'Atatürk’ün varlığı bütün milleti ordu haline getiriyor'
Aydınlık kitap eki geçen hafta yaptığı Celâl Şengör söyleşisine bu hafta da devam etti.
İşte Aydınlık kitap ekinin bu haftaki söyleşisi:
Atatürk’e diktatör diyen de, diktatörlüğün ne olduğunu bilmiyor. Çok demokrat diyen de bilmiyor. Pozitivist diyen de, pozitivizmin ne olduğunu bilmiyor. Diyorum ki diktatör nedir? Diktatör, roma senatosunun oylayarak verdiği bir rütbedir. Magistratus Extraordinarius denen kişiye Diktatör rütbesi verilir. Şu süre içinde, şu sıkıntıdan kurtulalım denir. “Atatürk pozitivistti” diyorlar. Bizim yobazlar bilimi pozitivist zannediyorlar. Pozitivizme saldırarak bilime saldırdıklarını sanıyorlar. Pozitivizm 19. Yy ortalarında kaldı. Bu tamamen cehaletin ürünüdür
A.M. Celal Şengör ile Dahi Diktatör üzerine
Atatürk’ün varlığı bütün bir milleti ordu haline getiriyor
Atatürk halkın içinde bir adam. Hava Tümgenerali İhsan Aras akrabımızdı. Onun anısı: Eskişehir ordu evinde teğmenler masanın etrafına oturmuş rakı içiyorlar, başka kimse yok. Kapı açılıyor, bir bakıyorlar Atatürk. Hemen ayağa kalkıyorlar. “Oturun çocuklar, oturun. Bana bir rakı ısmarlayın” diyor. Ondan sonra gülüyor: “Bana ısmarlayamazsınız, sizde de para yoktur. Çünkü ben sizin durumunuzdayken bende de yoktu” diyor. Sonra bir soru soruyor: “Biliyorsunuz Fransızlarla başımız derde girebilir Hatay hakkında. Cephaneniz biterse gidip Fransızların tayyarelerine çarpıp düşürür müsünüz?” diyor. Düşünmeden ayağa kalkıyorlar: “Düşürürüz Paşam!” “Sizden bu cevabı bekliyordum, sağ olun” diyor. Bu arada kapı aralanıyor. Bir bakıyorlar Eskişehir valisi, ,emniyet müdürü, Mareşal Fevzi Çakmak... Atatürk Mareşali görünce “Çocuklar benim Azrailim geldi, ben gidiyorum” diyor. Meğer trenden kaçmış. İstanbul’a gidiyorlar, tren duruyor Eskişehir’de Atatürk kaçıyor.
Şerefinize yurttaşlarım
Atatürk halkını çok iyi anlamış bir adam. Sarayburnu’nda Ertuğrul yatının güvertesinde içki içiyorlar. Etrafındakiler başlıyor: “Paşam milletin gözünün önünde içmesek?” “Öyle mi” diyor. Alıyor kadehi gidiyor küpeşteye, etrafta yüzenlere kadehini kaldırıyor: “Yurttaşlarım, bu gördüğünüz rakıdır. Keyif verir, ben de çok severim. Şerefinize” diyor. Şerefinize diyince, “Şerefine Paşam, yaşa Paşam” alkış kıyamet...
1919’dan sonra ilk defa İstanbul’a geliyor, yıl 1927. Bir tarafında Tevfik Rüştü Aras, bir tarafında da Recep Zühtü. Benim annemin amcası. Büyük bir coşku var sahillerde. Tevfik Rüştü ve Recep Zühtü zevkten mestler. Atatürk’e bakıyorlar, hiçbir his yok yüzünde. Recep Zühtü soruyor: “Heyecanlanmadın mı?” “Hayır” diyor. “Niye, hale bak” diyor. “Bana bak Recep, şunlar var ya şunlar, aynı heyecanla yarın seni beni darağacına götürürler” diyor. Aile içinde anlatılanlar yani bunlar. Bu zekayı anlayabildik mi biz?
