Kutlama Yerine Anma Dediler! Lozan Belediyesi'nden 29 Ekim Sansürü
İsviçre'nin Lozan Belediyesi, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı'na sansür uyguladı. Lozan Barış Antlaşmasındaki "barış" ifadesinde yer vermedi. Ayrıca kutlama değil anma kelimesinin kullanılması gerektiği ifade edildi.
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı bina olan Palais de Rumine İsviçre’nin Lozan Belediyesi, "Barış” ve “Kutlama" terimlerinin yerine alternatif üretip Cumhuriyetimizin değerlerini zedelemeye çalışmakta. 100. Yıl üzerine hazırlanan etkinliklerde, Lozan Barış Antlaşması’ndaki "barış" ifadesine yer vermemeyi tercih etti. Ayrıca “kutlama” yerine “anma” teriminin kullanılmasını empoze etti.
Belediyeye bağlı Lozan Tarih Müzesi ise ASALA ve PKK destekçilerinin uydurma senaryolarına dayanan bir sergi düzenledi. Bu sergi ayrıca 1.200.000 Rum’un zorunlu göçe tabi tutulduğu ve bunların üçte birinin yolda öldüğü şeklinde asılsız iddialara da yer verdi. Atatürk Türkiye'sinin değerlerini korumayı amaçlayan Batı İsviçre Türk Dernekleri Federasyonu, kabul edilemez bu durum karşısında diplomatik çevrelerle irtibat içinde gerekli tepkiyi göstermesine rağmen sergi 27 Nisan’dan 8 Ekim’e kadar açık kaldı.
Yönetim Kurulu üyesi Haluk Haksal, Lozan Belediyesi ve Lozan Tarih Müzesi'nin 100. Yılı neredeyse yas olarak nitelendirdiğini ifade etti ve şöyle devam etti:
- Lozan Belediyesi ve Lozan Tarih Müzesi ile birkaç senedir 100. Yıl için ortak etkinlik düzenlemek amacıyla irtibattayız. Fakat geçen sene sonundan itibaren etkinlikleri somut bir şekilde düzenleme aşamasına geldiğimizde, Lozan Belediyesi ve Lozan Tarih Müzesi’nin tarihi gerçekleri siyasi art niyetle saptırma çabalarına tanık olduk. Bu durum etkinliklerimizle vermek istediğimiz mesaja da bir engel teşkil etmeye başladı . Mesajdan kastım da kısaca şu: Mustafa Kemal ve silah arkadaşları Kurtuluş Savaşı’nı büyük bir zaferle noktalayıp Lozan’da barışın öncüsü oldular. Etkinliklerimizin içeriği de bunu yansıtmakta. Ölenler anılır. Atatürk Türkiye'si ise canlı, diri ve 21 senedir her alanda yapılan bütün yağmalamalara rağmen dimdik ayakta. Ve biz, İsviçre’de yerleşik yaşayan Türk topluluğu olarak, 100. Yılımızı coşku ile kutlamak istiyoruz. Bu kadar basit. Buna ne belediye ne de tarih müzesi engel olabilir.
Haluk Haksal, gerek Lozan Belediyesi’nin gerekse Lozan Tarih Müzesi’nin siyasi etki altında kalarak Türk düşmanlığını ifade eden bir tutum içinde olduklarını vurguladı.
Haluk Haksal, ayrıca Cumhuriyet'in 100. yılına özel olarak düzenledikleri bir dizi etkinliğin sonuncusunu, 29 Ekim Pazar günü Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı bina olan Palais de Rumine’in tarihi salonunda bir konferans ile gerçekleştireceklerini ifade etti ve şöyle devam etti:
Batı İsviçre Türk Dernekleri Federasyonu olarak düzenlediğimiz bu panel, dört tarihçi ve uzman konuşmacının katılacağı bir dizi tematik konferans şeklinde hazırlandı. Konferansçılarımız Birinci Dünya Savaşı’ndan Lozan’a uzanan süreçteki belirleyici tarihi olayları ele alacaklar. Batı İsviçre Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı Celal Bayar’ın açılış konuşmasıyla başlayacak olan etkinlik çok sayıda Türk diplomat, İsviçreli siyasetçi ve genç nesil yurttaşımızı nesnel ve doğru yönde aydınlatmak amacını ön planda tutmaktadır. Etkinlik ayrıca klasik müzik dinletisi ve Lozan Barışı’na ilişkin bir sergiyle zenginleşecek. 250 kişinin üzerinde katılımın beklendiği bu etkinlikle İsviçre’de yasayan Türk toplumu olarak 100. Yılımızı büyük bir coşku içinde kutlayacağız.
