Sadece Silivri'nin değil Türkiye'nin duvarları yıkıldı

Ergenekon davasının ilk gözaltına alınan ismi olan Mehmet Demirtaş, yargılamalar sırasında halktan güç bulduklarını söyleyen ekliyor: Hiçbir şey yemeden, su içerek kırk gün dayanabilirsiniz. Ama işte arkanızda, o duvarları yıkan manevi güç varken sonsuza kadar yaşarsınız.

Abone ol

Ergenekon davasının ilk gözaltına alınan ismi olan Mehmet Demirtaş'la tertibi ve sonrasında yaşananları konuştuk.

Ergenekon tertibini başlatan ilk adım Ümraniye'deki gecekonduda 'ihbar' üzerine yapılan arama oldu. Evin eski sakini Mehmet Demirtaş, FETÖ'cü polislerin çatıda bulduğunu iddia ettiği bombalarla irtibatlı gösterildi. Yeniden yargılaması yapılan Ergenekon davasında Demirtaş'a, tertibin temelini oluşturan, kimsenin görmediği sözde bombalar yüzünden 3 yıl 4 ay hapis cezası verildi.

Oktay Yıldırım'la beraber Ergenekon davasında en uzun tutuklu kalan Mehmet Demirtaş, 12 Haziran 2007'den bu yana yaşadıklarını, Türkiye'nin bu süreçten çıkarması gereken dersleri Aydınlık'a anlattı.

Demirtaş içerde kaldığı süre boyunca dışardan gelen desteğin içerde büyük bir güç yarattığını, bu gücün duvarları yıktığını söyledi. “Barikatların yıkılması sadece bizim cezaevinden çıkmamız değildi. Türkiye'nin de barikatları yıkıldı” diyen Demirtaş duruşmalarda sürekli hücumda olduklarını belirtti: “Hiç savunmada kalmadık. Karşıdan gelen bir saldırı vardı. Biz onlara karşı sürekli hücumdaydık.”

-Niye ilk siz alındınız?

Biz 2007'de tutuklandık. 2006'da menfur Danıştay saldırısı vardı. Orada rahmetli Muzaffer Tekin'nin adını geçirdiler. Savcı Muzaffer Tekin'i serbest bırakmaya karar verdi. O esnada Muzaffer Tekin'i ben tanımıyorum, Oktay Yıldırım tanıyor. Ben 94-95 yılında Yıldırım ile birlikte askerlik yaptım. Bize askerliği sevdiren, asker doğmuş bir adam... Askerden sonra yeniden bağlantımız bir askerin annesine kan aranırken oldu. Oktay Yıldırım biliniyor, muhalif yazıları var. Aynı zamanda gösteri yürüyüşlerinde yer alıyor. Buna bir şekilde ulaşılmalıydı. Ben alındıktan 6 saat sonra o gözaltına alınıyor. Ondan sonra zaten Muzaffer Tekin ile irtibatı var, görüşmesi var denilerek Muzaffer Tekin alınıyor. Onlar başladıklarında nereye kadar gideceklerini çok iyi biliyorlardu. Biz de az buçuk tahmin edebildik. Ben askerde onbaşıydım. Ama onbaşıdan başlayıp Başbuğ'a kadar devam edeceklerini düşünemiyorduk.

'DEVLET İMZALA DEDİ İMZALADIK'

Bir de ben gözaltına alınmadım. Telefondaki polis, devlet memuruna yakışmayacak şekilde konuşunca sinirlendim. Aradıktan sonra polisin istediği yere gittim. Çünkü ben hala öyle düşünüyorum; Polis devlettir, çağrınca gidersiniz. Mesela tutanak geliyor, imzalıyorum. Karşımızda devlet var çünkü. Bakıyorsun imzalıyorsun. Ben mesela sözde aramaya eşlik etmişim ve hiçbir zararımın olmadığına dair kağıdın altına imzamı atmışım. Evet bir kayıt var mı var. Ama ben aramada yokum. Bunu ben imzalamışım. Durum şu; Vatan'da TEM şubede bana yüzlerce tutanak imzalattılar. Yemek yiyorsunuz ona bile 'imzala' diyorlardı. O dönem bir fetokulli olur diye aklımızdan geçmiyor ki. Şimdi okumadan, avukatıma da okutmadan asla bir şey imzalamam.

-Cezaevinde 'biz niye buradayız' sorusuna cevap ararken zihninizden neler geçti?

Oktay Yıldırım bana şöyle dedi; 'Çocuk, bu içerdekilerin sorunu olduğu kadar, dışardakilerin de sınavıdır. Büyük bir sınavdan geçiyoruz. Nerede duracağımızı ona göre belirleyeceğiz.'