İTÜ'den hocam İhsan Ketin’den dinlemiştim. İhsan Hoca, Batı Anadolu Fayı'nın kaşifi. Kayseri doğumlu, 1914. Şimdi düşünün o yılları, ne kadar gariban bir yerdi herhalde. Ama bir lisesi var. İhsan Ketin, okuması yazması olmayan lisede hademe Ali Efendinin çocuğu. İhsan Ketin babasının hademe olduğu liseye devam ediyor. “Bir gün Atatürk geldi, okul yıkıldı” diyor. “Bizim fizik dersine geldi, geldi en ön sıraya oturdu” diyor. Tabii arkasında müdürler zırtlar pırtlar. Tipik dalkavuk takımı. Atatürk hocaya dönmüş: “Sen derse devam et, bizi yok farz et” demiş. Adamcağız hiçbir şey yokmuş gibi anlatmış dersi. Atatürk’ün o kadar çok hoşuna gitmiş ki, çıkınca müdüre: “Bu adama beş lira zam yapın” demiş. Atatürk gidince çağırmış fizik hocasını müdür, “Paşanın emri var, sana beş lira zam yaptılar.” Ne demiş öğretmen? “Kabul edemem efendim, ben görevimi yapıyorum”. Havaya bak. Bir kere Atatürk beş lira zam yapın diyor. Diktatör mü? Diktatör. Kanunu var, kuralı var. Öteki hocaları dinledin mi ki bu çok daha iyidir, al sana beş lira. Tabii onun kafasında neler var ama, haksızlık da olabilir. Değil mi. Öğretmen kabul etmiyor.
Atatürk’ün varlığı bütün bir milleti ordu haline getiriyor. Adam diyor ki “İyi öğretmen olacaksın”
İhsan Ketin hoca derdi ki: “ Yümnü Tolgay Bey, Sivas Öğretmen Okulundan Kayseri Lisesi'ne yeni gelmiş. Buram buram Atatürk kokuyordu.” Ne heyecan vardı adamda! Hiç unutmuyorum o lafı. Atatürk böyle bir heyecan aşılamış. Bakın bu komutanlıktır. Kim ne derse desin. Çünkü komutan emrediyor. “Git ölmeye,” diyor. “Emredersin” diyorsun. 1981'de İhsan Bey bilim ödülü aldı Tübitak’tan. Gitti en arkada oturan yaşlı bir adamın elini öpüyor. Yümnü Tolgay Bey, hayattaymış.
Gel bakalım Hitit yavrusu
Emir geliyor Kayseri'ye, çocukların en yeteneklileri İstanbul’da imtihan olup, yurtdışına gidecekler. İhsan Ketin de seçiliyor. İstanbul’a geliyor, imtihanı kazanıyor. Üç çocuk Almanya’ya gidiyor. Biri de Ekrem Akurgal. Almanca öğrenmek için Almanya'da liseye gidiyorlar. O zaman Goethe Enstitüleri yok. Oradan Berlin’e. Berlin’de günde yüz adam öldürülüyor. Sokaklar kan gölü. 1932, Hitler iktidarından bir sene önce. Cennetten cehenneme gidiyorlar yani. Orada kendilerinden önce gelmiş Melahat Çağlar var. İhsan Bey bir gün “Melahat abla, ben burada yapamayacağım. Kayseri’den geldim. Berlin felaket bir yer. Bu adam da ne anlattığı belli değil” diyor. Bunun üzerine Melahat Çağlar: “İhsan sen Bonn’a git. Bonn küçük şehirdir. Bir de orada çok büyük bir adam var Hans Cloos” “Peki,” diyor İhsan Bey. Hans Cloos’un yanına gitmek elçilikten, talebe müfettişinden onay gerek. O kim? Cevat Dursunoğlu. Erzurum Kongresi üyesi. İhsan Bey, “Kapıdan içeri girdim, rahmetli kafasını kaldırdı, ‘Gel bakalım Hitit yavrusu dedi” diyor. “Adam yüzüme baktı, nereli olduğumu anladı” diyor. İhsan Bey derdini anlatınca hemen Bonn’a nakletmişler.