Lozan Barış Antlaşması’nın imzalandığı bina olan Palais de Rumine
Batı İsviçre Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı Celal Bayar tarafından Lozan Belediye Başkanı Grégoire Junod’ya yazılan mektup şu şekilde: Sayın Başkan...
Birkaç aydır sizinle ve size bağlı dairelerle, Eylül 2020'den bu yana da Lozan Tarih Müzesi Müdürü Sayın Laurent Golay ile temas halindeyiz.
Lozan Antlaşmasını okurken "Barış" kelimesini göz ardı ettiğinizi üzülerek görüyoruz. Aslında, toplantılarımızda yaptığınız yorumlardaki "Lozan Antlaşmasını kutlayamayız, sadece anabiliriz» ifadenizi bir uyarı olarak algılamamız gerekirmiş!
Halkın seçtiği bir temsilci olarak göreviniz farklı toplumlar arasında eşit mesafeyi korumak iken, antlaşmayı asla değiştiremeyecekleri gerçeğinin bilinci ve hayal kırıklığı içinde olanların kindar söylemlerini ön yargılı bir yaklaşımla ve bilinçli olarak dile getirdiniz. "Şehrin, antlaşmadan etkilenen çeşitli toplulukları temsil eden özgür bir ifade platformu sunmak istediğini" açıklıyorsunuz, ancak etnik veya dini azınlıkların kendilerince benimsedikleri görüşlerin temsilcilerine ağırlıklı bir yer verdiniz; bu durum çoğunluğun azınlıkla eşit temsil edilmesine yol açtı.
Sonuç olarak, belediye ile iş birliği içinde düzenlemeyi planladığımız bir kaç kültürel etkinlik aracılığıyla böylesine yoğun bir Türk düşmanlığı sergileyenlere destek veremezdik. Maalesef bazı gözlemlerimiz bizi durumu bu terimlerle ifade etmeye mecbur kılıyor. Örneğin Tarih Müzesi'ndeki sergide Türk, Yahudi ve Batı karşıtı bir terörist grup olan Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu ASALA’nın (1982'de ASALA için Ermeni Ulusal Hareketi adını alan grup) siyasi kolunun posterini görüyoruz.
ASALA’nın üç kurucusundan birisinin, Müzenin ismini andığı Bern’li Ermeni papaz James Karnusian olduğunu, bu kişinin sergideki bir videoda görülen Manuschak Karnusian'ın da babası olduğunu bilmiyor musunuz?
ASALA'nın İsviçre'de Cenevre Başkonsolosluğu sekreteri Mehmet Yergüz suikastı ve Cornavin tren istasyonunda genç bir İsviçrelinin ölümüne ve birkaç kişinin yaralanmasına neden olan bombalı saldırı da dahil olmak üzere çok sayıda saldırıyla tanındığını ayrıca Ankara Esenboğa havaalanındaki katliamdan (dokuz ölü), Orly bombalamasından (sekiz ölü) vb. sorumlu olduğunu bilmiyor musunuz?
Ermeni Kurtuluş lideri Jean-Marc "Ara" Toranian, Mehmet Yergüz'ün katli için ifade vermeye geldiğinde, ağır ceza mahkemesi başkanı ona önce adliye binasını sonra da Cenevre'deki Cornavin istasyonunu bombalayanın kendisi olup olmadığını sorarak söze başladı. Zaten başlı başına aydınlatıcı olan bu olgu hakkında yorum yapmaya gerek görmüyoruz.