Ben aktif olarak siyasi açıdan aktif biri değildim. Kendi halinde çalışan bir işadamıydım. Haberleri bile gece haberlerinden takip ediyordum.

'YANAN AMPÜLE BİLE ÜZÜLDÜM'

-Devlet buradan hangi dersi almalı?

Burada bütün sanıklar çok zarar gördü. Ama zararın en büyüğünü gören memleketimiz oldu. Bunca harcanmış zaman... Orada yanan ampüle, nöbet tutan askere bile çok acıdım. Kaybettiğimiz şeyler oldu ama çok da kazanım var.

Bu adamların arkasında emperyal güçler var. Bir general bir sümüklü vaize neden biat eder. Şunun için; sizin devlet olarak, çocuklarımızı üniversiteye gönderdiğimizde, liseye gönderdiğimizde barındıracak yurdunuz yok ise sümüklülere mecbur kalınır. Bu adamların hepsi hain damgası yedi. Hepsi bu memleketin kaybedilmiş birer değeridir. Neden? Çünkü bir SAT komondosu 20-30 yılda yetiştirilir. Devlet buna para harcar, emek harcar. Devlete hizmet etsin diye...

Bir de şu var; liyakatsiz adamları bu bizden, şu sizden deyip bir yerlere getirirseniz memleketin başına bela etmiş olursunuz.

-Siz 90'lı yılların başında Refah Partisi'nde siyaset yaptınız değil mi?

Tabii ki. İnsan geçmişini saklayamaz. Refah Partisi 1994'te belediye başkanlığını kazandı ve biz aktif siyasetten çekildik.

-Neden çekildiniz?

Refah Partisi'nde millici olan adamların hiçbiri, hiçbir yerde değiller. Çocuğunun ilaç parasını seçim döneminde bayraklara harcayan gerçek millici insanlar, kenarda köşede kaldı.

BAYRAK İYİ DALGALANIYORSA SAĞINA SOLUNA BAKMAM

-Silivri’de Vatan Partililer ile yattınız. Nasıl karşıladınız?

Şöyle diyelim öncesinde Vatan Partisi'ne soğuk bile bakıyordum. İnsan medyadan duyduğu ile hareket ederse yanılıyor. Önümüzde koca koca komutanlar geldi kürsüye çıktı. O zamanki İşçi Partisi'nden kürsüye kim çıkarsa çıksın ağzından dökülene imza atmamak imkansız. Bizim yaptığımız savunma değil, her zaman hücumdu. Hiç savunmada kalmadık. Karşıdan gelen bir saldırı vardı biz onlara karşı hücumdaydık sürekli. Yani böyle bir duruş sergilediklerinde orda durmak gerektiğini anlıyorsunuz.

'VATANSEVERLİK METREYLE ÖLÇÜLMEZ'

Aslında şunu gördüm; Vatansevelerin birbirinden bir farkı yok. Ben en sağdan geldim. Şu an en soldayım, evet. Bayrak burada iyi dalgalandırılıyorsa ben onun sağına soluna bakmam. Çünkü benim tek bir derdim var o da vatan. Kimse kimsenin vatanseverliğini metre ile, kilo ile ölçemez, zor anlarda verebileceği refleks ile ölçülür. Yani mevziden kaçan olursa ben o adamın vatanseverliğinden şüphe ederim.

-15 Temmuz’da neredeydiniz ?

Evdeydim.

-İlk haberi nereden aldınız? Ne düşündünüz?

İlk haberi radyodan aldım. O gece sürekli telefon aldım. Tabi herkes bizim FETÖ ile savaştığımızı biliyor.

'SABAHA BU İŞ BİTER'

-Ne cevap verdiniz?

Dedim ki; FETÖ darbe yapmaya kalkıştı. Hiç merak etmeyin. Sabaha bu iş biter.

-Neye güvenerek bu tepkiyi verdiniz?

Türk Milletine güvenerek.

'SİZ DIŞARIDAN BİZ İÇERİDEN...'

-Silivri yargılamalarından sizde iz bırakan görüntü ne?

Bu dava hukuk fakültelerinde birinci sınıfta okutulmalı. Bir ceza davası düşünün dosya içerisinde turşu tarifinden basur tedavisine kadar her şey var. Gelecekte hak, adalet savaşçısı olarak yetiştireceğimiz avukatlarımız, hakimlerimiz, savcılarımız bu dersleri alarak bundan sonra tertiplere asla yol vermeyeceklerdir.

-İçeride kimlerle yattınız?