● Eğitime, bilime gelmişken... Bu konuda en çok kafa yoranlardansınız. 2014 Türkiye’sinde bilim nerede?
Çok kötü durumda. Çünkü iki grup oluşum var bilim yapan. Birincisi üniversitelerimiz, ikincisi ise MTA gibi Etibank gibi devlet kuruluşları var bilim yapması beklenen. Devlet kuruluşları, hemen hemen Atatürk’ün vefat ettiği günden beri çok kötü ellerde. Hep politika tabanlı. Hatırlarım, bir bakan MTA’nın misafirhanesi güzel diye orada kalıp misafir ağırlıyordu. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir rezillik olamaz. İşte bu hale gelmiş vaziyette Türkiye.
Türkiye'nin büyük şansı
Üniversitelerimiz Almanlar zamanında çok iyiydi. Atatürk üstüne düşen vazifeyi çok iyi yaptı. Şansı da çok yaver gitti. 1933’te Atatürk bakıyor Darülfünun kabul edilebilir bir düzeyde değil. Buna bir çare lazım. Felaket durumda üniversite. Kıymetsiz öğrencinin cesareti ilk senede kırılmalıdır. Avrupa onu yapıyor. Herkesi alıyor üniversiteye, bir senenin sonunda bir döküyor, bir daha da dönemiyorsun. Üniversitede demokrasi olmaz hiçbir şekilde. Atatürk Darülfünun’u kapatıyor. Yeniden açtığı zaman hoca yok. Belirli kararlar alıyorlar, gelecek hocanın üniversite diploması olsun diyorlar. Mesela Malik Sayar’ın üniversite diploması yok. Pertevniyal Lisesi’ne gönderiliyor. Hamit Nafiz Pamir jeoloji profesörü oluyor. Diyor ki, “Ben jeolojiyi kendim bilmiyorum ki, ne anlatacağım.” Onun üzerine seçkin yabancı bilim adamları davet ediliyor. Ama bu arada Atatürk bir sürü politik atama yapıyor. Fuat Köprülü’nün tepesi atıyor. Atatürk’e diyor ki, “Bak bu böyle olmaz, yaptığın iş değil.” Kavga ediyorlar yine. Bu arada büyük bir şans eseri Hitler iktidara geliyor. İktidara gelir gelmez Yahudiler, homoseksüeller, sosyal demokratlar, komünistler temizleniyor üniversitelerden. Müthiş entelektüel bir grup, müthiş kaliteli bilim adamları işsiz kalıyor. Atatürk bir duyuyor bunu, “En iyilerini istiyorum” diyor. Hemen kürsüler açılıyor. Kimler gelmiyorki... İş geliyor diş hekimliğine. Atatürk en iyisi kim soruyor. Prof. Schwartz diyor ki: “Paşam, Kantorovicz en iyisi fakat, o olmaz…” Atatürk, “Niye olmaz bir dakika” diyor. “Efendim o sosyal demokrat, Naziler bunu vermez” Atatürk, “Sen onu bana bırak” diyor, dışişleri bakanı Tevfik Rüştü Aras’ı çağırıyor. “Reich hükümeti’nden istekte bulunun Profesör Kantoroviç Türkiye’ye gelsin. Biz iş vereceğiz kendisine” diyor. İki ay cevap yok. Zavallı Schwartz elinde liste geliyor Atatürk’ün yanına. “Paşam ben size arz ettim. Bırakmazlar bu adamı” diyor. Atatürk, tekrar Tevfik Rüştü Aras’ı çağırıyor. “Bir nota çekeceksin Rayt hümetine, iki ay cevap verilmemesi Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine kasıtlı bir hakaret midir?” Kırk sekiz saat sonra Kantorovicz İstanbul’da. Hemen Dişçilik Okulu açılıyor. Bu arada öğreniliyor ki Rıza Şah’ın diş sorunu var. Atatürk haber gönderiyor. Rıza Şah resmi bir ziyaret yapıyor. Dolmabahçe Sarayı’na özel bir muayenehane kuruluyor. Kantorovicz, Rıza Şah’a protez yapıyor. Atatürk’ün verdiği mesaja bakın. En iyisini arıyorsan bende!