Üstüne üstlük, Tarih Müzesinin kullandığı poster Hitler'e atfedilen sahte bir alıntıya dayanıyor. 1945 yılında Nürnberg Mahkemesi tarafından uydurma olduğu gerekçesiyle reddedilen konuşmalarından birinde yer almakta olan bu alıntı, Üçüncü Reich'ın 3 Temmuz 1933'te, Hitler'in ilham kaynağı ve Namibya'daki Hereroların imhasının teorisyeni olan, 1925'ten beri Almanya-Ermenistan Derneği'nin başkanı (1914'te derneğin kurucularından biriydi) Paul Rohrbach'ın talebi üzerine (özellikle) Ermenileri Aryan olarak sınıflandırmış olması nedeniyle daha da uydurmadır. Sahte eserlerin sergilenmesinin amacı nedir? Sözde "Ermeni soykırımı" tezini desteklemek için bir oyun mu?
Sergide İsviçre-Türk Dostluk Derneği'nin ilk başkanından "İsviçreli faşist Arthur Fonjallaz" olarak bahsedilmektedir. Oysa Fonjallaz, derneği kurduktan on yıl sonra, 1932'ye kadar faşist bir kimliğe sahip değildi: 1922'de SVP üyesiydi. Buna karşılık, Mussolini'nin Lozan Konferansı sırasında Ermeni Devrimci Federasyonu (ARF) liderini kabul etmesinden bir kez bile bahsedilmemektedir. Daha sonra Faşist rejimin Kafkasya uzmanı Lauro Mainardi, bu siyasi grupla yakın iş birliğini haklı göstermek için EDF'nin ideolojisinin Ulusal Faşist Parti'ninkine yakın olduğunu ileri sürmüştür.
Aynı seçici ve taraflı hafızanın Mayıs 1919'da Yunan kuvvetlerinin Smyrna (İzmir) şehrine çıkarma yapmasının bir sonucu olan Türk-Yunan savaşı için de geçerli olduğunu görüyoruz. Bu skandal sergiyi hazırlayanlar için Türkler ölmez, acı falan da çekmez!
Ancak, Uluslararası Kızılhaç adına İsviçreli Maurice Gehri tarafından yürütülen soruşturma 1921'de şunları kaydetmiştir: "Soruşturma ekibi Yunan işgal ordusu unsurlarının iki aydır yarımadadaki Müslüman nüfusu yok etmeye devam ettiği sonucuna varmıştır. [...] Samanlı-Dağ yarımadası, incelemenin yapıldığı sırada Yunan cephesinin aşağısındaydı ve Yunan işgalinin başlangıcından bu yana bu bölge hiçbir zaman bir çatışma alanı olmamıştı".
Yine 1921 yılında, Atina’nın maaşlı gözlemcisi olarak olay yerinde görev yapan İsviçreli Albay Fernand Feyler, Yunan ordusunun iç kesimlerde askeri bir gereklilik olmaksızın "çok sayıda köyü" yakıp yıktığını kaydetmiştir.
Serginizin tamamen görmezden geldiği İsviçre-Türkiye Derneği'nin kurucularından Cenevreli gazeteci ve romancı Noëlle Roger, "Avrupa'nın muzaffer Türkiye'nin yaşadığı acılar hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığını" belirtmiş ve diğer pek çok örneğin yanı sıra şu yıkımı da örnek göstermiştir: "Duvarlar yere o kadar yakın bir şekilde yıkılmış ki, böylesine bir felâketin silahlı çatışma sonucu olduğunu düşünmek zor. Sistemli olarak bombalanmış bir kasaba gibi görünüyordu. Verdun çevresindeki köyleri anımsatıyor, ancak burada savaş yoktu; Eylül 1922'de Vourla'yı [Urla] yerle bir eden geri çekilen Yunan birlikleriydi".
Lozan’daki Tarih Müzesindeki sergi bu yanlış bilgileri düzeltmek adına pek istekli görünmüyor. Bu önyargılı ve taraflı tutum neden acaba?
Serginin açılışında yaptığınız konuşmada, Anadolu'dan 1.200.000 Rum'un sürgüne tabi tutulduğunu ve bunların üçte birinin yolda öldüğünü kesin bir dille iddia ettiniz! Tarih eğitiminizi vurguladığınız ve bu sergiyi açarken kendinizden çok emin göründüğünüz için, bu konuda çeşitli arşiv koleksiyonlarında kapsamlı olarak çalışmış konunun uzmanı bir tarihçi ile bir tartışma öneriyoruz, çünkü argümanlarla yüzleşmekten korkmuyoruz. Bilmelisiniz ki Türkler hakikatlerden korkmazlar, ancak eksiksiz ve gerçek olmasını isterler.