Oktay Yıldırım, Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, Turhan Özlü, Ayhan Atabek, Kenan Temur, Gazi Güder, Bekir Öztürk, Halil Behiç Gürcihan vardı. Tabi bir süre sonra bazı isimleri tahliye ettiler. Köksal Şengün başkanlığında... Köksal Şengün ben dahil olmak üzere herkese tahliye istedi. Çünkü hukuk adamıydı. Zaten devam etme şansı olsaydı kalırdı.

GIDAMIZ TÜRK MİLLETİNİN GÜCÜYDÜ

-Çadırın sesi geliyor muydu içeri?

Çadırın sesi içeri çok güzel geliyordu. İçerdekine dışardakinin duruşu güç veriyordu. Kürsüye çıktığımızda karşı cepheden gelen saldırıya hücum ederken birbirimizden güç alıyorduk. Arkamızda Türk Milleti var korkmayın. Nice badireler, nice sıkıntılar atlatmış böyle bir millet var.

İnsan vücudunun yemek yemeden ayakta kalabilme süresi kısıtlıdır. Hiçbir şey yemeden, su içerek kırk gün dayanabilirsiniz. Ama işte arkanızdaki o manevi güç, yani o duvarları yıkan manevi güç varken sonsuza kadar yaşarsınız. Sizi hiçbir şey öldürmez eğer öyle bir gıdadan besleniyorsanız, arkanızda Türk Milleti gibi bir gıda var ise duvarlara dayanır barikatları yıkarsınız.

'TÜRKİYE ORAYA NEFES ALMAYA GELMİŞTİ'

-Silivri'den çıktığınız günden aklınızda kalan bir şey var mı?

İçerde çok uzun süre kalınca değişik insan yüzüne hasret, oksijene hasret çıkıyorsunuz. Uzun süre böyle suyun altına tutulup sonra bir yukarı çıkış gibi... Ben şöyle bakıyordum; Türkiye oraya gelmiş. Türkiye nefes almaya çıkmış. Yani taşlar ondan sonra yuvarlandı. Barikatların yıkılması bizim sadece cezaevinden çıkışımız değildi ki... Türkiye'nin de barikatları yıkıldı. Ülkenin bir refaha kavuşması, ülkenin önündeki duvarların yıkılması gibiydi.

Türk ordusunu kafesledik diyorlardı...

Bu ordu öyle kolay kolay kafeslenecek bir ordu değil. Elinde silahı olmasa da tankın altına boynunu uzatabilecek kadar yürekli gencecik çocukları var bu vatanın.

'MEDYA DOĞRUYU SÖYLEMEMİZDEN KORKUYOR'

-Ergenekon'un bedelini ödeyen, içerde yatan isimleri televizyonlarda göremiyoruz. Sizi neden çağırmıyorlar?

Bizim de çağırıldığımız kanallar oluyor. Doğruyu anlatırız diye korkuyorlar. Arkanızda bir holding varsa, ticari işleriniz varsa biraz zor. Davanın başından sonuna kadar orada olan hukukçu Zeynep Küçük var. Onu da çağırmıyorlar. Çünkü babası Veli Küçük. Onu soranlara ben şöyle bir şey diyorum; benim babam hakkında iki bin kere müzakere yazılsaydı mutlaka bir eksiği çıkabilirdi. Ama Veli Küçük hakkında iki bin kere müzakere yazıldı. Canlı tanığıyız, suçlayacak bir şeyleri olsa suçlayacaklardı. Tek suçu vatanı sevmekti bu adamların.

'EKONOMİYLE GÜÇLENMELİYİZ '

FETÖ'nün vücudunu dövüyoruz ama parası ve aklı dışarda.

Güçlüye kimse yanaşamaz. Bu memleket güçlü olursa bunun uzantıları da bunu desteklemekten vazgeçerler. Bu millet zor anlarda, her zaman tek yürek olmuş ama bir çok şeyin başında ekonomi geliyor. Nasıl güçlü olacağız elbette üreterek.

-FETÖ siyasi atak yapar mı sizce?

Siyasi atağı nerden başaracak bu adam? Artık bu memlekette bir alıcısı yok. Bu memlekette gerçek, masum, dindar insanlar var. Onların bile artık onun adını duymaya tahammülü yok. Bu millete kurşun sıkarken biraz da kendi ayaklarına sıktılar.

Ece Sidilli/ Aydınlık

CHP parti programını değiştiriyor Gündem MHP'den Meclis'te ABO açıklaması - Son dakika 11 Temmuz 2019 Perşembe emeklilikte yaşa takılanlar EYT ve aylık bağlanma oranları haberleri Gündem FETÖ'nün böcekçisi 8 yıl sonra yakalandı Gündem Fırat'ın doğusu alarmı Gündem