Yobazlar bilimi pozitivizm sanıyor
Atatürk’e diktatör diyen de, diktatörlüğün ne olduğunu bilmiyor. Çok demokrat diyen de bilmiyor. Pozitivist diyen de, pozitivizmin ne olduğunu bilmiyor. Diyorum ki diktatör nedir? Diktatör, roma senatosunun oylayarak verdiği bir rütbedir. Magistratus Extraordinarius denen kişiye Diktatör rütbesi verilir. Şu süre içinde, şu sıkıntıdan kurtulalım denir. “Atatürk pozitivistti” diyorlar. Bizim yobazlar bilimi pozitivist zannediyorlar. Pozitivizme saldırarak bilime saldırdıklarını sanıyorlar. Pozitivizm 19. Yy ortalarında kaldı. Bu tamamen cehaletin ürünüdür. Atatürk pozitivist değildir, olamaz.
● Neden olamaz?
Çünkü Atatürk bir problemi çözmek için önceden hazır kalıplarla çalışmıyor. Sürekli eleştirel kalıp icat ediyor. Halbuki pozitivizm bir bulgusunun pozitif olduğunu düşünür. Böyle bir şey yok Atatürk’te. Hipotez bunlar, geçerli olduğu yere kadar. Dil devrimi yapıyor adam. İyi gitmediğini görüyor kaldırtıyor. Dil devrimini raydan çıkartanlar Atatürk’ün çevresinde ve ondan sonra yaşayanlardı. Atatürk sıkı bir tartışmayı çok istiyordu. Bunu yapacak kişi bulamıyordu.
Türk Tarih tezi çıkıyor. Atatürk: “Bunu uzmanlara gönderin tenkit edilsin. İlk bölümünü alın küçük bir kitap yapın 30 bin tane basıp halka dağıtın.” diyor. Konularının uzmanlarından gelen şu: “Paşam ne müthiş bir düşünce.” Herkes bunu diyor. Atatürk bakıyor ki rezalet bu notlar. Daha geniş bir gruba gönderin diyor. Cevaplar geliyor, aynı. Daha dar bir gruba gönderin diyor. Cevaplar yine aynı. Atatürk tarih tezinden vazgeçiyor. İki adam kafa tutuyor. Fuat Köprülü ile Zeki Velidi Togan. “Böyle zırvalık olmaz” diyorlar. Böyle zırvalık olmazın Atatürk’ten bulduğu karşılık Köprülü’ye, “Mebus ol” oluyor. “Fuat sana ihtiyaç olacaktır, mebus ol” diyor. Köprülü kabul ediyor. Zeki Velidi çok kafa tutuyor. Zeki Velidi eski Başkurdistan Cumhurbaşkanı. Atatürk, Uludağ’da kayak yaparken Zeki Velidiye, “Bana bak Zeki, bir memlekette iki cumhurbaşkanı olmaz” diyor. Bakın diktatör mü değil mi?Türk Tarih Kurumu’na emir veriyor: “Araştırmalar devam etsin.” Türk Tarih Kurumu’nu kurarken de diyor ki: “Tarihi yazan tarihi yapana sadık kalmazsa, hakikat insanı çok şaşırtacak mahiyet kazanabilir.” Atatürk Köprülü'ye, “Harf devrimi yapıyoruz gel komisyonun başına geç” diyor. Köprülü: “Yaptığın iş yanlış” diyor. Atatürk, Köprülü’ye dokunuyor mu? Hayır. Çatır çatır tartışıyor Fuat Köprülü’yle.