Cevabınızı beklerken, Lozan’daki Tarih Müzesi müdürü Sayın Laurent Golay'ın Barış Antlaşması'na ilişkin görüşünün zaman içinde değiştiğini ve uzlaşmacı bir tutumdan kararlı bir şekilde Türk karşıtı bir sergiyi kabullenmeye doğru yöneldiğini fark ettik. Bu değişim neden ve kimin yüzünden oldu?
Oysa kendisini 24 Eylül 2020'de müzede ilk kez gördüğümüzde, bir barış antlaşması olan Lozan Antlaşması'nın ruhunu açıkça anlamış ve kabullenmişti.
Bu ilk temasın amacı, Barış Antlaşması sergisi projesinin ayrıntılarını öğrenmek ve kamuoyunda başarılı olmasını sağlamak için federasyonumuzun- ve daha geniş anlamda Türk toplumunun- olası katkılarını kendisiyle görüşmekti.
Filozof Nietzsche'nin tarihin anlamına ilişkin düşüncelerine atıfta bulunarak, tarihi gerçeklerin partizanca bir araya getirilmesinin, tarihi gerçekliği bir bütün olarak tasvir etmek yerine hatalı bir tarih algısına yol açma riskinden duyduğumuz derin endişeyi dile getirdik. Sayın Golay, planlanan serginin herhangi bir topluluk için bir platform görevi görmeyeceği konusunda bize güvence vermişti. Projenin ardındaki iğrenç ruh halini göz önüne aldığımızda, Nietzsche’nin "bizde tarih kamufle edilmiş bir teolojidir" sözlerini hatırlıyoruz.
Geçen yıl ve daha yakına gelirsek 6 Nisan 2023'te, Profesör Jean-Louis Chancerel eşliğinde Yönetim Kurulumuzun üyeleriyle yapılan bir toplantıda, Laurent Golay’in Barış Antlaşması hakkındaki görüşlerinin önemli ölçüde değiştiğini fark ettik. Bu fikir değişikliğine neyin neden olduğunu sorduğumuzda, Sayın Golay bu yönlendirmenin amirlerinden geldiğini açıkça ifade etti!
Her halükârda, belediyenin -ve başta belediye reisinin- kentin Tarih Müzesi'nde sergilenenlerin sorumluluğunun bir parçası oduğu aşikârdır. Üzüldüğümüz nokta, bakış açısı ve perspektif meselesinden ziyade gerçeklerin hafife alınması sorunudur. Ermeni terörizmi ve Yunan güçleri tarafından işlenen savaş suçları tarihi gerçeklerdir. Bunlar "tarihi" olduğunu iddia eden bir sergide örtbas edilemez. Bu müzenin sadece ASALA'ya özlem duyanların, PKK terör örgütünün destekçilerinin ve yeni bir Türk-Yunan savaşı hayal edenlerin katkılarıyla değil, tüm Vaud halkının vergileri ve kamu fonları sayesinde var olduğu göz önüne alındığında bu durum daha da kabul edilemez bir hal almaktadır.
Serginin kendisi bir yana, belediyenin konuyu bizimle görüşme ve tartışma şeklini de beğenmediğimizin altını çizmek isteriz. Kendi ifadesiyle bizden olumsuz bir tepki geleceğini tahmin eden Bayan Mélanie Duparc, 14 Nisan 2023 tarihli toplantıda bize ilk önce hiç de hoş olmayan bir proje sundu: "Au carrefour des Mémoires – Hatıralar kavşağı" (biz bunu "Boulevard des mémoires sélectives – cımbızlanmış hatıralar bulvarı" olarak tanımlıyoruz). Zaten geleceğini bildiği tepki üzerine de bize -her ihtimale karşı hazırda tuttuğu- B planını önerdi: aynı etkinlikler, ancak görünüşe göre belediyenin desteği olmadan. Bu nasıl utanç verici bir yöntemdir?
