Bahçeli: Yılın diğer günlerinin suyu mu çıktı?
Devlet Bahçeli grup toplantısında konuşma yaptı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin konuşmasından satır başları şöyle:
Parçalanmamızı kurguladılar devleşen mücadelemizle engel olduk. Birbirimizden kopuşumuzu planladılar kenetlenerek işgal planlarını buruşturup yüzlerine fırlattık.
Başaramadılar nitekim Türk milletinin milli haysiyetine leke süremediler.
Asla taviz vermedik ancak hala durmuyorlar pes etmiyorlar.
Bu amaca hizmet etmek için terör örgütlerini teşvik ederek mazisi yüzyılları bulan vahşi emelleri diri tutuyorlar. Durgunmuyuz yoksa atılgan mı bunu değerlendiriyorlar.
Korkak mıyız yoksa sabırlı mu bunu analiz ediyorlar. Türk milletini tanımayanlar mutlaka rezilliklerinin içinde boğulup gideceklerdir.
Milli bünyemizi kundaklamaya çalışıyorlar. terör örgütlerini siyasi ve stratejik planları doğrultusunda kullanıyorlar. Özellikle ABD aynı senaryonun içinde olmaktan utanmıyor.
Teröristlerinin başına ödül koyulması zaman itibariyle kuşku uyandırıcıdır. ABD'nin YPG'yi kollayıp PKK'yı hedef alması yeni bir kandırmacadır.
Dünya alem bilir ki YPG eşittir PKK'dır. ABD, YPG'yi desteklemekte, eğitim desteği vermektedir. ABD ile YPG arasında Suriye'nin bölünmesi hususunda adi bir paslaşma bulunmaktadır.
Sinsice kalleşçe devam etmektedir.
Başına 12 milyon dolar dedikleri teröristlerin bizim gözümüzde delikli kuruş kadar değeri yoktur. Milletimizin gözünü boyayacağını zannetmesinler.
YPG demek PKK demektir, ölüm demektir. Bebeklere sıkılan kurşun, mazlumlara ihanet demektir.YPG'nin yuları Kandil'in elindedir.
PKK da teröristtir, YPG de teröristir. Hiç bir fark yoktur. Yeni vandal oyuna Türkiye Cumhuriyeti düşmeyecektir.
Merak ediyoruz bu ödül parasının sponsoru kim olacaktır. ABD terörle arasına mesafe koymadıkça YPG demek PKK demek ABD demek olacaktır.
Bize göre 1. Dünya Savaşı'nın sancıları geride bırakılmış değildir. Paylaşım kavgaları dehşet verici hale bürünmüştür. Tarihin akışını değiştirmek isteyen yabancı odaklar ve yerli işbirlikçileri gönül bağımızla irtibatımızı kopartmak istemişlerdir.
Türkiye düşmeden insanlık düşmeyecek gölgemiz devrilmeyecektir. Türkiye'den bir Irak çıkarmaya gayretle heves edenleri acıklı bir son beklemektedir.
Terör örgütleriyle amansız ve talihsiz mücadele edilerek Fırat'ın doğusu da batısı da tertemiz yapılmalıdır.
Medeniyetler ve milletler mücadelesinde yenilmeyeceğiz, eğilmeyeceğiz, mahçup düşmeyeceğiz. Zalimlere karşı dimdik duracağız.
Tarih şuuru anlam bunalımına çaredir, kimliksizliğin şifa kaynağıdır. Tarihi şuurla idrak edemezsek gelecek hakkında konuşacak yüzümüz olmayacaktır.
Ortadoğu'daki şiddet ve savaşın bitişi ne zaman anılacak? Paris'teki anma toplantılarında milliyetçilik adeta öcü gibi gösterilmiştir. Sömürgecilik ile milliyetçiliği karıştırmak ahmakçadır.
1. Dünya Savaşı'nda yaklaşık 20 milyon kişi hayatını kaybetmişti. Dünya üzerinde yaşanan tahribat korkunç boyutlara ulaşmıştı.
11 Kasım 1918'de bir ateşkes anlaşmasıyla son bulmuştu. Aynı zamanda bu Osmanlı İmparatorluğu'nun sonu olmuştu. En fazla külfete biz katlanmıştık.
Osmanlı Beyliği 1299'da 5631 km2 lik bir alanda kurulmuştu. Beylik aşamasından devlet aşamasına geçtiğinde toprakları 95 bin km2 ye ulaşmıştı.
En geniş zamanlarında 24 milyon km2 lik bir coğrafyada hüküm sürüyordu. Ne kadar güçlü ve muktedir bir tarihe sahip olduğumuz görülecektir.
1699'dan 12 Ağustos 1914'e kadar geçen sürede yaklaşık 20 milyon km2 toprak kaybettik.
Türk milleti enkazın içinden doğrulmayı bildi. Bağımsızlığı namus belledi. Biz 1. Dünya Savaşı'nın neresini tutup neresine saygı duyacağız? Döktükleri kandan, çaldıkları topraklardan hiç pişmanlık duymuşlar mıdır?
Bize Macron ne söylüyor? Merkel ve diğerleri ne anlatıyor? Söyleseler bile inandırıcılıkları ve itibarları olacak mı? Türkiye'yi siyasi oyunlar oynamakla itham eden Fransız zihniyeti asıl oyunları, asıl içten pazarlıkları, asıl ikiyüzlülükleri kendilerinin sahnelediğini ne zaman görüp kabullenecek? Birinci Dünya Savaşı'nın mirası üzerine utanmadan kapaklanıp konan bu sömürgeciler, bize hangi demokrasiden, hangi barıştan, hangi insanlık ve huzurdan bahsediyorlar?
