse yarım asırlık alışkanlıklarıyla alakalı olduğunu da biliyoruz. İyisi mi, kimin "resmi politikaların" taşıyıcısı olduğunu ya da kimin siyaseti balkonlardan izlemekle yetindiğini milletimizin değerlendirmesine bırakalım, ve yazıda yer alan diğer konulara değinelim.
Sınıfsallık Devreye Girince
Güler, yazısında Ermeni meselesinin doğası gereği "Türkçü" bir dille yanıtlanabilir bir içeriğe sahip olduğundan bahsetmiş. Ancak toplumsal herhangi bir olgu, sınıfsallıktan bağımsız ele alınamaz ve salt herhangi bir kavramın kendi değerleriyle açıklanamaz. Burada "millet" kavramının da sınıfsal bir olgu olduğunu hatırlatmak gerekir. Sınıfsallık, devreye "zenginlik demişken" girmez. Güler, bir yandan Ermeni meselesinin Türkler ile Ermeniler arasında yaşanmış bir olay olarak tanımlanmasının "liberalizmin baş düşman ilan ettiği milliyetçilikle ilginç evliliğini ele verdiğini" belirtirken ve bunu Ermeni meselesinin aynı zamanda emperyalist bir saldırı olmasıyla temellendirirken, yaşanan olaya verilecek cevabı "doğası gereği Türkçülüğe" terk ederek kendi önermesini tersyüz ediyor. Komünistler toplumsal her meseleyi olduğu gibi Ermeni meselesini de herhangi bir şeye terk etmediler. Sovyet Devlet Arşivleri'nde Ermeni meselesiyle ilgili de, Çanakkale zaferiyle ilgili de, Kemalist Devrim ile ilgili de binlerce belge mevcuttur. "Türkçü" cevaplar da vermediler, emperyalizmin Ermeni halkı üzerinden Anadolu'da planladıkları kirli oyunları açıkça ve dürütslükle ifade ettiler. Güler'in de ihtiyaç duyulduğunu belirttiği "liberalizmin panzehirini", Türkçülükten ne anladığımızı netleştirmeden bulamayız. Türkçülük denildiğinde aklınıza faşist kontrgerilla çeteleri geliyorsa, liberalizmin zehirine çoktan kapılmışsınız demektir. Liberalizmin güttüğü kimlik siyasetini yalnızca tespit etmek yetersizdir, bu kimlik siyasetinin neye karşı yükseltildiği sorusu ancak bizi doğru cevaplara yönlendirir. Ezilen ulus milliyetçiliğini, demokratik devrimleri toptan görmezden gelip - ki kendilerinin temel sapması da esasında buradadır - milliyetçiliğin her türlüsünü "solcu kolaycılıkla" tek bir potada mahkûm etmeye çalışırsanız sonunda teoriden de saparsınız.
Kavramlar ve Terminoloji
Kavramlardan bahsetmişken, Güler'in yazısında bahsettiği üzere kavramsal olarak soykırımı kabul ediyor ancak yine soykırım kavramının "uluslarası ilişkiler ve hukuk çerçevesinde bir müktesebatı" olduğundan bir yandan da "olacak iş değil" diye ekliyor ve bunu çözecek "babayiğitleri" arıyor! Siyasi meselelerde taraf olmaktan kaçınarak üstten bir şekilde üstlendiği "ideoloji profesörü" kimliği, kendisini savaş esnasında cephede elinde silahıyla ne tarafa koşacağını bilemeyen kararsız bir askere çeviriyor. Sorulmalıdır, Güler'e göre soykırım yok mudur, var mıdır? "Var, ama işler çok karıştı" mantığı akla da vicdana da ne yazık ki sığmıyor.
Aynı yazıda, Almanya'nın soykırımla hesaplaşabilmesinin sebebi olarak aynı zamanda Nazizmle hesaplaşması gösterilirken, aynı şeyin Türkiye'de yapılmasının(Jöntürk devrimi kastediliyor) büyük travmalara yol açacağı öngörülüyor. Ancak bunun sebebi belirtilmiyor. Yazıda belirtilmemiş ancak biz ekleyelim, milletimiz kendi devrim tarihine sıkı sıkıya bağlıdır, hesaplaşılmak istenenin esas olarak devrim tarihimiz olduğunun bilincindedir ve bu tarihin adı, kendisini sürekli ayrıştırdığı halkçılık ve milliyetçiliktir.
Güler'in yazısında yer alan onca önermeden sonra, kendisini "ulusal, etnik kimliklere göre tasnif etmeyen, bunların önüne sınıfsallığı koyanlardan" bahsediyor. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, millet kavramının sınıfsallığı atlanıyor ve sınıfsallık "millet adı telaffuz etmemek" olarak tanımlanıyor. "Vatanların birliği" olan Enternasyonalizmi "vatansızlık" olarak gören anlayış misali, ne yazık ki bu tanımlama tamamiyle liberalizmin ideolojik tahrifatı sonucunda ortaya çıkmış bir tanımdır. Burada sormak gerekiyor, kendini sınıf kimliği dışında herhangi bir kimlikle ifade etmeyen "pir-u pak proleter" anlayış, vatan savunması kavramına nasıl bakar? Ya da bakar mı?
Sonuç olarak, bir meseleye sınıfsal bakmak ne anlama gelir? Bir meseleye sınıfsal bakabilmek demek, toplumlar içerisinde temelde birbirleriyle sosyal, politik ve ekonomik anlamda çatışmakta olan ancak yer yer başka bir düşmana karşı uzlaşabilen farklı toplumsal katmanların birbirleri arasında kurduğu ilişkiler bütününün bilimsel analizidir. Marksizmin penceresi birçok bilimsel sonuca ve görevlere açılır ancak "İçinde işçi yok" diyerek cephe dışında kalma anlayışına açılmayacağı kesindir.
Ermeni soykırımı iddialarında olduğu gibi, bütün siyasi meselelerde tarih taraf olan bütün kuvvetlere saflaşmayı dayatır. Tarih, bu saflaşmalar sonucunda yürüyen mücadelelerle ilerler. Bu mücadele cephesinde "hakem" görevini üstlenip tarihsel saflaşmadan sıyrılmak hayattan kopmak anlamındadır ve buna kalkışanları eninde sonunda her anlamda "saflaştırır".
Aydemir Güler'in ilgili yazsısını okumak için buraya tıklayın
Erkin Öncan
Vatan Partiisi Öncü Gençlik GYK Üyesi