Diktatör. Ama “Bilim yapın” diye dikte ediyor. “Benim dediğime inanın” demiyor. Ama “Bilim yapın” diktası var. “Tekkede oturup miskinlik etmeye kalkarsan bırakmam” diyor.
Bugünkü üniversitelerimizin durumu felaket. Hatırlıyor musunuz İlber Ortaylı'nın ne dediğini: “her şehre bir üniversite ahlaksızlıktır.” Dünya üniversitelerinde sıralamaya dahil ediyorlar bizim üniversiteleri, hepsi yalan. Bugün 11. çıkıyor, yarın 500. sonra 100. falan. Ben söylüyorum bugün dünyada 10 tane zirve üniversite vardır. Bizimkiler burada yok.
Silahlı Kuvvetler hazırlıksız yakalandı
● Kendinizi Havacı bir asker olarak da tanımlıyorsunuz. Balyoz duruşmalarını da izlediniz. Ne düşünüyorsunuz Balyoz, Ergenekon, Casusluk gibi davalar hakkında?
- Balyoz duruşmalarının pek çoğuna gittim, eşim Oya hemen hemen hepsine gitti. Makale yazmak bana düşüyordu. Komutanlarımı ziyaret Oya'ya düşüyordu. Ama Ankaraya da gittik, Sincan'da Tuncer Kılınç generalimi, İbrahim Fırtına generalimi ziyaret ettik.
● Sizin Hava Kuvvetleriyle özel bir ahbaplığınız ve hukukunuz var...
Çok uzun zaman tabii, 5 yaşındaydım, düşünün Haldun bey. Siz 5 yaşındaki bir çocuğa üniformayı giydirir, askelik yaptırır bir de tayyareyle uçurursanız bundan kurtulmak mümkün değil. Hava Kuvvetleri benim ikinci ailemdi. Olan biten karşısında şoke oldum. Bizi en çok üzen Silahlı Kuvvetlerin bu kadar hazırlıksız yakalanmasıydı. Ve benim yaptığım tek yorum şudur; Fatih'e (Altaylı) de öyle bir mektup yazdım, daha yayımlamadı, yayımlar umarım: Türk Silahlı Kuvvetleri bir; hazırlıksız yakalanmıştır, iki; hazırlıksız oldukları için çok akıllıca bir karar almışlardır, o da şudur: Ne derlerse yapalım.
Birden bire birden bire dünya gördü ki bizde bela asker değil. Kimileri bugüne kadar diyordu ki; Türk ordusu, ikide bir de demokrasiye müdehale eder. Bu sefer ordu dedi ki: aha karışmıyoruz. Birden bire ortaya çıktı ki iş, diktatör olan, hukuku dinlemeyen, halka baskı yapan ordu değil, sivil yönetimlerdir. Bunun sebebi de cehalet ve görgüsüzlüktür. Böyle büyük bir faydası oldu Balyoz'un. ama Balyoz Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki çok kaliteli büyük bir grubu elimüne etti. Bu adamların hayatlarını zehir etti, ailelerini süründürdü. fakat en acısı gelecek nesillerin ümidini söndürdü. ve şu anda ordu içerisinde hangi faktörler vardır, Fethullahçı mı vardır, bilmem neci mi vardır, Süleymancı mı vardır bilemiyoruz... Bunu temizlemek de çok zor. Ben büyük bir bilim adamıyım ama üstümü kazırsan altımdan mavi renkli üniformam çıkar.
Ne ahlaksızlıklar yapıldı bu insanlara, ne telefon montajları ve bu şekilde yıpratılan insanların hepsi
● Bunu kim yaptı ve neden yaptı sizce?
- Kanuni olmaz ama, hepiniz biliyorsunuz zaten.