Barış Antlaşmasını tek taraflı okumanız ve başvurduğunuz sinsi- hatta karalayıcı- yöntemler Türklerin onuruna yönelik bir saldırıdır. Ayrıca bu durum iş birliği yapılması öngörülen ancak henüz sorunun tüm boyutlarıyla ilgili yeterince detaylı bilgiye sahip olmayan ve bildiğiniz gibi muhalif bir belediye olan Şişli (ve dolayısıyla İstanbul) Belediyesinin imajına zarar verecektir.
AİHM Büyük Dairesi'nin üçüncü şahıs olarak müdahil olduğumuz Perinçek/İsviçre (2015) davasında verdiği kararın ve Mercan ve diğerleri/İsviçre (2017) davasındaki Daire kararının ardından bu tür modası geçmiş hayalci hevesler döneminin artık geride kaldığını umduğumuz bir sırada, izlediğiniz bu yanlış ve yanıltıcı yöntemin İsviçre ile Türkiye arasındaki ilişkileri olumsuz etkilemekten başka hiç bir işe yaramayacağı ortadadır.
Büyük Daire (§ 231), Sayın Perinçek'in "Mahkeme'nin daha önce kabul ettiği ve uzun süreden beri devam eden eski bir polemiğin yer aldığı [...] kamu yararını ilgilendiren bir konuya değindiğini [...] ve 'sadece Türkiye'de değil, uluslararası alanda da yoğun tartışmalara' yol açtığını" belirtmiştir. Lozan uluslararası alanın bir parçası değil mi? Başka bir gezegende mi konumlanıyor!
Türkiye'deki sanayileşmenin ilk dönemlerinde İsviçre yatırımlarının önemini, İsviçre Medeni Kanunu'nun 1926 yılında Türkiye Cumhuriyeti tarafından temel alınarak uygulandığını, 1928 yılında da hukuk muhakemeleri kanununun Neuchâtel kantonundaki kanunlardan esinlenerek hazırlandığını mutlaka biliyor olmalısınız.
Son olarak, 20. yüzyılın en büyük Türk yazarlarından biri olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun 1942'den 1949'a ve 1951'den 1955'e kadar Bern'de büyükelçilik yaptığını da belki duymuşsunuzdur. Tarihin cilvesi, Karaosmanoğlu aynı zamanda Yunan kuvvetleri ve onların destekçisi Ermeni gönüllüler tarafından Batı Anadolu'da yaratılan yıkımla ilgili ve okursanız ilham alacağınızı düşündüğümüz bir kitabın da ortak yazarıydı.
Biliyor musunuz Lozan şehri Türkiye'de büyük bir prestije sahiptir ve üzülerek belirtelim ki bu önyargılı tutumunuz bu duruma ciddi bir zarar veriyor. Size bağlı çeşitli dairelerle yaptığımız görüşmelerde daha önce de belirttik: Lozan'ın en büyük düşmanı maalesef belediyenin bizzat kendisidir!
Her ne olursa olsun, BİTDEFE, üye dernekleri ve dostları (Türk kökenli olsun ya da olmasın) sergilediğiniz tutumun farkındalar ve bir sonraki seçimlerde bunu hatırlayacaklardır. Dahası, belediyenin yüz yıllar öncesine dayanan tarihi gerçeklerle ilgili yalan yanlış iddiaları ve iftiraları desteklemek yerine sokakları temiz tutmaya odaklanması daha faydalı olacaktır.
Son olarak şunu hatırlatalım: seçilmiş temsilcilerimiz -kişisel görüşleri veya seçim hedefleri ne olursa olsunkendilerini tarihi sorgulayan bir mahkeme yerine koymamaları gerektiğini unutmamalıdır. Ne İsviçre ne de Vaud Kantonu Anayasaları siyasetçilere tarihi yazma yetkisi vermektedir. Sonuç olarak, kamu görevlileri, konumları, devlet ve kamu hizmetindeki faaliyetleri nedeniyle kendilerine tanınan bazı temel hak ve yetkilerini -görev başında olsun özel yaşamlarında olsun- kullanırken mütevazi ve sorumlu davranmalıdırlar.
Sağduyu ve tarafsızlığın bundan sonraki eylemlerinize rehberlik edeceği umuduyla, selâm ve saygılarımızın kabulünü rica ederiz.
Batı İsviçre Türk Dernekleri Federasyonu adına, Başkan Celâl Bayar