Birinci Dünya Savaşı bitmiş falan değildir. Kanlı sayfa açıktır, çatışmalar ve çekişmeler sadece bünye değiştirmiştir. Bir damla petrol için devasa medeniyet ve tarihi birikimlere savaş açanlar bu dünyada değilse, mahşerde yaptıklarının bedelini mutlaka ödeyeceklerdir. Allah'ın sopası yoktur ve adaleti tartışmasızdır. Çekildiğimiz hiçbir toprak parçasında, hiçbir coğrafyada huzur yoktur, umut yoktur, adalet yoktur, barış yoktur, saadet ve selamet yoktur. Ahımızı alanlar bu dünyada gün yüzü görememişler, ilelebet de göremeyeceklerdir. Bu nedenle, Paris'te yüzüncü yıl dönümü anılan ve infazımızın ilanı demek olan malum ateşkes antlaşması bizim ayaklarımızın altındadır, hiçbir ahlaki, vicdani ve manevi hüküm ihtiva etmemektedir.
Atatürk'ü sevenler, sevmeyenler cephesi tehlikeli şekilde tırmandırılıyor. Anıtkabir ile Kocatepe arasında aşılmaz duvarlar örülüyor. Bu yanlıştır cepheleşme tetiklenmektedir.
MHP Anıttepe ile Kocatepe arasına çekilmiş çelik bir halattır. Atatürk de bizimdir, Ankara da bizimdir, camii de bizimdir, cemevi de bizimdir. Doğulusu da biziz, batılısı da biziz, güneylisi de bizden, kuzeylisi de bizden bir parçadır. Biz büyük Türk milletiyiz.
Bunun altından kalkamayacaklardır. Gelişmeler ve gidişat hayra alamet değildir. Atatürk bahanesiyle mukaddesimize tahammülsüzlük sergilenmektedir. Milli ve manevi değerlerimiz örselenmektedir. Türkiye üzerinde kumar oynanmaktadır.
Bir yanda bunlar oluyorken, diğer yanda Diyanet İşleri Başkanı'nın geçen hafta gerçekleştirdiği esef verici bir ziyareti tartışmaların odağına oturmuştur.
Diyanet İşleri Başkanı, 9 Kasım saat 14.30'da cübbesini giyip, eline de vereceği hediyesini alarak Atatürk'e hakaret eden, Yunan tezlerine methiyeler düzen fesli Türk düşmanını ziyarete gitmiştir. Bunun tamamen insani duygularla yapılan hasta ziyareti olduğu bizzat Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açıklanmıştır. Kimin nereye gideceği, kimin kiminle görüşeceği veya düşüp kalkacağı, hangi maksatla buluşacağı bizim meselemiz ve ilgi alanımız değildir. Herkes beşeri münasebetlerinde toplumsal adap ve ahlaki ölçülere uyduğu sürece özgürdür. Anlayamadığımız, tuhafımıza giden, garipsediğimiz husus, Diyanet İşleri Başkanı'nın fesli provokatörü ziyaret tarihindeki manidarlıktır. Diyanet İşlerinin Sayın Başkanı, sorarım sana, meczubu ziyaret tarihi olarak bula bula 9 Kasım'ı mı buldun? Yılın diğer günlerinin suyu mu çıktı? Diğer tarihler torbaya mı girdi? Durdun durdun da 10 Kasım'dan bir gün önce mi hasta ziyaretini hatırına getirdin?
Mustafa Kemal'e ne inançlarımıza ne de kültürümüze uymayacak şekilde bühtanla saldıran şahsı 10 Kasım'ın arifesinde ziyaret etmek nasıl bir aklın, nasıl bir çarpıklığın mahsulüdür? '10 Kasım saat 9'u 5 geçe kenefe gidin' diyen, Yunan galibiyetine özlem çeken bir çukur şahsiyete geçmiş olsun demek, bunu da milletimize kafa tutar gibi ulu orta yapmak fesli münafığı manen onaylamak, yanında olmak, arka çıkmak değil midir? Ne istiyorsunuz cumhuriyetten? Atatürk düşmanlarına zırh olmak gayeniz nedir?
Diyanet İşleri Başkanlığı görevi, Türkiye Cumhuriyeti'ne söven, kurucu değerlere ihanet eden, kurucu şahsiyetlere galiz ifadelerle yüklenen vatansızları aklama, anma ve alkışlama görevi değildir. Aksi tavır ayıptır, günahtır. Türk milletinin ortak değerlerine saldıranlara maneviyatımızda cevaz yoktur, yer yoktur, hoşgörü olamayacaktır. Hangi kurumuş vicdan, hangi satılmış ruh, hangi işgal artığı varsa duysun ve bilsin ki Gazi Mustafa Kemal Atatürk milletimizin ortak değeridir. Bu gerçek değişmeyecektir. Ancak, Atatürk üzerinden, Anıtkabir'e gelen kalabalıklar gerekçesiyle yeni bir karşıtlık oluşturmaya, yeni bir güç devşirmeye de hiç kimse heves etmemelidir. Bu yolun sonu karanlıktır, çıkmazdır, hüsrandır, buhrandır.
Tartışmaların göbeğindeki Diyanet İşleri Başkanı'nın kendi durumunu gözden geçirip erdemli davranış içinde hareket etmesi ve gereğini derhal yapması samimi tavsiyem ve temennimdir.